Almanya’yı ne yapmalı?

Tabii, Batıya seslenerek afra tafrası yapılmalı; ama mesajın “halk” tarafından alınacağı bilinerek.

Diplomasinin dünyasında bundan fazlasına normal koşullarda gerek yoktur. İlgili herkes bilir, anlar, dolandırılan lafların ne kadarının demagojik/popülist söylem olduğunu ve gerçek hayatta nelerin mümkün olacağını… Ama AKP için gerek var; ve belki de, çiçeği burnunda başbakan zaten her gün farklı bir mesaj vermekle yıpranmayacak bir tip olduğu için bu görevdedir. Turgut Özal’ın Akbulut’unu aratan Binali Yıldırım’ın “tolere edilebilir yıpranma oranı” sonsuzdur. Bunun rahatlığıyla ve yüzsüzlüğüyle olsa gerek, “Almanya’yla ilişkilerin kötüleşmesini beklememek gerektiğini” söylemekte hiç gecikmedi. “Bizim atalarımız…” içerikli afaki nutkunu neredeyse bitirir bitirmez!

Genel olarak, başka zaman başka yerde, söylenmesine hiç gerek yoktur. Ne yani, bir soykırım yasası çıktı diye, AB’yi mi sorgulayacak Ankara, NATO üyeliğini mi? Hangi Alman yatırımından, hangi pazarından ve hangi seçmen kitlesinden vazgeçecek? Türkiye bağımlı bir ülkedir ve gerisi palavradır. AKP ise “aman yanlış anlamasınlar” telaşına düşmüştür.

Haklılar, çünkü öyle “bağımlı” denip geçilemeyecek bir durumun eşiğindeler. ABD’nin Suriye ve Kürt mesajları Alman parlamentosunun yanına konduğunda, bir Noriega sendromundan söz etmek fazlasıyla mümkündür. Eski Panama lideri ve aynı anlama gelmek üzere (!) CIA ajanı Noriega açık ABD müdahalesiyle görevden indirildiğinde 56 yaşındaydı. Tutuklandı, götürüldü, hapislerde gezdirildi ve 1989’dan 22 yıl sonra, 2011’de ülkesine iade edildi. Yaşını hesaplayın, halini düşünün.

Sendrom demek, “aynısı olacak” demek değildir ve -aman yanlış anlaşılmasın- bizim memleketimizin başına benzerinin gelmesini dileyecek halimiz de asla olamaz. Emperyalizmin o ölçülerde oyuncak ettiği bir ülkenin iflah olması çok güçtür çünkü… Sosyalist devrim çok şeye kadirdir, ama geleceği düzgün birtakım miras öğelerinin üzerine bina edebilirsiniz ancak.

Yeri gelmişken; Türkiye’nin geleceğinin üstüne bir de bu tehdit çöktü. Bizim buralarda adına “halk” denecek bir topluluğun ve bir “ülke”nin varlığını koruması için sosyalizm çok ama çok acil bir gereksinim haline geldi…

AKP’nin Almanya kızgınlığına dönersem, bu söylem, Erdoğan’ın genel hitabı gibi cahiller içindir. Sokakta, bir küçük dükkânda, toplu ulaşım aracında rastlamış olmalısınız. Ben rastladım, bir büfeci “devletten beklemeyelim her şeyi” diyordu. Alman mallarını millet boykot etsinmiş! Milliyetçilik körleştirir. Cehalet zaten yarı körlük değil mi?

İkinci olarak, artık “tarihçilere bırakalım” demagojisi bırakıldı, farkındaysanız. Tarihçilere bırakmak saçma bir fikir olsa bile, sıradan insanın bilgi sahibine, okumuşa hürmetine yaslanır. Şimdi cehaletin, vicdansızlığın, yalanın, palavranın zamanı! Hâlâ “ah AKP’yi dışlamasalar” veya “acaba AKP AB’ci günlerine döner mi” diye kıvrananlar var. Öyle olsa kaç yazar; ama bunu geçin. Şimdi AKP Türkiye’sinde normal olan, 24 Nisan haftasında İstanbul’un Ermeni yurttaşların yaşadığı bilinen semtlerine abuk sabuk yazılar asmaktır.

Bu afiş meczupluk veya aşırı faşizm değil, AKP’nin ta kendisidir!

