Eksen değişirken

AKP'li yılları birkaç farklı kritere göre tasnif etmek mümkün olabilir. Seçim bunlardan biridir, Ergenekon kampanyaları bir diğeri, özelleştirmeler veya laiklik başlığındaki uygulamalar başkaları...

Ben bu yazıda bahsi geçen süreye, bir de siyasal kamplaşmanın temel karakteristiği açısından bakmayı önereceğim. Daha sade bir dille tekrarlamak gerekirse şöyle açabilirim:
2002'den bu yana iki milletvekili ve iki yerel yönetim seçimlerinde sırasıyla yüzde 34, 41, 47 ve 38 alan, Anayasa referandumunda başını çektiği cephe yüzde 58'e ulaşan bir partinin ana taraflardan ilkini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Peki bu dinci, muhafazakar, piyasacı tarafın karşısındaki topluluğa, genel olarak “muhalefete” damga vuran ideolojik ve siyasal eğilim hangisidir?

2007'ye kadar bu sorunun yanıtı kemalizmdi. Kamuoyu algısında bazen yersiz bazen uygun biçimde ulusalcılık, devletçilik, laiklik, bağımsızlıkçılık, halkçılık atfedilen bu ikinci tarafın siyasal/kurumsal adresi ise CHP, ordu, yargı, akademi arasında salınıp durmuştur.

2007 ile birlikte, işte bu eğilim çöküşe geçer. Kemalizm artık geçmişe aittir ve kamplaşmanın bir tarafına damga vuran ana eğilim olamayacaktır.

2002-2007'ye tekrar bakarsak bir hesaplaşma görürüz. AKP'nin başarısı kesin değildir. Öyle ki, egemen güçlerin önemli bir kesimi hükümeti 2001 krizi sonrası kestaneleri ateşten almaktan sorumlu geçici bir yapı saymış, bu iktidarın çok daha köklü bir değişimi örgütleyeceğini anlayamamış olabilir. 2002-2007'yi karakterize eden temel muhalefet, böyle bir değişimi önlemek için direnme perspektifine sahip olmamış, AKP'yi terbiye edip uçlarını törpülemekle, ABD'yi imamların esas oğlan değil stepne olarak tutulmasına ikna etmekle ilgilenmiştir. Yeri gelmişken eklemeliyim, o sıralar darbe tasarlayan varsa da, kesinlikle marjinaldir.

Yine de bu tabloda bir hesaplaşma vardır. Zira sonuçta hem arkaik hem ileri yanlarıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin yerine emperyalizm yanlısı, Osmanlıcı, dinci-faşist bir yapının geçmesi gündeme gelmiştir.

Kemalizmin çöküşünden sonra geriye geniş bir boşluk kaldı. Ergenekon dalgaları çökenin tasfiyesini sağlıyor, ama daha önemlisi otoriter ve totaliter bir yeni rejimi yapılandırmaya yarıyordu.

İyi de, bir tarafta yine AKP varken, karşı saflara nasıl bir damga vuruluyordu? Çöküşün ve tasfiyenin parçası olan, dolayısıyla devrini tamamlamış bir CHP mi? AKP'nin Kürt sorununda bile fazla alan bırakmadığı MHP mi?

Devinen ve harekete geçen, ama siyasal temsiliyetini yaratamayan Alevilik mi? Türkiye'de pek geleneği olmamakla birlikte doğanın görülmemiş biçimde yağmalanmasına karşı ayağa kalkan parçalı köylü toplulukları mı? Umut veren ama daha fazla biriktirmesi gereken işçi direnişleri mi? Ses verdiğinde çok yankılanan gençlik mi?

Kendimizi dev aynasında görme hatasına düşmeyeceksek bu sorunun yanıtı sol olmadı. Sosyalizm, biricik tutarlı, kapsayıcı, ilkeli seçenek olmakla birlikte, daha önceleri çok tartıştığımız gibi bu dönem solun toplumsal bir önem kazanışına değil, liberal ve ulusalcı egemenliğine girmesinin engellendiği bir iç direnişe sahne olmuştur. Bu başlangıç olmadan başka bir şey olmazdı...

