Uluslararası bakışla yargının vahim hali: 'Türkiye'de hukuk öldü' diyorlar

Türkiye'deki hukuk sistemi ve yargının AKP'li yıllarda geçirdiği dönüşüm, Ankara'nın da bağlı bulunduğu uluslararası kurum ve örgütler tarafından sert şekilde eleştiriliyor. Hukukçu Dr. Mehmet Tank, "dışarıdan" bakan gözler için Türkiye'de hukukun öldüğünü düşünüyor.

Ali Rıza Aydın

AKP döneminde yargının başkalaştırılması için birçok girişimde bulunuldu, Anayasa ve yasalarla oynandı. Bir yanda sürgün atamalar, soruşturmalar ve görevden uzaklaştırmalar, diğer yanda da ödül gibi atamalar ve seçimler yargıyı AKP düzeninin onay kurumu haline getirdi. 

Son olarak yüksek yargı başkanları ile cumhurbaşkanı birlikteliğinde olduğu gibi, yargı artık bağımsızlığı ve yargı etiği ilkeleriyle değil, siyasal yönetime bağlılığıyla anılıyor.

Uluslararası bakışla Türkiye’de yargının nasıl değerlendirildiği, yaygın medyada es geçilen ya da üzerinde durulmayan bir konu. Önceki dönemlerde YARSAV yönetim kurulu üyeliği de yapan, uluslararası alanı izleyen yargıç Dr. Mehmet Tank ile bir söyleşi yaptık, uluslararası bakışı sorduk.

Bu söyleşide aktarılan Türkiye dışı görüşler aslında kapitalist/emperyalist dünyanın içinden geliyor. Bu yönüyle bile yargının vahim halini görebiliyoruz.

Tablo, Türkiye’de ‘yargı’dan eser kalmadığını belgelemekle kalmıyor, sermaye düzeni için artık her şeyin kullanılabilir olduğunu, sermayeye ve onun siyasal yönetimine hizmet eden bir yargıdan adalet beklenemeyeceğini de okuyucuya ayrıca anımsatıyor.      

***

AKP dönemi, yargı çözülmesinin çok farklı örneklerinin bir arada yaşadığı zengin (!) deneylerle dolu. Türkiye adeta yargının yıkılma/teslim alınma laboratuvarı oldu. 2010 Anayasa değişikliği de bu laboratuvarı büyüttü. Buradan başlayalım isterseniz.
2010 Anayasa değişikliğinden sonra hukuk sistemine ve yargısına yönelik büyük bir itibar kaybının yaşandığını hukukçular olarak esefle gözlemliyoruz. Toplumun geleceğini son derece olumsuz biçimde etkileyen güven kaybının gelip dayandığı bu dip noktasında, geriye doğru gidiş sürecinin temel etkeni olarak gördüğümüz 2010 Anayasa değişikliklerinin bizzat mimarları tarafından dahi sahiplenilmediğinin saptanması ise başka bir ilginçlik.  

Toplumsal düzenin, bireyler ve kurumlar arasındaki dayanışmanın tamamen sarsıldığı, ülkenin aşırı kutuplaşma nedeniyle yönetilemez hale geldiği bu sürecin sorumluluğunu ötekine atarak konformizmin rahatlığına sığınma yerine, hukukçular olarak neler yapılabileceğini konuşmanın ve ortak çözümler geliştirmenin kaçınılmaz hale geldiğini kabullenmekle işe başlayabiliriz.

Nasıl bir başlangıç?
Bu bağlamda, son yıllarda yaşanan hukuksal gelişmelere ilişkin kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi, sorunların tespiti ve çözüme yönelik eylem planlarının geliştirilmesinde özellikle hukuk ve yargı örgütlerine büyük bir görev düştüğünü, hukukun uygulayıcısı olan avukatlar ile yargı mensuplarınca oluşturulan hukuk ve yargı örgütlerinin en az siyasi partiler ve hatta onlardan daha fazla sorumluluklarının bulunduğunu saptamak durumundayız.

