Çiftçiler hızla çözülüyor ve kentli emekçi sınıfların içine karışıyor. Öte yandan çiftçilerle birlikte veya değil, Avrupa’da emekçi sınıflar için bir gıda güvenliği krizi doğuyor.

Avrupa’da çiftçi eylemleri ne anlama geliyor?

Avrupa Birliği’ne üye ülkeler çiftçi protestoları ile sarsılıyor. 2022’de başlayan eylemler geçtiğimiz iki hafta içinde şiddetlendi ve durulacak gibi gözükmüyor.

Polonya, Hollanda, Almanya, Fransa, Romanya, İtalya, İspanya, Yunanistan, Macaristan…

Geçen hafta 1.200 traktör Brüksel’de Avrupa Birliği Parlamento Binasını kuşattı, eylemciler binayı yumurta ile sıvadılar. Gece gündüz süren protestolarda çiftçiler polisle çatıştı. Belçika Başbakanı’nın evine giden yollar traktörler tarafından kapatıldı. Fransa’da çiftçiler caddelere saman ve gübre yığdılar.

Çiftçi olmak gerekmiyor Avrupa’daki tarım kriziyle ilgilenmek için. Dünyada emekçi sınıflar devrimini arıyor ve Avrupa da aday coğrafyalardan biri. Eğer bir ülkede küçük çiftçilerin rahatı yerindeyse düzen devrime karşı önemli bir tampon elde etmiş demektir. Tersi de doğru, çiftçi krizi sadece bu kesimi ilgilendirmez kentlerdeki işçi sınıfının gıda güvenliği sorununu da doğurur.

Günümüzden 11 bin yıl kadar önce başlayan neolitik devrim insanlığı üretici kılmış ve bir süre sonra tarımsal artı ürün büyük kentleri ve toplumsal işbölümü mümkün hale getirmişti. Kentlerdeki emek sömürüsü de dolayısıyla yeterli tarımsal üretimde zemin buluyordu.

Avrupa Birliği kapsamında 2020 yılında 8 milyon civarında tarım çalışanından bahsediliyor. Romanya (%25), Bulgaristan (%18), Yunanistan (%11) ve Polonya (%11) olmak üzere dört ülkede toplam işgücünün %10’dan fazlası tarımda istihdam ediliyor. Diğer ülkelerde ise işgücünün %2’sinden azı tarımda bulunuyor. Tarım çiftliklerinin üçte ikisi 5 hektarın altındaki yüz ölçümüyle küçük işletmeler. Tarım çalışanlarının ise ancak %12’si 40 yaşın altında bulunuyor.

Giderek sayıca azalan ve yaşlanan tarımsal nüfusun bizzat kendisi bir devrim dinamiği olmaktan çok işçi sınıfının beslenme sorunu üzerinden bir dinamik haline geliyor.

Şimdi neden Avrupa’da bir tarım krizi yaşandığına bakabiliriz.

İki sene önce Hollanda’da yapılan bir çiftçi eyleminde çiftçiler “Çiftçi yoksa yiyecek de yok” pankartı taşıyorlar.

Bu köşede birçok kez emperyalist düzende hegemonyasını sürdürmekte zorlanan ABD’nin peşine taktığı çeşitli ülkelerin sermaye sınıflarının çıkarını koruyamadığını yazmıştık. Rusya’yı askeri olarak kuşatmayı ve yıpratmayı amaçlayan ABD’nin arkasına Avrupa ülkelerini takması tarımsal krizin başlıca nedeni olarak gözüküyor.

Rusya ve Avrupa doğal bir ekonomik havzaydı ve Rus doğal gazı Avrupa sanayi ve tarımı için çok elverişliydi. Bundan yoksun kalınca halen süren bir enerji darboğazı içine girdiler. Örneğin yüksek enerji tüketimi gerektiren pastörizasyon işlemi ve süt tozu üretiminde maliyetlerin %80 kadar arttığı söyleniyor. Mazot fiyatları da öyle. Ayrıca Rusya ile olan ilişkinin bozulması gübre temini ve masraflarını da oldukça artırmış.

Başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri Rusya ile bir vekâlet savaşı içindeler, ellerindeki silah ve cephaneyi Ukrayna’ya yolluyorlar, bu masraf bütçelerine şimdiden ağır bir yük getirmiş bulunuyor. Bu nedenle çiftçilere sağlanan tarımsal destekleri kesme eğilimindeler. 

Bir de buna yine Ukrayna’ya destek için ucuz Ukrayna tarım ürünlerini Avrupa’ya sokmaları ekleniyor. Ayrıca Fransa tarım krizinin etkilerini hafifletmek için Latin Amerika ülkelerinden tarım ürünü ithal etmeye başlamış. Tüm bunlar ağır bir var olma savaşına sokulan Avrupalı çiftçilerde büyük bir öfke patlamasına yol açmış gözüküyor.

Bir ikinci mesele ise iklim ve çevre kriziyle ilişkili.

İklim krizi Avrupa’daki tarım alanlarını da vuruyor. Kuraklık ve aşırı sıcaklar tarımsal üretimi olumsuz etkiliyor. Avrupa’da tarım alanlarının yarıya yakınının yıkıcı bir etki altında olduğu söyleniyor. Dünyada iklim krizinin oluşmasına büyük katkı yapmış olan Avrupa kökenli sermaye sınıfı şimdi çevreci kesildi. Tarım kökenli azot emisyonunu ve tarım ilaçlarının kullanımını azaltmaya çalışıyor. Avrupalı siyasiler hem ucuz ürün istiyorlar hem de çiftçilerin çevresel önlemlere uymasını. Bu ek masraf ve güçlükler anlamına geliyor. Küçük çiftçi yok olmanın eşiğinde hissediyor kendisini. Kuraklığa karşı GDO’lu tohumların serbest kalması için kuvvetli bir lobi faaliyeti yürütülüyor. Ayrıca tarım ilacı üreten tekeller de önlemlere karşılar. Zaten çiftçi eylemlerinin sonucunda siyasilerin ilk vaz geçtikleri çevreci önlemler oldu.

İki sonuç çıkıyor buradan. Avrupa’da kapitalist düzen savaşla beraber ciddi bir karmaşaya doğru ilerliyor. Ancak buradan örneğin küçük çiftçilerin doğrudan işçi sınıfı siyasetinde buluşacaklarını ummak yanılgı olur. Tersine güncel durumda popülist sağ yükselen çiftçi öfkesini kendi yelkenini şişirmek için kullanıyor.

İşçi sınıfının öncü siyasetinin Avrupa’da çiftçileri kapsayacak bir strateji geliştirmesi önemli. Çiftçiler hızla çözülüyor ve kentli emekçi sınıfların içine karışıyor. Öte yandan çiftçilerle birlikte veya değil, Avrupa’da emekçi sınıflar için bir gıda güvenliği krizi doğuyor.

Ayrıca Avrupa’daki emek gücü eksikliği göçmen işçilerin tarım alanında da istihdamını zorunlu hale getiriyor. İşçi sınıfı Avrupa’da çok halklı olarak büyüyor ve yeni özellikler kazanıyor.

İkincisi ise, giderek tüm insanlık için kritik hale gelen iklim krizinin sermaye sınıfı eliyle çözülmeyeceğini bir kez daha anlıyoruz. Ya bir toplumsal kesimi mahvediyorlar, ya tarım tekellerine ve popülist politikalara teslim oluyorlar.

İklim krizi de çözülmek için sosyalizmi bekliyor.