Erdoğan 
gibisi yok

Britanya parlamentosunun iç dinamiklerini bilmiyorum. Ama son kimyasal krizinden çok zaman önceden beri bu ülke, Suriye savaşının en isteklilerindendir. İki yıl önce onlar AKP’yi savaşa doğru ittiriyorlardı. Suriye’ye müdahaleyi reddeden karara rağmen Başbakan savaş çığırtkanlığına devam ediyor. Oylamanın beklenmedik biçimde sonuçlandığını ise çok yorumcu paylaşıyor...

Bu tabloya bakınca, parlamentonun ve toplumun savaşa karşı olduklarının bu biçimde açığa çıkmasını, stratejinin parçası olarak görmek, komplo teorisine başvurmak yersiz olur. Parlamentoda savaş karşıtı konuşmacılar toplumun savaşa karşı olduğunu vurguladılar ve inandırıcı olan da buydu.

Ardından ABD yönetimi savaş beklentisini hızla kızıştırdı. Manipülatif olduğu kuşkusuz haberlere bakılırsa Obama, İngiliz frenini takmayacaktı, saldırının eli kulağındaydı.

AKP hemen bu dolmuşa atladı. Erdoğan neyin pazarlığını yaptığını zannediyorsa bombalama yetmez, işgal diyor. Sınırda kimyasal paniği yaratmaya çalışıyorlar, İncirlik’te neredeyse trafik tıkanıklığına neden olacak çalışmalar yapılıyor, Genelkurmay sahaya inip etütlere başlıyor...

Resmin bütününe bakarsanız savaş cephesinin iş yapmaktan çok konuştuğunu görürsünüz!

Hele Obama’nın bizde Cumartesi gecesine denk düşen konuşması... ABD Kongresi’nden izin almaya karar vermek, ertesi gün operasyon yapmamak demektir. Ama fazla konuşmanın cazibesinden o da kurtulamamış olacak ki, pratikte erteleme anlamına gelen kararını açıklarken “belki yarın” diye ekliyordu.

Bir ayrıntı, Obama konuşmasını ilan edilene göre yarım saat rötarla yaptı. Son derece komplike bir gösteri organizasyonu olarak çalışan Beyaz Saray’da rötarın nedenleri sıradan olabilir mi?

Diğer taraftan ise Birleşmiş Milletler heyeti topladığı verileri analiz etmek için zamana ihtiyaç duyduğunu açıkladı...

Emperyalist dünyada açık bir tereddüt var. Nedenleri tek tek tartışılmayı hak ediyor. Burada yalnızca başlıkları koyup geçebileceğim.

Bir: açık dış müdahale olasılığının parlatılmasının pratik nedeni Şam’ın askeri üstünlük kurmasıydı. Silahlı muhalefeti ezen bir Baas, kabustu Batı için. Ancak sonrasını kimse göremiyor. Suriye işgal edilemez, bu açık. Bombalamanın peşi sıra politik dengeler ne süreyle hangi yöne dönecek, bu sorunun yanıtı yok.

İkinci olarak bir teorik neden: Emperyalizmin Müslüman Kardeşler ittifakı modeli, Tunus, Mısır ve Türkiye’de çöktü, çöküyor. Bu, bir strateji krizidir aynı zamanda. Emperyalistlerin bugün Suriye’ye yapabilecekleri bir müdahale, bütünlüklü bir politik planlamanın parçası olmayacak. Tersine “kervan yolda düzülür” hesabı müdahaleden strateji çıkartmaya çalışacaklar. Parçadan bütüne ulaşılamaz. Bu yol risklidir. Tereddütün bence en büyük kaynağı budur.

Ve üçüncüsü halktır. Savaş karşıtı hareket şu anda hiç de aktif değilken, 2003’de olduğu gibi milyonlar sokakları fethetmiyorken herkesin dilinde “toplum istemiyor” sözünün dolaşması rastlantı olamaz. İşin özü, halk kitleleri son onyıllarda bütün mesajları yalanlanan kapitalist-emperyalist sisteme güvenmiyorlar.

Güvensizliğin nedeni ne kendi başına Irak soytarılığıdır ne radikal İslam korkusu. Bunlarla beraber, bütün bir neoliberal dönemin 2008 itibariyle inandırıcılığını yitirip krize yuvarlanması var. Gerçekten de halk ABD’de de, Britanya’da da, Almanya’da ve Fransa’da da savaşa karşı. Halkın ne yapacağı konusunda egemenler kaygılıdır. Tahrir’den, Taksim’den sonra kaygı duymamak aptallık olurdu.

İstisna bizimki. Erdoğan gibisi yok!

Neden savaşa mecbur ve mahkum olduğunu biliyoruz. Ancak farklılığı, savaşma kabiliyeti değildir. Erdoğan örneğinde “elden gelen” ile “ağızdan çıkan” arasındaki oransızlık muhteşemdir.