Çağrı başka, strateji başka

Ergenekon soruşturması başladığında Kürt hareketi ve onun çevresinde kümelenen sol basbayağı mutlu olmuştu. Faşist kontrgerilla gidiyor, AKP ülkeyi demokratikleştiriyordu!

Kimisi bu netlikte, kimisi yuvarlayarak formüle etti: AKP de aslında gericiydi, o da çözüm değildi, ama... Böyle şeyler diyebildiler ciddi ciddi; çünkü Kürt hareketinden feyz alanlar için, yakın geçmişte emperyalist işgal konusunda Kürt siyasetlerinin takındığı tutuma benzer bir altyapı zaten hazırdı. O zaman da anti-emperyalizmin bir ilke olduğu reddedilmiyordu. Ama emperyalizm bazen işe de yarayabiliyor, Kürtlerin durumunu düzeltebiliyordu!

Bu nasıl ilke diye feveran etmeyin canım...

Tabii bazılarının referans kaynakları Kürt mücadelesi değil marksizmin türevleriydi. Bu durumda yardıma diyalektiğin ruhuna fatiha okutan tezler yetişiyordu. Şu anda baş düşman şuydu, baş çelişki bununla ötekinin arasındaydı; dolayısıyla faşizme karşı AKP'yle omuz omuza... Kimileri bu kadar büyük riskler almayıp bıyık altından sırıtmakla yetindiler.

AKP'nin TSK'sı Kürtlere vurduğundaysa gülme sırası “ulusalcılara” geliyordu. Belediye başkanları, siyasetçiler hapse doldurulurken, Roboski'ler yaşanırken... Gülecek ne vardı hiç anlamadım!

Bunlar yaşanırken biz uyarıda bulunduk ve çağrı yaptık. Bu saçmalık AKP'ye sürekli kredi açılmasını sağlayan bir oyundu. Hükümet aynı anda iki uca birden saldıracak kadar enayi değilse, iki tarafın da hayır duasını alabiliyordu.

Bunu AKP'nin siyaset becerisi olarak mı yorumlamalı, yoksa muhaliflerinin haline mi acımalı?

Böyle yapmayın dedik defalarca.

Solda kopyacı strateji uzmanları var. Bunlar derslerini çalışmıyor, mutlak bir tembellikle havada uçuşan birkaç veriyi kapıp fantezi dünyasına akıyorlardı. Siyaset yelpazesinin Kemalist/sosyal-demokrat/ulusalcı kanadıyla Kürtçü/liberal/özgürlükçü kanadının buluşması üstünden yazıp çizer oldular. Oysa çağrı başkaydı, strateji bambaşka.

Değişik adlandırmalarla tanımlanabilen bu kanatların dışında işçi sınıfını temsil eden ve sosyalizm seçeneğini savunan bir başka zemin kurmuştuk biz. Ve çağrımız aynı zamanda bir eleştiriydi. Çağrımız herkes çıkıntılarını törpülerse gül gibi geçiniriz anlamına gelmiyordu. Biz, tarafların organik ve vazgeçemeyecekleri çıkıntılarının nasıl da AKP diktatörlüğüne su taşıdığını gösteriyorduk. Çıkış bulmak için olmayacak duaya amin demiyor, bu kesimleri teşhir ediyor, başkalaşmaya, dönüşmeye zorluyorduk. Zamanla yeni örnekler eklendi. Gülen-AKP kapışmasında taraf tutmaktan kendini alamayan “solcular” peydah olmadı mı?

Bizim stratejimiz solun bağımsız alanını güçlendirmekti. Solu AKP'nin iki muhalefeti arasında un ufak etmek değil!

Aradan yıllar geçti. Kopyacılar bir adım ileri gidememiş, anlaşılan.

Kendi fantezisine inanarak yol alınamazdı zaten. “Haydi öpüşün barışın!” Solun söyleyeceği bu olabilir mi? “Üstünde devindiğiniz veya temsil ettiğiniz muhalefet dinamiklerini birbirine düşmanlaştırarak AKP'nin tuzağına düşüyorsunuz” saptama ve eleştirisi böyle ilerletilebilir mi?

Bir de, böylesi bir birliğin kanıtını Haziran Direnişinde bulduklarını zannetmiyorlar mı! Öyle bir şey yaşanmadı oysa. Haziran Direnişinin gücü beş benzemezin yan yana gelmesi ve bir “çokluğun” oluşması değildir. Sorun hareketin bileşenleri içinde diğerini dönüştürecek bir yoğunluğun bulunmamasıdır. Kitlelere en genel ilericilik halinden öte bir ideolojik karakter kazandırılamamıştır. Siyasal talepler neyin istenmediğinin ötesine taşınamamıştır. Hareket bütün bu yönleriyle, örgütsüz ve önderliksiz kalmıştır. Kitle hareketinin siyasal doğrultu ve derinlik zaafını, kof bir birlik imajıyla örtemezsiniz. Aktivite siyasetin bir alanı ve aracıdır, siyasetsizliğin özrü değil.

Kimileri 2011 seçimlerinin sonuçlarına baktıklarında kendileri sosyalist olmayan iki partiden meclise bir miktar sosyalist vekilin taşınmasından mutlu oldular. Mecliste sosyalistlerin bulunmasında bir kötülük yok tabii ki. Ama buradan bağımsız işçi sınıfı siyasetinin gereksiz olduğu sonucunu çıkartanlar... Bunların hali hakikaten yaman...