Özetle muhalefet bütün olarak tanımsızdır. Ancak ülkenin bir “yarısının” parçası olamadığı bir sürecin tamamlanması imkansızdır. Bir toplum, yarısının nereye gideceğini bilinmezliklere terk edemez.

Sorunun yanıtına artık geçebilirim. Referandum ve Kılıçdaroğlu ile birlikte muhalefetin “AKP'lileşmesi” hız kazanmıştır. Düzenin meşru sayılan tüm unsurları gerici dönüşümün parçası haline getirilecekti... Ancak “diğer taraf” AKP'nin kopyası olamazdı, aralarında gerçek bir tartışma olmalıydı ve gerçek tartışmalara görece sistematik tezlerle yaklaşılmalıydı.

Ergenekon'un son dalgası, bana sorarsanız, bu bağlamda da değerlendirilmelidir. Geçmişte muhalefet cumhuriyet, birlik, bütünlük, yer yer bağımsızlık ve kamu yararı gibi deyişlerle sembolize oluyordu. 2011 itibariyle AKP karşıtlığı “bu kadar da olmaz” pankartının arkasında toplanmaktadır!

Bu kadar olmaz da ne kadarının kabul edilebileceğinin yanıtı ideolojik, siyasal, programatik konumlara göre değil, insan hakları, basın özgürlüğü, demokrasinin kuralları, hukukun üstünlüğü kavramlarına göre verilmektedir. Kongar ile Barlas, Radikal-Taraf ile Doğan grubu için ortak payda ortaya çıkmaktadır. Muhalefete bu damga vurulduğunda Ergenekon'un demokratikleşme mecrasından sapması eleştirilmiş olur, Türkiye'yi geriye doğru dönüştürmesi değil. Aydınlanma savunulmaz, alkollü içki alışverişinde “24 yaş mı! Bu kadarı da olmaz!” denir. Türbanın genelde devlet dairelerine değil, bazılarına girmesi sorun sayılacak, örneğin yargıçlar ve savcılar için “o kadar olmaz” denecektir. Polis kamu güvenliği adına dövebilecek, ama bir genç kadının suratına tekme “kadar da olmayacaktır.”

Çığırından çıkmış AKP'ye karşı toplumun yarısından fazlasında bir infial hali olduğu açık. Ancak bu tablo, bize muhalefetin hangi temel eğilimlerle karakterize olacağı sorusunu unutturmamalı. Bugünkü gidişata kalırsa, karşımıza baskılara karşı toplumsal uyanış değil, son derece geri bir kabulleniş çizgisinin çıkmasından korkarım.

Bu çizgi AKP'lileşen CHP'ye çok uygundur. TÜSİAD'a uygundur. Herhangi bir toplumsal rejim alternatifini taşıyamayacak olan herkese, yani topluma da uygundur! Dolayısıyla “liberal aydınlar” ile AKP'nin arasının yakın zamanda düzelmeyeceğini söyleyebiliriz. AKP, nasılsa öteki yarıyı cebinde varsaydığından, tabanını konsolide etmek için hapsetmeye, küfretmeye devam edecektir.

Son olarak, biçimsel eleştiricilik radikal bir programa oranla geniş orta sınıfları daha fazla kendine çekme gücüne sahipse, bu zeminde AKP'nin terbiyesi, hatta icabında altındaki halının çekilmesi de mümkündür.

Özetle iktidar dinci liberalizme, muhalefet demokratik liberalizme tapulanmak istenmektedir. Sol, bugünkü AKP eleştiriciliğinin sıradan bir parçası olmamak, muhalefeti, “yüzde 42'yi” dönüştürmek için harekete geçmek durumundadır. 2007'de çöken muhalefet problematiğinin yerini “bu kadar olmaz canım”cılık mı alacak, sosyalizmin önünü açan bir radikal bağımsızlık ve aydınlanmacılık mı? Sorumuz, mücadelemiz ve bizim seçimimizin gündemi bu olmalıdır.