'BATAKLIK ISLAH EDİLMELİ'

Islah edilmemiş bataklık, halen düşeni, itileni, geçmişten bugüne hep öteki olanı ve yeni yeni ötekileştirilenleri yutmakta ve ülkenin potansiyeli bir şekilde sıfırlanmaya devam etmektedir.

Yargısal sistemin daha da yozlaşmasına zemin hazırlayan tasarrufları durdurmaya yönelik acil önlemler alınmadığı, gerekli müdahalelerde bulunulmadığı takdirde sorumlu tüm bireyler ve kurumlar bugün belini aşan ancak yakın bir gelecekte içinden çıkılması tamamen imkansız hale gelecek olan bu bataklığa saplanmaktan kurtulamayacaktır.

Muhalif kesimlerin seslerinin kısılmasına yönelik baskıların neticesiz kaldığını söylemek maalesef mümkün değil, ancak Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından biri olan çağdaş hukuk sistemini ve bağımsız yargının bütün bütün yok edilmemesi adına verilen mücadelenin devam ediyor olması yegane umut kaynağıdır.

Bu kapsamda, bir yargıç olarak dile getirdiğim sorumluluğun bir gereği, uluslararası kamuoyundan getirilen eleştirilerin kısa özetlerini aktarmak suretiyle konunun uzmanlarına katkı sunmak istiyorum.

AVRUPA'NIN TÜRKİYE'DEKİ YARGIYA BAKIŞI

“Avrupa Konseyi”nin bakışı dersek, neler çıkar karşımıza?
Avrupa Konseyi 2015 yılı Türkiye Raporu önemli tespitler içeriyor. Genel uyarı, yargının işleyişi konusunda ilerleme kaydedilmemiş olması. Konsey’e göre; “yargının bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin gözetilmesi sekteye uğramış; hâkimler ve savcılar, güçlü bir siyasi baskı altında kalmıştır. Yürütme erkinin temsilcileri, bir bütün olarak yargının güvenilirliğini alenen sekteye uğratmaya devam etmişlerdir”.

Konsey, özgün konulara da değiniyor ve “Hükümetin, devlet içinde olduğu iddia edilen ‘paralel yapı’ya karşı yürüttüğü” kampanyanın, zaman zaman yargının bağımsızlığına zarar verdiğini vurguluyor. Ayrıca, “yürütmenin, kamuoyunca bilinen yolsuzluk davalarının soruşturma ve kovuşturma aşamalarına, usule aykırı olarak, etki etmesi”nin büyük bir endişe konusu olmaya devam ettiği de ifade ediliyor. “Daha önce bazı hassas ve tartışmalı konular serbest bir ortamda tartışılabilirken, gazeteciler, yazarlar veya sosyal medya kullanıcıları aleyhinde devam eden ve yeni açılmış olan ceza davaları önemli bir endişe kaynağıdır” tespiti de yapılıyor.

Avrupa Konseyi’ne anayasal danışmanlık yapan Venedik Komisyonu’nun da Türkiye konusunda raporları var. 2015’deki rapor başlığı bile tek başına çok şey anlatıyor. “Türkiye’de yargı bağımsızlığına müdahale raporu” başlığını okuyunca, içeriği okuma gereği bile duyulmuyor.
Evet, Venedik Komisyonunun raporu, Türkiye’de yargıdaki gelişmeler ve özellikle politik olarak hassas dosyalardaki yargıç ve savcılara yönelik müdahaleler hakkında, yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti prensipleri açısından yapılan değerlendirmeleri içeriyor.

Komisyon’a göre; ya mahkeme kararları hukuka aykırı biçimde yerine getirilmiyor ya da savcılar, uzun süre üzerinde çalıştıkları dava dosyalarından birden bire el çektiriliyor. Ya hâkim ve savcılar keyfi bir şekilde başka mahkemelere tayin ediliyor ya da verdikleri kararlar nedeniyle meslekten ihraç ediliyor veya tutuklanıyor. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun, hukuk devletinin en temel prensibine aykırı biçimde, yürüyen soruşturmalara yönelik ani ve doğrudan müdahalelerde bulunması da cabası.

