Dokuz ay

Referandumun, Haziran 2011'de yapılacağı anlaşılan seçimler için eleme turu olduğunu söyleyebilir miyiz?

Elenenlerin düzen muhalefetinin tamamı olmasının yarattığı kuşku olmasa, rahatlıkla söyleyebilirdik.

CHP artık devlet partisi niteliğini yitirmiş. Devletsiz CHP'nin bir işe yarama olasılığı ise yok. Bu partinin sosyal-demokratlığı bile devlet göreviydi. Ama şimdi düzenin her hücresi meşruiyetten yoksunlaşırken, hukuksuzluk kural olmuşken, CHP değil seçmenlerinin, genel başkanının bile oyuna sahip çıkamayan bir partidir. Kılıçdaroğlu'nun pazar günü saklandığı yerden çıkabilmek için bulduğu biricik mazeret “halka yalan söylememek”ten ibarettir.

CHP referandumun güven oylaması olarak adlandırmış ve sonra “hayır” oranını iyi bulmuştur! CHP halkı sandığa çağırmış, ama anlaşılan katılımın yükselmesini önleyen çeken faktörlerden biri de, CHP taraftarı kentli orta sınıfların aşılamayan vurdum duymazlığı olmuştur. Bunda şaşacak bir şey yok, çünkü güven oylaması olarak adlandırılan referandumda dokunulmazlıklar kalksa oyunu değiştireceğini söyleyen bir genel başkanı vardır CHP'nin. Bu açıklamadan hemen önce veya sonra “iki madde olmasa evet verirdik” demiş olması da ihtimal dahilindedir.

Bunu uzatmanın anlamı yok. Kılıçdaroğlu dalgası yaz başından sonuna kadar güç bela süren bir tatil aşkı sayılabilir. Eleme turu benzetmesi ise yerinde görünmektedir.

Ancak girilen rotadan geri çıkılması artık zordur. CHP 2002-2009 arası Cumhuriyetin tasfiyesine ayak direrken 2010'da değişimi kabul etmiş, Baykal'ın Gülen'e ve telefonunu bulduğu diğer tarikat reislerine selam göndermesinin ardından, Kılıçdaroğlu bunların ötesine geçip bazı işleri AKP'den daha iyi yapacağını iddia edebilmiştir.

Burada kalsaydı, geri çıkabilirlerdi aslında... Ama Erdoğan'ın zafer konuşmasının ilk bölümünde açtığı liberal demokrasi kartın CHP'nin yağlarını eritmiş olmalıdır. AKP alay edercesine muhalefeti de kazançlı ilan etmiş, yani kimseyi daha fazla ezmeyeceğine bir nevi söz vermiştir. Bu kadarının CHP'yi kilitlemeye yeteceğini öğrenmiş olsalar gerek!

MHP'nin durumu daha kötü. Çünkü bu partinin pusulası yeniden çalışmaya başladı. MHP devletsiz bir hiçtir. Artık devlet diğer taraftadır ve MHP çözülüşe geçmiştir. Çünkü ana muhalefet de dahil, bunlar uzun süredir “müteahhit” partileridir. İhalelere kabul edilmeme olasılığı yüce ideolojilerine, yani cüzdanlarına uymaz.

(Efendim, ne dediniz? Cumhuriy... Cumhu...? Duyulmuyor, duyulmuyor...)

Bahçeli'nin İkinci Cumhuriyetçi manevra yapması mümkün olmayacağından, 2002 yazındaki gibi, “rest” çekmeyi akıl edecektir. Kavgaya girerek partisini konsolide etmekten başka çaresi yoktur.

Bunların dışındakiler zaten AKP'nin kanatlarının altına sığınmış bulunuyorlar. Referandumda Erdoğan'ın hık deyiciliğini yapan, dolayısıyla bertaraf olan diğer sağın dokuz ay içinde alternatif bir kimlik geliştirmesi olası görünmüyor.

Evet, düşündükçe bu bir eleme turuna daha fazla benziyor...

Düzen sularında yüzdürülmesi olası yeni teknelerin AKP'nin sivil-demokrat-liberal boşluklarına oynaması makul olur. Ama uğraşıp didinip ancak bir lider (!) çıkartan sosyal-demokrasi, yine uğraşıp didinip kurduğu partinin adını üç günde herkesin unuttuğu bir “sol” liberalizm, bir de Ufuk var ortada.

Bu denklemden boşluğu dolduracak bir dinamizmin çıkma şansı pek görünmüyor.

Öte yandan BDP'nin boykotunun seçim gündemiyle ilgisini kurmakta acele edilmemelidir. Boykot yapılmıştır yapılmasına, ama bölge seçmeninin bir dizi konuda AKP'ye fit olduğu görüntüsü de çıkmamış mıdır? Yaklaşımları itibariyle AKP'ye, parti tercihi itibariyle BDP'ye yatkın bir kitle gidecektir sandığa.

AKP bu kulbu daha çok kurcalar.

Dokuz ay hem kısa, hem uzundur. Şu anki tabloyu dondursak, düzene demirlemiş ama AKP'ye oy vermeyecek seçmenin sandığa gitmek için bir neden bulamayacağını tahmin edebiliriz.

Bütün bunlar bir kırılmayı haber veriyor. AKP'nin yeni Türkiye'sinin pürüzü, bir dizi siyasal direnç dağılmıştır ve Anayasa'nın yeni düzenlemelerini dokuz ay iyi kullanan bir AKP dağılanların toparlanmasına izin vermez.

Solda ise hayır kampanyasına imza atan çevrelerin bir bölümünün, daha 11 Eylül günü, 13 Eylül sabahına mahkeme randevusu vermeleri ilginç olmuştur. 12'sinde hayır deseler de, ertesi sabah yeni Anayasa hükümleriyle uyanacağımıza emin gibidirler. İnançsızlık başka nasıl salgılanır?

Bize gelince... İsteyen Erdoğan'ın miting kürsülerinde sıraladığı “hayırcılar” listesini gözden geçirip sağlama yapsın “bizim sol”, AKP hamlesi karşısında kırılmayan biricik siyasal hattır.

Bu yalın bir gerçektir.

O halde başkaları için çok kısa olan dokuz ay, bizim için doğurganlığı anlatmalıdır.