Bir numaralı sorumlu

Aydemir Güler'in “Bir numaralı sorumlu” başlıklı yazısı 5 Nisan Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Erdoğan’ın son konuşmalarından biri trafik hakkında. Ben bu satırları yazarken “son konuşma”ydı. Ama eminim siz okuyana kadar birkaç tane daha eklenecektir.

Başbakan Türkiye’nin iki büyük sorunu olduğunu, birinin terör diğerinin trafik olduğunu söyledi. Buraya kadar makul gelebilir ama bitmedi: Trafik sorunu dediğin, alkol!

Kahvehanede söylense “laf işte” der geçersiniz. Ama bu Başbakan, bir bildiği olmalı!

Türkiye’de trafik kazaları içinde alkollü araç kullanımının payı önemsizdir. Alkollü araç kullanılmasın, tamam. Ama tahrifat da yapılmasın!

Trafik sorunu otomotiv tekellerinin kâr sorunudur. Metropoldü, kasabaydı demeden bütün kentsel yerleşimlere kanser gibi yayılan bu sorunun geldiği nokta, kent içi yolların belki yarısının otoparka dönüşmesi ve ulaşımın olağanüstü yavaşlaması oluyor. Tabii ulaşım mümkünse!

Sorunun çözümü için değil, durumun sıradanlaştırılması için bayağı bir faaliyet yürütülüyor. Eskiden yol durumu denince akla kar, buzlanma, yol yapım çalışması gelirdi. Artık ortalama hızın saatte 10 km mi, 35 km mi olduğu geliyor. 40 km falan denirse, mutlu olacaksınız...

Trafik yetkilileri, sorunun kendisiyle zaten uğraşamazlar, ekonomik yapı onların işi değil. Ama eskiden sorunun hiç değilse görüngüsüyle uğraşırlardı. Şimdi ekranda yol durumunu gösteren renklerle, durumu tanımlayan terminolojiyle ilgileniyorlar. Adım adım giden trafiğe “yoğun ama akıcı” deyip rengini de yeşile çevirince maaşlarını hak ediyorlar.

Erdoğan’ın memuru ve medyası bunu yapıyor, kendisi ise bu uyduruk tabloya dini sokuşturuyor. Alkol kullanan katiller ve alkol almayan masumlar! Bravo Başbakan’a...

Türkiye’de meselenin özüyle değil diliyle ilgilenmenin tek örneği bu değil.

Birkaç gün önce büyüme oranları açıklandı. Ekonominin gözlerden gizlenemeyen dökülme hali önemli değil, yetkililere göre kimse bununla uğraşmıyor. Ama kredi değerlendirme kuruluşlarının büyüme oranları bilgisini hemen önceleyen pozitif açıklamaları hükümet üyelerinin çok daha fazla gündemine girdi. “Yetmez” dediler. Daha fazla artı puan istiyorlardı.

Oysa işin özü Türkiye’nin 2.2 büyümüş olmasının, alarm değil kabus olduğudur. Üstelik büyümeyi taşıyan sektörler de Allahlık. Konut fazlası olan Türkiye ekonomisini inşaat sektörü taşıyorsa, buna büyüyoruz değil “duvara doğru koşar adım gidiyoruz” denir.

Bunu izleyen diğer alanlarsa, Bağdat Caddesi’nde bakkal ve eczaneden daha çok rastlanan görüntüleme merkezlerinden anlamamız gereken “sağlık sektörü” ile artık apartman dairelerine tabela asabilen özel üniversitelerden tahmin edebileceğimiz gibi “eğitim sektörü”. Bu ikisinin zaten kâr amaçlı bir ekonominin “sektörü” olarak görülmeleri rezalet!

Haberleri izliyorduk...

Akil insanlar komisyonundan sonra bir de Meclis’te çözüm süreci komisyonu oluşturuldu. Ada’ya, Avrupa’ya, Kandil’e gidip gelecek heyetlerin de bileşimini her hafta tartışmaya devam edeceğimiz kesin.

Fazlası yok, eskiği var. Emin olun barış süreciyle ilgili organlar pıtrak gibi çoğalacak.

Barış Meclisleri kurulacak bunlara, bir gün AB’yi ertesi gün BM’yi bilgilendirme heyetleri eklenecek.

“Komisyonlar neden yalnızca bölgesel esaslı oluyor ki” denecek. Neden başka tanımlar düşünülmesin? Barışta kadınlar komisyonu, akan kan dursun sanayici ve işadamları topluluğu, analar ağlamasın gençler meclisi... Hem öte yanda şehit yakınları, gazi birlikleri vb. başka sivil oluşumlar varsa, bir de bunlarla diyalog kurmak üzere çeşitli bileşimler yaratılabilir.

Maksat katılım bol olsun. Herkes kendini işin parçası sanabilsin. İçeri girmek isteyip de kapıyı bulamayan kimse kalmasın.

Küresel denen iletişim çağında bunun adı “yönetişim” oluyor. Toplum boğulmakta olduğunun farkına varmıyor. Varırsa da kendini suç ortağı hissettiğinden ses çıkarmıyor.

Erdoğan’ın deyişiyle “bir numaralı sorumlu”lar yakalarını böyle kurtaracaklarını sanıyor.