ABD'DEN DE ELEŞTİRİ

Avrupa böyle, Avrupa dışından bakış nasıl?
ABD Türkiye 2015 İnsan Hakları Raporunda şu başlıkları görüyoruz:

Kanunların tutarsız bir şekilde uygulanması, terörle mücadele kanunlarının fazlaca geniş uygulanması, siyasi motivasyonlu soruşturmalar, kanunla veya benzer davalarda alınan kararlarla uyumsuz mahkeme kararları, terörle mücadele kanunlarının muhalif kişileri tutuklamak için geniş biçimde uygulanması, keyfi tutuklamalar yapmaya, tutukluları uzun ve belirsiz süreler gözaltında tutmaya ve uzun süren yargılamalar gerçekleştirmeye devam edilmesi, üst düzey hükümet yetkilileriyle ilgili yolsuzluk iddialarının soruşturulması sürecine dahil olan savcı ve hakimler aleyhinde dava açılması; böylece, yürütme erkinin yargı üyelerine yönelik bir korkutma girişiminin yaygınlığı.

ABD Türkiye 2014 İnsan Hakları Raporu'nda, yargı makamı ve emniyet teşkilatının politize olması, usulsüzlük ve taraflılık görüntüsü çizmesi de özellikle dile getiriliyor. ABD’den gelen bir başka tespit de, yürütme organının, adli atamalar ve disiplinden sorumlu kurumları daha yoğun kontrol altına almış olması; hakimlerin tek başına olağanüstü yetkilere sahip olduğu yeni mahkemeler kurulması, bunların siyasi açıdan hassas davalara bakmak üzere görevlendirilmesi… Bu durum kısaca, yürütme organının etkisine tabi yargı olarak tanımlanıyor.

GENEL ELEŞTİRİ: YARGI BAĞIMSIZLIĞININ ORTADAN KALKMASI

Bildiğimiz kadarıyla, Avrupa Yargıçlar Danışma Konseyi (CCJE)’ye ve Avrupa Savcılar Danışma Konseyi (CCPE)’ye yargı örgütlerinden, yargı derneklerinden ve çok sayıda Türk yargıçtan mektuplar yığılıyor. Onların değerlendirmeleri nasıl?
“Yüksek sayıda yargıç ve savcının görev yerlerinin değiştirilmesi, görevlerinden alınmaları, Türkiye’de yargıçların kişisel bağımsızlığının ve kurumsal olarak yargı bağımsızlığının mevcudiyetine ilişkin oldukça büyük şüphelerin olduğunu ve bu muamelelere sırf bu yargı mensuplarının verdikleri kararlar nedeniyle maruz kaldıklarını” ortaya koyuyorlar. Bu durumu, “yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını tehlikeye atmak ve büyük ihtimalle yok etmek” olarak tanımlıyorlar.

Onlara ilginç gelen durum, HSYK seçimine giren Yargıda Birlik Platformu adaylarının “seçildikleri takdirde yürütme ile uyum içinde hareket edeceklerini açıklamaları” ve hükümetin “eğer kendi desteklediği Yargıda Birlik Platformunun adaylarının HSYK seçimi kaybetmeleri durumunda bu sonuçları tanımayacaklarını açıklayarak HSYK seçiminde oldukça ciddi biçimde baskı uygulaması”.  Hatta “hükümetin desteklemediği bağımsız adayların tehdit edildiği” de vurgulanıyor.

