Bir manşet, bir imza

AKP’nin meşruiyetini sorgulamak... Bu çabanın belirli bir bütünlüğe oturtulması gerektiği açıktı. Çünkü bu basit bir mesele değildi.

Değildi, çünkü AKP basbayağı seçim kazanıyordu.

Seçimin parayla, dinle, devletle, medyayla, dış destekle, barajla yapıldığını biliyor olabiliriz.

Güzel. Adaletten söz edemiyoruz. Ama seçimin bu şekilde tasarlanıp hayata geçiriliyor olması, başlı başına bir siyasi denge sonucudur. Kabaca, siyasi güçleri var ki, böyle bir seçimi uygulayabiliyorlar.

Sonra AKP’nin memleketi demokratikleştirdiği konuşuluyordu. Kimilerine göre...

Evet, sosyalist solun bir bölümü, kemalist kesimler, kimi demokratlar bu tezi reddettiler. Onlara ve bize göre demokratikleşme değil totaliterleşme yaşanıyordu. Ama mesele bizim ne düşündüğümüzde başlayıp bitmiyordu ki. AKP’nin yarattığı dönüşüm Türkiye’ye iyi bir şeymiş gibi uzun süre yutturuldu.

Bu cephelerde uyanıklığını koruyanların bir bölümüyse istikrar kavramına takıldılar. Yalan yanlış seçimlerle memleketi diktatörlüğe götürüyorlardı, ama ekonomi de büyüyordu. Homo economicus olduğunu zanneden halk bir maliyet hesabıyla özgürlüğünü, ya da ne olduğunu, bir işine yarayıp yaramadığını pek de çözemediği demokrasiyi satabilirdi. Milli gelir artıyordu.

Ve başka başlıklar. En etkilisi din olmak üzere... Gerisini siz ekleyin.

Dolayısıyla AKP’nin meşruiyetini sorgulamak kolay iş değil.

İşi kolaylaştıracak veya mümkün hale getirecek tek şey, bu sorgulamayı kuvvetli, sağlam örülmüş bir çerçevenin, bütünlüğün içine yerleştirmektir.

Bütünlük dediysem her mesaj için koskoca kitaplar yazılması gerekmez. Zaten koskoca kitaplar çağrı yapılan kitle tarafından okunmaz. Ama kısacık bir mesajın arkasında, tabir caizse kütüphaneler dolusu kitap, veya daha sade bir ifadeyle siyasi akıl olmalıdır.

Meclis’in terk edilmesi için milletvekillerine çağrı yapan “akıl” hükümetin fişini çekmekten söz ediyor. Bunun karşısına çeşitli argümanlar çıkartılabilir.

Örneğin yasal olarak bu sonucun elde edilme garantisi yoktur, denebilir. Doğrudur.

AKP’nin gidip de yerine bir seçim hükümeti kurulacağının da garantisi yoktur, denebilir. Doğrudur.

Daha çok şey denir. Hepsi kendilerine ait çerçevelerde mantıklı olur.

Bugünlerde insanların, beklenenden çok daha yoğun bir heyecanla imza attıkları metin bu tür akıl yürütmeleri yanıtsız bırakmadığı için bu ilgiyi çekti, bence.

O da özetle şudur: Çekilme çağrısının içine oturduğu çerçeve hukuksal akıl yürütmelerden oluşmamaktadır. Bu çağrı AKP’nin sıkışmasıyla halkın, vicdanın, umudun yeniden dirileceğini varsaymaktadır. Halk, vicdan ve umut yoksa bu çağrı beyhudedir.

Bu çağrı AKP’nin zayıf olduğundan hareket etmektedir. Çağrıyı alıp da AKP’nin seçim değil zafer kazandığı, memleketin normale, fabrika ayarlarına döndüğü iddiası veya saptamasının içine oturtursanız, çok saçma olur.

Bu çağrı, düzenin içerdeki ve dışardaki paydaşlarının, yani geniş anlamıyla egemen güçlerle AKP arasındaki çatlağın küçük olmadığını varsaymaktadır. Ama buradan umudu Amerika’ya bağlamayı çıkartırsanız, imzaya ne gerek var? Emperyalistler aydının, halkın, solun inisiyatif alması halinde bundan hoşnut kalmayacaklardır ki. Tersine bu durumda aydın, halk, sol buharlaşana kadar AKP’ye destek vermeyi tercih edeceklerdir.

Ama bu varsayım, yönetenlerin yönetmekte zorlandıkları anlamında bir bütünlüğün parçasıysa, o zaman çağrı tutarlıdır.

Özetle ne çağrı, ne atılan imza, ne soL’un geçen günkü manşeti bütünlüklerinden kopartılabilir. Kopartılırsa değersizleşir. Kopartılmazsa konu kaç milletvekilinin bu çağrıya icabet edeceği olmaktan çıkar.

Bu süregiden bir mücadeledir. AKP’nin meşruiyeti sorgulanmalıdır.