Fırat, Tuna, Akdeniz

Bana sorsanız, bilgi yalnızca merak için edinilse bile iyidir, derim.

“Hayatta ne işime yarar” sorusu, öğrencinin kaçak güreşidir. Bu soru, olsa olsa eğitim planlamacılarının eğitimle toplumun olanakları ve yararı arasında kuvvetli bağlar kurma çabaları çerçevesinde anlam taşıyabilir.

Nereye ne zaman kaç ilkokul, hangi yüksek okul, hangi fakülte, kaç öğrenci... sorularının masaya konup yanıt üretildiği, ama bizde var olmayan planlama odalarının dışına çıktığınızda “neye yarar” sorusu ayıptır.

“İşime yaramıyorsa”... cehalete övgüdür.

Çok sözünü ettiğimiz Aydınlanma meraklı insan ister. Merak hep daha fazlasını. Anlamadan nasıl değiştireceğiz ki?

“AKP’li insan tipi” için için bilgi bir satış malzemesi, bir vitrin aksesuarı. Bunların din türü bu denli gösterişçi olabiliyorsa, bireyin iç dünyasında durmuyor, tersine dışa vurulmadan edemiyorsa, popülizmin en mükemmel ambalajı olduğundandır.

Din büyüklerinden apartma veya külliyen uydurma, koca koca ve boş laflarda mantık, analiz yok. Kerameti kendinden menkul, öncesiz ve sonrasız sözler, boyun eğmeye zorlayan kestirmecilik... bunlar dünyanın en insani arayışını, merak’ı, eski ve daha derin deyimle tecessüsü boğmak için.

Anlamayan nasıl değiştirsin!

Asla geri çeviremeyecekleri ve bizim, halkımızın hep ilerleteceğimiz Aydınlanma bilgi-sever ve cehalet düşmanıdır.

AKP’den çok önce, amiyane tabirle para kazanmak, daha ayarlı söylersek eğitimi piyasaya açıp bir sektör haline getirmek için icat edilen dershaneler, şimdi gericilik dünyasında kavga konusu.

Bir zamanlar, öğrencilerin pek küçük bir azınlığını kapsayan özel okullar, eğitim araç gereçlerinin parayla satılması ve daha ziyade abla veya ağabeylerin küçüklere el uzatıp harçlığını çıkarması dışında olay piyasa’da geçmiyordu!

Şimdi pasta dev boyutlarda.

Dershane denen garabet öğretmez, sınava hazırlar. İlkesi “ne işime yarayacak” sorusudur. Okulu, Aydınlanmayı, merakı boşa düşürür. Ama iyi para kazandırır! Parası olmayanı da dışarı ittirir.

Para burjuvazinin tarihinin bir noktasına kadar bilimi çağırmış. Artık gözü kâra kilitli sermaye bilgiyi kovuyor.

AKP devraldığı bu sisteme taassupu, ayıpı giydirdi, derinleştirdi. Mutlak tutarlılık mı? Ve bu model tutar mı?

Paralarını aldıklarımız öğrenmesinler ve boyun eğsinler. Tutmaz. Çünkü insanlık bu kalıba sığmaz. Mutlak tutarlılık ise saçmalığa, absürditeye kadar gider.

Biz toplumca bu saçmalığın tam ortasındayken iki gerici kamp kapıştı. Dershane tekeli tarikat, eğitim sunma özgürlüğünü temsil ediyormuş! İktidarı elinde tutan hükümet ise eğitim alma hakkını!

Pastayı paylaşmak en büyük kapışmaların, en sert pazarlıkların ve en acayip uzlaşmaların gerekçesidir. Şimdi kapışma evresindeyiz. Bu kapının seçime çeyrek kala, kritik bir ittifakı riske etme pahasına açılması, pasta ile açıklanamaz.

Peki kapitalizmde, hele AKP’nin dinci kapitalizminde “saçmalık” başlı başına bir açıklama olabilir mi?

Olur valla! Tayyip ve arkadaşlarının “hayatta ne işime yarar” sorusunun sıkı takipçileri oldukları bir dünyada neden olmasın...

Cehaletin ve lumpenliğin iktidarında “coğrafya” iki şeye yarıyor. Bir: kenti helikopterle gezip inşaat arsası bulmak. İki: Gökdelen otellerle çevrili Kâbe’yi dolanmak.

Öyle olunca Tayyip Akdeniz’i White Sea diye İngilizceye çevirip partisinin adına atıfta bulunur. Dünyanın bütün bilgilerinin buluştuğu bu büyük su kütlesinin çoğu dilde “karaların ortası”, az zorlarsak “yeryüzünün merkezi” olarak anılmasını nasıl algılasın?

Öyle olunca küçük Tayyip, Egemen de konuşur tabi: “Diyarbakır’da Fırat ile Tuna buluşmuş.”

Hay Fırat’ınız, Tuna’nız White-Sea’ye aksın! E mi!