Chavez’den sonra...

Aydemir Güler'in "Chavez'den sonra..." başlıklı yazısı 08 Mart 2013 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

ABD iktidar çevreleri Chavez’in ölümünü bir dönemin kapanması olarak kutluyorlar.

Gerçekten öyle mi? Chavez bu derece belirleyici miydi?

Venezuela’daki güç dengelerini çok iyi izlediğimi iddia edemem. Hatta işin somut kısmını bilmediğimi itiraf bile edebilirim.

Ama Amerikan tezine karşı iki dayanağım var.

Birincisi, Amerikan tezi Venezuela’nın Chavez’li yıllarını tarihte istisnai bir sapma olarak görüyor.

Bu tamamen temelsizdir.

Sovyet sonrası dönemde köpeksiz köyde değneksiz gezmeye kalkan emperyalizmin beklediği olmadı. Çözülmeyen sosyalist ülkeler oldu bir kenarda. Moral değeri yüksek ama ölçeği dar, kuşatılmış Küba büyük askeri güce dayanan, ancak dışına etki saygılayamayacak ölçüde kendine özgü kuzey Kore...

Kapitalizme sert bir karşı devrimle dönen Rusya sistem tarafından yutulamadı. Rusya bölge ve dünya gücü konumuna yerleşti giderek.
Aynı yolu politik alt üst oluş yaşamaksızın dönen Çin de öyle. Bunlar sistem içi olsalar da, emperyalist merkezlerin hayallerine sığmayan örnekler.

Bizim Ortadoğu da sığmadı o hayallere. Emperyalizm bölgede egemenliğini hep yeniden tasarlıyor. Son olarak Arap Baharı kartı açıldı. O da solmaya başladı bile...

Latin Amerika ve Venezuela, sosyalizmi deviren kapitalizmin yeni statüsüne direnişin coğrafyalarından biridir. Chavez önemlidir ama olay onun hayatına indirgenemeyecek kadar köklüdür.

Neo-liberalizm, Soğuk Savaş dönemindeki uluslararası dengenin lağvedilmesiydi. Hukuken ulus-devletin önemsizleştirilmesiyle, sosyal olarak çoktandır görülmemiş bir yoksullaştırma ve yok saymayla, ekonomik açıdan herşeyin metalaştırılması ve sömürünün katmerlenmesiyle gelen bir saldırı.

Latin dalgası bu saldırıya karşı duruştur.
Direniş, sosyalizmin yenildiği koşullara doğdu. Kıta genelinde gerilla geleneği “özeleştiri” vermekte, uzlaşma aramaktaydı.
Sol dalga bunlara değil, eski devlet aygıtının dönüşümüne ve halkla buluşmasına yaslandı.
Eskiden burada, devletler için çizilen doğrultu, bağımlı ve güçlü olmaktı. Neo-liberalizm çağında ise bağımlılıktan köleliğe, güçlülükten önemsizliğe giden bir rota çizildi.

Chavez böyle bir temelden kaynağını alan direnci, “devlet katı” ile yoksul halk kitlelerini harmanlayarak iktidara taşıyan müdahalenin imzacısıdır. Geri çekilen emekçi örgütlerinin, geri çekilen sınıf mücadelesinin bıraktığı boşluğu kapatmak için tarihsel bir lider lazımdı. Chavez bu boşlukların, toplumsal mücadelenin zayıflığının üstünde büyüdü. Harmanlama işlemine kişisel rengini verdi.
Venezuela ordusunun içinden böyle biri çıkmasaydı, eski devlet mekanizması yine direnç odağı olurdu, ama kuşkusuz deneyim farklılaşırdı.
Chavez’in halk adamı kimliği, olağanın üstünde sempatikliği, bir dürüstlük ve temizlik örneği oluşturması... Bütün bunlar bir halk hareketini tetikledi, ancak Chavez olmasaydı, Venezuela’da kitleler neo-liberal barbarlığa karşı yine ayaklanacaklardı.
Ve bu iki damar bir devrimci iktidarın nesnel, maddi zeminini oluşturacaklardı. Chavezli veya Chavezsiz!
Özetle Chavez kişi olarak rastlantısaldı ama bu dönemin yaşanması kaçınılmazdı.
Amerikalıların duaları bu kaçınılmazlığı geçersiz kılamaz.
İkinci dayanağıma gelince. Emperyalizm giderek belirli bir stratejiyle hareket etmediği izlenimi bırakıyor.

Meğer, karşısında bir sosyalist ülkeler topluluğunun, bir bağlantısız ülkeler hareketinin, anti-emperyalist kurtuluş mücadelelerinin varlığı emperyalizmi disipline ediyormuş. Şimdilerde krizin nefesinden bir an önce kurtulmanın da telaşıyla gelişigüzel müdahalelerde bulunan, sürekli ayar yapan, sallanıp duran bir emperyalizmle karşı karşıyayız. Bunların Chavez’in ölümünü kutlamaları yalnızca derin bir ahlaksızlık değil, aynı zamanda stratejisizlik gibi geliyor bana.

Onlar daha zayıf.