Uluslararası Yargıçlar Birliği (IAJ), Türkiye’den YARSAV’ın da üye olduğu önemli ve büyük bir örgüt. Her ülkeden bir dernek üye oluyor. Aslında ideolojik anlamda egemen siyasete ters de değiller. Bir başka özellikleri de Türkiye’den AKP Hükümetinin kurulmasını desteklediği Yargıda Birlik Derneği’nin üyelik başvurusunu reddetmeleri. Onlar nasıl bakıyor Türkiye’deki yargının hallerine?
“Binlerce yargıcın kendi rızaları olmaksızın keyfi biçimde tayin edilmeleri, gerekçesiz biçimde ve etkili bir itiraz yolu olmaksızın Türk yargıçlarının açığa alınmaları; yargısal kararları nedeniyle ve adil yargılanma hakları gözetilmeksizin yargıçların gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları; geçerli bir gerekçe bulunmaksızın yargıçlar aleyhine disiplin soruşturmaları yürütülmesi” gibi olayların yargı bağımsızlığına ilişkin uluslararası standartlara aykırı olduğunu uyarıyorlar. Yargıçların düzgün bir gerekçe olmaksızın, adil yargılanma hakları gözetilmeksizin ve etkili bir başvuru yolu sunulmaksızın açığa alınmaları, gözaltına alınmaları ve tutuklanmalarını aşikar biçimde yargı bağımsızlığının çok ciddi ihlali olarak görüyorlar. Avrupa Yargıçlar Birliği (EAJ) da aynı kaygıları paylaşıyor.

'TÜRKİYE'DE HUKUK ÖLDÜ' DİYORLAR

Avrupa’da IAJ ve EAJ’a göre daha radikal bir örgüt daha var: Demokrasi ve Özgürlükler İçin Avrupa Yargıçlar Birliği (MEDEL)… YARSAV’ın 10 yıl önce kuruluşundan sonra, benim de Genel Sekreterlik yaptığım dönemde iyi ilişkiler başlattık, AKP Hükümeti tarafından kapatılma tehdit ve girişimleri üzerimize yığılırken bize destek verdiler. Her geldiklerinde de bizden çok şey öğrendiklerini ifade ettiler. İlişkilerimiz hala iyi. Onlar ne diyor Türkiye için?
Hükümetin son zamanlardaki uygulamalarına yakından bakıldığında, güçler ayrılığı ilkesinin ve ifade hürriyetinin açıkça göz ardı edilmesi; yolsuzluk soruşturmalarını yürüten savcıların meslekten ihraç edilmeleri, MİT TIR’ları soruşturmasını yürüten savcıların tutuklanmaları, yargıç ve savcıların meslekten ihracı ya da disiplin soruşturmasına uğramaları; Cumhurbaşkanının, kaymakamlarla yaptığı toplantıda, “gerekli durumlarda hukuku bir tarafa atın” şeklindeki açıklamaları MEDEL tarafından eleştirildi.

Diğer yandan MİT TIR’ları davasında MEDEL adına gözlemci statüsüyle görevlendirilen Dr. George Almpouras, Yargıtay’da yapılan ilk duruşmaya gözlemci olarak katıldıktan sonraki raporunda; duruşmaların kapalı yapılmasını ve savcıların tutuklu yargılanmasını eleştirerek davada politik amaçlar güdüldüğü şüphesine düştüğünü belirtti. Türkiye’de hukukun öldüğü tespitini raporuna koyan Almpouras, “Tüm bu hukuki değerlendirmelerin ötesinde, bir yargıç olarak bu yargılamanın insani boyutunun da altının çizilmesi zorunluluğunu hissetmekte ve vicdanımın bana dikte ettirdiği duygular çerçevesinde ifade etmeliyim ki, Türkiye’de şu anda çok ciddi insan hakları ihlalleri bulunmaktadır” değerlendirmesini de yaptı.

Bu aktarmalar için teşekkür ediyorum. Söyleşiyi sonlandırmak için soru sormayayım, görevdeki yargıç olarak siz sonlandırın isterseniz.
Bu fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ediyorum. Söyleşiyi, Norveç Yargıçlar Birliği’nin Türkiye ile ilgili basın açıklaması aktararak tamamlayım.

Şöyle diyor Norveç’li meslektaşlarımız: “Türk otoriteleri ifade özgürlüğünü kullanarak Türk hükümetini ve cumhurbaşkanını eleştirmeleri nedeniyle kendi vatandaşlarına eziyet etmektedir. Yargıçlar, gazeteciler, akademisyenler ve yazarlar hapse atılmaktadır. Türk otoritelerine; ifade hürriyetini sağlamaları, yargı bağımsızlığına saygı duymaları, yargıçlara yönelik kanunsuz baskılardan vazgeçmeleri çağrısında bulunuyoruz”.