TBMM, Can Atalay kararıyla intihar girişiminde bulunup Anayasayı rafa kaldırmış ve yeni bir istibdat döneminin kapısını açmıştır. “Tarih tekerrür etmiyor” denebilir mi?

Tarihin tekerrürü mü?

TBMM’nin Hatay’dan milletvekili seçilmiş olan Can Atalay’ın vekilliğini düşürmesi, ‘tarih yeniden mi yazılıyor’ sorusunu akla getiriyor.

Bir an için 163 yıl öncesine gidelim. Sultan II. Mahmut’un oğlu Sultan Abdülmecit 25 Haziran 1861 tarihinde ölünce, onun kardeşi Abdülaziz padişah olmuştur. Tek kadınla evleneceği ve tutumlu olacağı gibi vaatlerle bu makama oturan Abdülaziz, devlet için bazı yararlı işler yapmış olsa da, giderek lüks harcamalara ve keyfi davranışlarda bulunmaya başlamıştır. Meşrutiyet yanlısı Genç Osmanlılar onun aleyhine döndüğü gibi, orduda da, medrese mensupları arasında da ona karşı tepkiler artmıştır. 10 Mayıs 1876’da çoğunluğunu medrese öğrencilerinden oluşanların yarattığı kargaşa-softalar ayaklanması- sonrasında Abdülaziz tahttan indirilmiş, 4 Haziran’da da odasında bilekleri kesilmiş olarak ölü bulunmuştur.

Abdülaziz’i tahtan indirenler, Abdülmecit’in oğlu V. Murat’ı, 30 Mayıs 1876’da tahta çıkarmıştır. Onun akıl sağlığının bozulduğu düşüncesiyle yeni sultan arayışına giren Mütercim Rüşti ve Mithat Paşalara, V. Murat’ın kardeşi Abdülhamit (II.), “Rüşti Paşa’nın sadarette kalacağını, Mithat Paşa’nın en büyük arzusu olan Kanun-ı Esasi’yi ilan edeceğini vaat1 edince,  31 Ağustos 1876’da V. Murat’ın yerine tahta çıkarılmıştır. Rüşti paşanın istifası üzerine 20 Aralıkta Mithat Paşa’yı sadrazamlığa getiren II. Abdülhamit, 23 Aralık 1876’da Kanunu Esasi’yi ilan etmiş ve 19 Mart 1877’de de Osmanlı Meclisi’nin açılmasını sağlamıştır. Ancak Kanunu Esasi’nin 113. maddesiyle kendine tanınan yetkiyi kullanıp Mithat Paşa’yı2 5 Şubat 1877’de sadrazamlıktan alıp sürgüne göndermiştir. II. Abdülhamit, Osmanlı-Rus savaşını (93 Harbi) bahane ederek Kanunu Esasi’yi askıya alıp meclisi kapatarak, 33 yıl sürecek ‘İstibdat’ dönemini başlatmıştır. Asılsız suçlamalarla muhaliflerin tutuklanmasına başlanmıştır. Osmanlı Devletinin dış borçları tavan yapınca, 20 Kasım 1881’de borçların ödenmesini kontrol edecek ve yabancıların denetiminde olacak Düyunu Umumiye İdaresi kurulmuştur. Abdülhamit, Rumeli’de askerlerin ayaklanması üzerine, 24 Temmuz 1908’de Kanunu Esasi’yi yeniden yürürlüğe koymak zorunda kalıp II. Meşrutiyeti ilan etmiş, ‘31 Mart Vakası’ denen gerici ayaklanma üzerine 1909’da tahtan indirilip Selanik’e sürgüne gönderilmiştir.

Şimdi de 22 yıl öncesine gidelim. AKP, 2002 seçimleri öncesinde yoksulluğa, yolsuzluğa ve yasaklara son verecekleri propagandasını yapmıştır. CHP lideri Deniz Baykal’ın girişimi ve desteği ile mecliste yasa değişikliği yapılarak, Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilme yasağı kaldırılmıştır. 9 Mart 2003’te milletvekili seçilen Erdoğan, 14 Mart’ta da başbakan olmuştur.

İktidarın desteğini arkasına alan Fetöcü yargı organları, Ergenekon ve Balyoz gibi düzmece davalarla kimi Atatürkçü subay ve aydınların dünyaları dar edilmiştir.

Abdullah Gül, Hüseyin Çelik, Ömer Dinçer, Nimet Çubukçu, Abdüllatif Şener, Ali Babacan, Vecdi Gönül ve Ahmet Davutoğlu gibi Başbakan’ın yakın siyaset arkadaşları, zamanla bir şekilde tasfiye edilmişlerdir. Deniz Baykal, bir kaset olayı sonrasında genel başkanlıktan düşürülmüştür. 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliğinde ‘yetmez ama evet’çiler, ‘Kürt Açılımı’ sırasında da ‘akil adamlar’ kullanılmıştır.

Başbakan, 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği öncesinde 2 Şubat 2009’da, “… Eleştirel akıl olmadan, eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan, yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek asla birbirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mani olmamalı. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur. Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki Türkiye ne Çetin Altan’ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye’dir, ne de Nâzım Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye’dir3 demiştir. Ancak aynı kişi Cumhurbaşkanı olduğunda, iktidarı eleştiren ‘Barış Bildirisi’ imzacı akademisyenler için, 12 Ocak 2016’da, “… Ey aydın müsveddeleri siz karanlıksınız, karanlık; Bir hukuk devleti olan Türkiye'de akademisyenlerin suç işleme imtiyazı yok; Bunlar sadece vicdansız değil, aynı zamanda ahlak yoksunu; Terör örgütünün kamu görevlilerine saldırmasına kendince akademik fetva veren bu zihniyetten tiksiniyorum; Bunlar içinde bulundukları ihanet çukurunda çırpınacak4 demiştir. Arkasından da yüzlerce imzacı akademisyen, herhangi bir yargılama olmadan meslekten çıkarılmış ve çoğu hâlâ görevlerine döndürülmemiştir.

AKP iktidarında dış borç üç kat kadar artmıştır. Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar tavan yapmıştır. Son yıllarda, 28 Şubat ve Gezi davası gibi davalarda, kanıt ve suç olmadan orantısız cezalar verilmesi yaygınlaşmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin zorunlu olmaması ve Selahattin Demirtaş ile Osman Kavala’nın serbest bırakılmasıyla ilgili kararları da uygulanmamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının da uygulanmamasına başlanmıştır.

Son olarak da TBMM, Can Atalay kararıyla intihar girişiminde bulunup Anayasayı rafa kaldırmış ve yeni bir istibdat döneminin kapısını açmıştır.

“Tarih tekerrür etmiyor” denebilir mi?

[email protected]