Çünkü sıkışan burjuva iktidarların bir sığınağı da milliyetçi delirme halleridir. Milliyetçilik dediğimiz akım çok zamandır yalnızca lafta emperyalizme kafa tutan bir ajanlık müessesesi. Bizde de öyle. AKP o tarafa doğru gaza basınca sağında ve solundaki iki muhalefet akımını hemen yedekleyeceğini, dolayısıyla boşa düşüreceğini bilerek davranmıştır. Almanya “Ermeni” dediğinde burada CHP ve MHP tükendi!

Dört; Türkiye’de özel olarak Ermeni sorununun küfür kıyamet canlı tutulması bir zombi iktidarı için manalı dayanaktır. Vicdansızlık bir iktidar mekanizması olduysa Ermeni düşmanlığı bu mekanizmanın en verimli yakıtı. Kolay değil, topraklarımızın gördüğü en büyük, en yaygın, en acımasız zulümden söz ediyoruz!

Cehalet ve vicdansızlık bu raddeye vardıysa, yani iktidar alabildiğine sağa gitmişse, ortalama bir eleştirinin işleri kolaylaştıracağı düşünülebilmektedir. “Vasat” yerine göre “Ermeniler de bi’ insan” olur, yerine göre “o kadar da değil” türünden bir kapıya çıkar. Ortalamacılığın simetriği de vardır ve Ermeni toplumu adına AB’ye dönüp “AKP yüzünden Türkiye’ye kapıları kapamayın” denir. Veya “bütün Türkler de katil değil, canım…” Bunlar ister Türk ister Ermeni kimliklerinin zemininde üretilsin, AKP iktidarının dayandığı cehaletin, vicdansızlığın, en azından bir kısmını paylaşmak anlamına geliyor.

Oysa madem ki rejim cehaleti ve vicdansızlığı bu kadar ifrata kaçırdı, fırsat bu fırsat, en radikal düzeltme yapılmalı, yani bu kepaze yapıya tam cepheden girişilmelidir.

Türkiye bu kadar gerilemişken, denecektir, “çok zor.”

Bu kabullenişi, ehvenişerciliği reddetmek zorundayız. Türkiye’nin cahil ve vicdansızlar ülkesi olduğunu düşünenler gölge etmesinler. Bizim ihtiyacımız olan mutlak aydınlanma, mutlak iyilik. Ne AKP karşıtlığı adına Almanya’nın kararına bıyık altından sırıtmak ilericilik, ne de bu rejimi “canım ama” diye püskürtmek mümkün. Yarım yamalak AKP eleştirileri bir işe yaramadı. Aydınlanma ve iyilik, bunların amasız fakatsız biçimleri enerji yaratacaktır, yaratıyor.

Zor değildir, o kadar aklımız ve bilgimiz var. Tartışmaya sınıflardan başlanmalıdır. Ermenilerimizin maruz kaldığı felaket veya soykırım sınıfsaldır! Yoksuluyla hallicesiyle, toplamda ciddi bir servet yeni burjuvaziye aktarılsın diye milyonlarca insan ölüme ve sürgüne yollanmıştır. Bu alçaklıkta Türkiye emekçilerinin, yoksullarının çıkarı olmadığı gün gibi ortadadır.

Soykırım denecek mi denmeyecek mi? Bizim yanıt vereceğimiz soru başka. Biz sınıflarından ayrıştırılmış anlamıyla soyut Ermenilerin ve soyut Türklerin değil, Ermeni ve Türk, Hıristiyan ve Müslüman emekçilerin çıkarlarının tarihte ve bugünde ve gelecekte ortak olduğunu bilir ve bundan hareket ederiz. Türk burjuvazisi tarihindeki Ermeni kanından ve başka kanlardan arınamaz. Emeğimiz ise tertemizdir! Tertemiz emeğimizle, sınırsız vicdanımız ve iyiliğimizle neye ne isim takacağımızı saplantı haline getirmemesini de biliriz.

Etrafından niye dolanalım? Topraklarımız bu kan ve kirden “yüzleşme” türü kavramlarla temizlenmez. Bize büyük bir hesaplaşma lazım! O hesaplaşma, kimliklerimizi parmağında oynatan ve burayı bir ülke, bir halk olmaktan çıkartmak üzere olan emperyalizmi kapsamıyorsa koskoca bir yalandır. Yağma üstüne kendini kuran sermaye sınıfıysa hiçbir şeyle yüzleşemez.

Bunlardan aşağısı kurtarmaz. Madem bu kadar çirkinleşti dünyamız, bizi ancak en güzeli, mükemmeli aramak kurtarır. Sosyalizm buna kadirdir.