Ülkemizdeki gericileşme düzeyi nedeniyle, şeriat ve hilafet çağrısı yapanların Anayasa’nın değiştirilip hilafetin ilan edileceği beklentisine girdiği bile söylenebilir.

Hilafet çılgınlığı (II)!

Bilindiği gibi, Hıristiyan peygamberi, hiçbir zaman bir siyasal güç olmamıştır. Hıristiyanlığı benimseyenler, 313 yılında Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığa izin vermesine kadar eziyet çekmişler ve bu durumda bile inançlarını yaymaya çalışmışlardır. 380’lerde Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesinden sonra da, Hıristiyan olmayanlar eziyet görmeye başlamıştır. Daha sonraki yıllarda da Hıristiyanlar, misyonerlerle ve silah zoruyla Hıristiyanlığın yayılmasına çalışılmıştır. Katoliklerin dini lideri papa, en üst düzeydeki din adamı olan kardinaller arasında yapılan seçimle belirlenmiştir. Hıristiyanlık yaygınlaştığında önce devlet başkanları kilisenin etkisinde kalmış, sonra güçlenen krallar kiliseyi kendi siyasal güçlerinin aracı olarak kullanmışlardır. Seküler/laik anlayış yayınlaştığında da, dini otorite siyasetin dışında bırakılmıştır.

Yine bilindiği gibi, İslam peygamberi, İslamiyeti barışçıl yollarla kabul ettirmeye çalışırken, Müslümanları korumak için silaha sarılmak zorunda kalmış, daha sonra fetih niteliğinde olan savaşlar yapmıştır. Peygamberden sonra, ilk dört halife seçimle belirlenmişken, daha sonra halife olanlar, genelde siyasal güç ile halifeliği ele geçirmişlerdir.

Hıristiyan Avrupa devletleri, papanın çağrısı üzerine, 1096-1272 yılları arasında Müslüman dünyasına karşı ‘Haçlı Seferleri’ düzenlemişlerdir. Bu seferler sırasında Haçlılar, Bizans’ın yönetiminde olan İstanbul’u bile talan etmişlerdir. Hıristiyan Avrupa devletleri, Müslüman devletleri gibi, dini ya da ekonomik nedenlerle birbirleriyle de savaşmışlardır. Günümüzde sürmekte olan Ukrayna-Rusya savaşı, iki Ortodoks ülke arasında olan bir savaştır.

100 yıl önce bu gerçeği gören Cumhuriyet’i kuran kadro, toplumsal barışı sağlamak için dinin siyaset, okul ve kışla dışında kalması için 3 Mart 1924 tarih ve 431 sayılı yasayla hilafete son vermiştir. Aynı gün, 429 sayılı ‘Şeriye ve Evkaf (din işleri ve vakıflar) ve Erkânı harbiyei umumiye (Genelkurmay) vekâletlerinin (Bakanlarının) ilgasına dair kanun’ çıkarılmıştır. Kapatılan bakanlıkların işlevini görecek ve başbakanlığa bağlı olacak Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Genelkurmay Başkanlığı kurulmuştur.

DİB, halife yerine toplumun dini işleriyle ilgilenmek, dinin sömürülmesini engellemek, dini anlayış ve öğretimin gelişimini halk egemenliği anlayışını pekiştirecek ve yaygınlaştıracak şekilde kontrol altında tutmak için kurulmuştur. DİB, 1950’lere kadar yalnız ibadet işleriyle ilgilenmiştir. İktidarlar Cumhuriyet değerlerinden uzaklaştıkça, örneğin 22 Haziran 1965 tarih ve 633 sayılı yasa ile DİB’in görev ve yetkileri artırılmıştır. DİB 1984’te, dinsizliğin her türlü faziletsizliğin doğmasına, yayılmasına ve ahlaki düşüncelerin kaybolarak toplumun bozulmasına neden olacağını belirten ‘Gurbetçinin el kitabı’ gibi bir kitap yayınlayabilmiştir. Bu arada 13 Mart 1975’te, dini konularda DİB’e destek olmak amacıyla Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) kurulmuştur. Günümüzde bu vakfın Türkiye’de 1.000’den fazla ve diğer ülkelerde de 150 dolayında şubesi vardır. Bu vakfın da, laik eğitimi yerden yere vuran ve 1996’da yayımlanmış ‘Türk eğitim sistemi: Alternatif perspektif’ gibi yayınları vardır. AKP’nin çıkardığı 1 Temmuz 2010 tarih ve 6002 sayılı yasayla da, DİB’in yetkileri daha da artırılmış ve halk egemenliği anlayışıyla ters orantılı işler yapmasının kapısı açılmıştır.

1982 Anayasa’sının 136. maddesi, “Genel idare içinde yer alan DİB, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir” demektedir. Ancak DİB, AKP iktidarında, günlük yaşam konularında bile fetva veren bir konuma getirilmiştir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra, devlet protokolünde 52. sırada olan diyanet başkanına, hem de 30 Ağustos 2018 Zafer Bayramı töreninde, Genelkurmay Başkanı’nın önünde yer verilmiştir. 22 Mart 2022’de Öğretim Birliği Yasası ile Anayasa’nın laiklik ilkesiyle bağdaşmayan Diyanet Akademisi kurulmuştur.

Öte yandan AKP lideri, fırsatını buldukça, “Ne halk egemenliği, egemenlik Allah’ındır, Allah’ın”, “İslam’ı kendimizden başlayarak önce ülkemizi sonra dünyayı kucaklayan bir rehber hâline getirme mücadelesi hepimiz için ilanihaye sürecek bir mükellefiyettir”, faiz ve enflasyon konusunda da, “Bu konuda ‘nas’ ortada. ‘Nas’ ortadayken sana, bana ne oluyor?” ve “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok” gibi açıklamalarda bulunmaktadır.

Bu arada geçen hafta da, Atatürk’e hakaret suçlanan bir kişinin serbest bırakılması üzerine, adliye koridorlarında “Yaşasın şeriat” sloganı atanlara bile dokunulmamıştır. Yukarıda özetlenen gerçekler ile şeriat/hilafet çığlığı atanların korkusuz tavırlarına bakıldığında, onların,

  1. Cumhuriyet savcıları ile yargı mensuplarının, kendilerini demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini korumakla yükümlü hissetmediklerinin;
  2. ülkenin zaten yarı hilafet niteliğinde olan bir anlayışla yönetildiğinin;
  3. laik yaşam gibi Cumhuriyet değerlerini benimsemiş ve hatta dinle ilişkisi olmayan kesimler içinde, ya oylarıyla ya da gerici gelişmeler karşısında sessiz kalarak iktidarın işini kolaylaştıranların bulunduğunun

ayrımına varmış olduklarını göstermektedir.

Ülkemizdeki gericileşme düzeyi nedeniyle, şeriat ve hilafet çağrısı yapanların Anayasa’nın değiştirilip hilafetin ilan edileceği beklentisine girdiği bile söylenebilir.

[email protected]