Faturadan Kaçarken AYDEMİR GÜLER

Erdoğan'ın kriz konusunda yürüttüğü tartışma, kendi bakanlarını yalanlaması ve büyük sermayeyle kavgayı derinleştirmesi giderek ilginç bir hal alıyor.

AKP'nin kontrol altına alınmasına yönelik siyasal ve hukuki işlemler boşa çıkarken, düzen içi AKP karşıtlarının kriz duasına çıkacaklarını, epey önce yazmıştım. Cumhuriyet mitinglerine karşı 22 Temmuz seçimleri, kapatma davasına karşı emperyalist uzlaşma... Geriye gerçekten de ekonomik krizi beklemekten başka bir şey kalmamıştı. Ve deneyle sabitti ki, ağır ekonomik krizler hükümet bile devirir!

Güncel örnekte ekonomik krizin hükümetin hesabından ödeneceği kuralı yine geçerli olsa bile, AKP'nin cüzdanı çok şişkindir ve bu faturanın bir iflasa neden olmama olasılığı daha yüksektir.

Ancak daha ilginç olan, bu sürecin, bir süre öncesine kadar AsParti'den yargıya, oradan CHP ve MHP'ye uzanan bir cephe ile AKP'nin temsil ettiği diğer kanat arasında bir itişme olarak yaşanırken, şimdi AKP'nin büyük burjuvaziyle karşı karşıya gelişine dönüşmesidir.

Bu karşı karşıya gelişin, düzen içi her mücadelede kural olarak olduğu gibi, son noktasına kadar götürülmesi küçük bir ihtimaldir. TÜSİAD'ın, kapatma davası sürerken AKP'yi o kadar kolay gözden çıkartmayacağını ilan ettiği unutulmamalıdır. Öte yandan konjonktürde daha sert değişimler olmadığı sürece burjuva düzenin bütün olarak temsilinde bayrağı AKP'den devralacak somut bir alternatif de yoktur. Ee, burjuvazi belirsizliği sevmez...

Bu kayda rağmen büyük sermayenin, dünya ekonomik krizinin kıvılcımları memlekete sıçrar sıçramaz, faturayı AKP'nin ödemesi gerektiğini alenen duyurduğunu unutmayalım!

Bu açıklama da Erdoğan'ın üste çıkma çabaları da saçma sapan argümanlara dayanıyor.

Dünya krizi Türkiye'nin üstüne çökerken, "hükümetin, ülkeyi dünya ile istendiği ölçüde bütünleştirmediği için kriz karşısında zayıf düşürdüğü veya tahkim etmediği" tezi, akıllara durgunluk verecek cinstendi. TÜSİAD'ın koca koca danışmanları, başkanın eline tutuşturmak için bula bula bunu bulmuşlar!

Erdoğan'ın "panik yapmayın" fırçası da öyle. Soğukkanlı bir ifadeyle dile getirirsek, ülkeyi bekleyen ekonomik daralmanın kaçınılmazlığını, bir takım bozguncuların panik çıkartmasıyla açıklamak, üst üste üç tutarlı cümle kurup savunulamayacak kadar zırvadır.

Ancak başkan hanım salonda kendince "rafine" bir topluluğa konuşmakta, başbakan ise uçsuz bucaksız, kırlı ve kentli küçük burjuvaziye seslenmektedir. İlkinin tutarsızlığını, dinleyenlerin tamamı görürken, diğeri belli bir kalabalığa yutturmaktadır.

Bana kalırsa, burada önemli olan, bu tartışmanın kendisi ve kimin kazanacağı değil. Burada bir dizi faktör daha devreye girecektir. Kimsenin krizi -emekçilere saldırma dışında- bir fırsata dönüştüremeyeceği belli. Hükümet partisinin, gemiyi dalgalar arasından devirmeden geçirmek için elinden geleni yapması da normal...

Asıl mesele ise düzenin temel temsilcisi ve yürütücüsü olan hükümet ile egemen sınıf arasındaki mesafenin bu denli açılmasıdır. Mesafenin açıldığı konjonktürün, ekonomik boyut itibariyle seksen yıl, siyasi boyuttaki savaş rüzgarlarının ise altmış yıl öncesinin krizleriyle karşılaştırılabilir olması, kırılganlığı çok artırmaktadır.

Bu gidişle bir bedelden kaçarken çok daha ağırına tutulmaları mümkündür.