Bol hakaret, birkaç soru, birkaç yanıt

Genellikle soL portal yazarları olarak yayın düzenini söz verdiğimiz güne yazıyı yetiştiremeyerek bozarız. Bu hafta istisna oldu bu yazıyla üst üste üçüncü gün yazmış oluyorum.

Çünkü sorular geldi.

Sorulara teşekkür, hakaretlere gülüp geçmece... Nedense Türk solunda “emperyalizme karşı mücadele de nereden çıktı” diyebilecek ölçüde bir çürüme var.

* * *

Hiç farkı yoktur! 12 Eylül faşizmi altında boy atan sivil toplumculuk, ünlü bir temsilcisinin söyleyişiyle “belirsiz yarınlar (sosyalizmi kastediyordu elbette!) için bugün feda edilemez” diyor ve pratikte Özal'ın arkasında kuyruğa giriyordu. O dönem komünist adını sırtında ağır bir yük gibi taşıdıkları sonradan anlaşılan kimileri Turgut Özal'ı gerçekten fırsat sandılar. Hem yasal alana çıkıverme, hem de komünizmi Gorbaçov usulü liberalleştirme fırsatı! Sosyalizm gündemde yoktu ki zaten...

Bu akım işçilerin Bahar Eylemlerine, Zonguldak'tan çıkıp yürüyenlerin “Çankaya'nın şişmanı işçi düşmanı” sloganına çarpmıştır.

Farkı yoktur! Kürt hareketi bunu izleyen evrede ilk kez ANAP'la beraber bir Kürt reformu yapılabileceğini düşünmeye başlamıştır. 1980'lerde sol ile Kürt ulusal kurtuluşçuluğu arasındaki mesafe, solun varlığının fiziken kuşkulu hale gelmesine bağlanabilir. Ama yenilgi yılları sosyalizmin bir seçenek olduğunun yadsınması anlamına gelmiyordu. Kürt hareketi için de böyle... “Özal'lı Kürt çözümü” fikriyle beraber durum değişmiştir. Bundan itibaren solla Kürt siyasi hareketi arasındaki mesafede, ikincinin birinciyi bir seçenek olarak görmemesi ön plana çıkmıştır. Kürt hareketi soldan en fazla tabiyet beklemiştir.

Sosyalizmin üstünü çizmek açısından farkı yoktur! Özelleştirme propagandası solda “kamu işletmeciliği hakikaten verimsizlik yaratıyor” diye yankı bulmuştu. Bunun adı sosyalist planlamanın, koskoca Sovyetler'de bile çökerken (!) bir seçenek olarak görülmemesiydi.

Bütün bu zırvalıklara ABD'nin Ortadoğu'nun diktatörlerine karşı demokrasi getirebileceği yolundaki fikirler de eşlik etti. “Yeni Dünya Düzeni”nin ilk kelimesi solun malı değil miydi zaten?

Bitmedi, arkadan AB sevdası geldi! Biraz sıkıştırsanız, elbette biliyorlardı orada da sömürünün hüküm sürdüğünü ama Avrupa'nın kırıntısı bile geri kalmış Türkiye'den iyiydi. Ah şu askerler hizaya bir getirilseler...

Çünkü, aslında arka plan hep aynıydı: Sosyalizm gerçekçi değildi, alternatif olamazdı. Belki yeterince sivilleşirsek, ekonomimiz verimlileşirse, demokrasi gelişirse, Kürt sorunu çözülürse...

Sosyalizmin, yurttaşlık bilincinin gelişmesi, kalkınma, halkın katılımı ve halkların eşitliği için de kendine ait bir modeli olduğu unutulmuştu. Evet ya sosyalizm, kapitalizm koşullarında ve emperyalizmin kucağında edinilebilecek yurttaşlığın, ekonomik gelişmenin, demokratik hakların toplamı değildir!

İnönü'nün, Demirel'in, Ecevit'in, Tayyip'in peşinde sürüklenilen yılları geçiyorum. Bu on yıllar boyunca Gelenek önce bir inat olarak ortaya çıktı. Sonra demokrasiyle yetinelim'cilerin hep bir ağızdan sekterlikle suçlayıp izole etmek için uğraştıkları bir parti hareketi inşa edildi. Öyle ki, anti-emperyalizmi, kamuculuğu, aydınlanmacılığı ve bunların her birinin içine sinmiş enternasyonalizmi bu ülkeden silmek herhangi bir babayiğidin harcı değildir artık.

Buraya kadarı soruların değil, iki gündür sosyal medyada yayılan düzeysiz sataşmaların yanıtıdır.

* * *

Bir soru PYD'nin Amerikan yardımı almasıyla Şam yönetiminin benzeri ilişkilerinin karşılaştırılmasına dayanıyor. Birine karşı çıkarken neden diğerinden söz etmiyordum?

Basit bir nedenle ki, Suriye Baas'ının bir gözünü emperyalizme dikmesi Türkiye'de sosyalist formasyonu doğrudan etkilemiyor. Örneğin kimse Esat'ın Obama'yla nikah tazelemesini bayram yapıp kutlamayacak. Dolayısıyla bunu yazmak aklıma gelmemiş olabilir...

Ancak Türkiye'de ve dünya solunda, emperyalist ve gerici taarruza karşı Suriye'yi savunanlar arasında Baas hakkında hayal görmeyen birileri aranırsa, soL tereddütsüz biçimde örnek gösterilebilir. Kuşkusuz Baas bir burjuva hareketidir ve herhangi bir burjuva hareketinin anti-emperyalizmi tutarlı bir ilke olarak hayata geçirme olasılığı yoktur.

* * *

İki gün önceki yazıda AKP'nin Suriye Kürt hareketini Şam'a doğru “ittirdiğini” yazmıştım. Burada kast ettiğim IŞİD ile TSK arasına sıkıştırılan PYD'nin Baas'la ittifaka girmesi veya işbirliğini daha belirgin bir tercih haline getirmesi olasılığı. AKP Suriye Kürtlerini Baas'la birleşmeye zorlamaya çalıştı. Bu yolla Kürt hareketini 'düşman Esed'in işbirlikçisi, kardeşi ilan edecek, Batıdan güç bulmasını önleyecekti, vs vs.

Bu planı bir fantezi sayıyorum. Sahada, savaş koşullarında karmaşık ilişkiler, işbirlikleri, ateşkesler, geçici çatışma durumları yaşanabilir. Bunlar olur ama Kürt hareketinin verili yönelimi Baas'la ittifak olamaz. Kürt hareketinin pragmatizmi, ülkenin yarıdan fazlasını kaybetmiş, artık güçsüzlüğe ve kuşatılmışlığa mahkum yaşayacağı kesin bir Şam iktidarıyla ittifaka uymaz. Hele AB ve ABD başka bir ortaklık önerirken...

* * *

Bu hafta Kıbrıs'ı sadece örnek vermiştim. Aynı konuda daha önce yazdım. soL portal arşivinden bulunması mümkündür. Son olarak Temmuz sonunda yazdım diye hatırlıyorum...

Kıbrıs'ın üçte biri 1974'ten beri işgal altında. Buraya kadarı “nötr” bir dildir. Türkiye kırk yıldır, daha önce ayrı bir devletin hüküm sürdüğü bir ülkenin üçte birini silahla kontrol altında tutmaktadır. Bunun lugattaki adı işgal.

Barış Harekatı adı verilen operasyonsa nötr değil.

1950'lerde Britanya sömürgeciliğine karşı kurtuluş rüzgarına kapılan Kıbrıs 1960'lar ve '70'lerin başlarında belirgin biçimde sola kaydı. Doğu Akdeniz coğrafyasındaki stratejik konumu bile, Sovyet dostu ve sosyalizme açık bir Kıbrıs'ın dünya dengelerini yerinden oynatacağını görmeye yeter. Bu yönelimin durdurulması ve Kıbrıs'ın kadük edilmesi bir NATO planıdır. Yunan cuntası darbeye teşvik edilmiş, Türkiye'ye müdahale için yeşil ışık yakılmış (bunun için romantik Ecevit ve fetihçi Erbakan ikilisi bulunmaz bir şanstı!), yeni iç sınır utanmazca Britanya elçilik binasının bahçesine çekilmiştir.

Bu bütünlükten bakıldığında Kıbrıs'ta sorun Kıbrıslı Türk ve Rumlar arasında değil, emperyalizmle Adanın bütünü arasındadır. İşgale son verilmesini dile getirmekse, ilk önce ve en yüksek sesle Türkiye'de bizim için siyasal ve ahlaki bir görev sayılmalıdır. Aynı Kürt halkımızın uğradığı baskı, asimilasyon ve her tür adaletsizliğe önce Türkiye solunun karşı çıkması gibi... Erdoğan Ermenileri aşağıladığında bizim yerimizden fırlamamız gerekmesi gibi...

Kırk yılın sonunda Ankara Kuzey Kıbrıs'ı kumarhane/batakhane ekonomisine dönüştürmüş, mafiyöz/kontrgerilla düzeni oluşturmuş, nüfus yapısını Anadolu'dan göçle radikal biçimde değiştirmiş, Kıbrıslı Türklerin süregiden dışarı göçünü hızlandırmış bulunuyor.

soL'un parçası olduğu komünist çizgi Kıbrıs konusunda Türk milliyetçiliğinin dışında durduğu kadar, AB üyeliğini çare, AKP'yle diyaloğu bu çareye giden yol, İngiliz üslerini de pazarlık unsuru olarak gören gerici liberal yaklaşımlara da karşı çıktı.

Yurt içinde de, Kıbrıs'ta da, uluslararası sol harekette de sanıldığının ötesinde etkili olduk.

* * *

Kafalarda samimi sorular uyandırmış mıdır, bilemiyorum. Ama emperyalizmle ilişki sorgulamasında Lenin'in 1917'de Rusya'ya Almanya üstünden dönmesini ve İkinci Savaşta Stalin liderliğinin Batıyla ittifak kurmasını hatırlatanlar oldu. PYD'nin Amerikan koalisyonuna alınması ve askeri yardımla bunlar arasında bir benzerlik aramak, demagoji değilse, çok zorlama olur.

Bolşevikler Alman emperyalizmiyle beraber bir iş çevirmiş de kimse duymamış mı? Yoksa Ekim Devrimi, en başta Alman işçi sınıfına uzanan bir yoldaşlık çağrısı mıydı? “En başta”, çünkü Almanya beklenen dünya devriminin merkezi sayılmaya devam ediliyordu...

Sovyetler Birliği Büyük Anayurt Savaşını Amerikan ve İngiliz desteğiyle kazanmış da haberimiz mi olmamış? Nazizmi Kafkasya'dan Balkanlara, Berlin'e kadar süpüren Kızıl Ordu'nun Amerikalı danışmanları mı varmış? Yoksa uzun süre purolarını yakıp Hitler'in sosyalizmi yok etmesini bekleyen emperyalistler, tam da ibre Sovyetler'in ve solun lehine dönünce mi apar topar ikinci cepheyi açıp Avrupa'yı komünizmden korumaya mı soyunmuşlar?