Patronların göz diktiği Kültürpark'ı Komünist Parti Kent Komitesi'yle konuştuk...

İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin sermaye çevreleriyle, patronlarla, para babalarıyla birlikte İzmir'e dayatmaya çalıştığı "Yeni Kültürpark Projesi" tartışılmaya devam ediyor. Biz de soL olarak, geçtiğimiz günlerde "İzmir patronların para hırsına teslim edilemez" başlıklı bir açıklama yayınlayan Komünist Parti İzmir İl Örgütü bünyesindeki Kent Komitesi'yle uzun…

soL-İzmir

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından gündeme getirilen ve adına “Yeni Kültürpark Projesi” denilen projeye ilişkin tartışmalar devam ediyor.

Geçtiğimiz günlerde "İzmir patronların para hırsına teslim edilemez, Kültürpark'ın kaderi Demirtaş ve Sancak'ın ellerine bırakılamaz" başlıklı bir açıklama yayınlayan Komünist Parti İzmir İl Örgütü bünyesinde kurulan Kent Komitesi ile “Büyükşehir Belediyesi’nin sermaye çevreleriyle birlikte İzmir’e dayattığı “Yeni Kültürpark Projesi”ne dair uzun bir röportaj gerçekleştirdik.

Kültürpark’ta nasıl bir süreç izlendiğini, sürecin siyasi özelliklerini ve teknik ayrıntılarını masaya yatırdık. Zaman zaman konu Kültürpark’ın dışına çıksa da, oluşan bu çerçevenin, yaşanan saldırının kapsamına ve yapılabileceklere dair bütünlüklü bir yanıt verebildiğini düşünüyoruz...

* İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından gündeme getirilen “Yeni Kültürpark Projesi”ne dair tartışmalar, değerlendirmeler ve bu projeye karşı mücadele devam ediyor. Kısa sayılabilecek bir süre içerisinde, Kültürpark’ın tarihine dair çokça yazı kaleme alındı, çokça söyleşi gerçekleştirildi. Şu andan baktığımızda, elbette eksik yanları olmakla birlikte, bu başlıkta belirli bir doygunluğa ulaşılabildiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle, sohbetimize biraz daha farklı bir başlıkla, “Kültürpark'a müdahalenin tarihi” ile başlamak istiyoruz: Kültürpark'ın niteliğine dönük müdahaleler ne zaman başladı?

Kesin bir tarih verebilmemiz mümkün değil. Ancak, doğrudan bir müdahaleden önce, Kültürpark’ın zaman içerisinde bir değer kaybına uğramaya başladığını gözlemliyoruz.

1950 sonrasında Fuar fonksiyonunun öne çıkmaya başlaması ile Kültürpark'ın kuruluş amacı olan “Halk Üniversitesi / Halk Okulu” rolünden uzaklaştığını, kentsel park karakterinin yavaş yavaş zayıfladığını, 1970’li yıllara gelindiğinde Kültürpark alanındaki yeşil dokunun oldukça azaldığını ve yapılaşmanın önemli ölçüde arttığını, 1980’lere doğru da eğlence sektörünün kontrolsüz gelişiminin, Kültürpark için büyük bir tehdit haline geldiğini söyleyebiliriz.

Öyle ki, Kültürpark'ın kente kazandırılmasındaki payı tartışmasız olan Behçet Uz ile 1983 yılında yapılmış bir röportajda, İzmir Fuarı ile Kültürpark'ın birbirini yediğini, Kültürpark'ın bir gösteriş kapısı olmasından duyduğu rahatsızlığı, Kültürpark'ın kuruluş misyonuna dönebilmesi için fuarın mutlaka başka bir alana taşınması gerekliliğini okuruz.

* Fuar’ın, Kültürpark üzerinde olumsuz bir etkisi olduğunu söylediniz. Ancak, Fuar’ın yılın belirli bir döneminde gerçekleştirildiğini düşündüğümüzde, Kültürpark'ın geriye düşmesinin başka nedenleri olamaz mı?

Kültürpark'ın, cumhuriyeti kuran kadroların sahip olduğu ideallerin üzerinde yükseldiğini unutmayalım. Kültürpark, doğrusu ve yanlışı ile bu ideallere tutunarak, bir misyonun taşınması görevi ile doğdu.

Ancak, ülkenin yaşadığı dönüşümden birebir etkilendi. Sermaye egemenliği, halkçı, kamucu ve aydınlanmacı yüklerinden kurtuldukça, cumhuriyetin kazanımları paranın karşısında savunmasız kalmak durumundaydı. Kültürpark'ın da başına bu geldi.

Bu anlattıklarımız, ülkede 1980’de yaşanan kırılmanın ardından daha açık okunur hale geldi. Kültürpark'ın sahip olduğu doğal, tarihi ve kültürel niteliklerinin değeri sadece sorgulanmakla kalmadı. Geçmişte bir ölçüde “kendiliğinden” ilerleyen bir sürece, bilinçli müdahaleler yapılmaya başlandı…

Öyle ki, 1985 yılında, gericilik iktidarda olmasını fırsat bilerek, kazanmış olduğu özgüveni, Kültürpark'ta bir cami ile yansıtmak istedi. Bu hedefe, Türk-İslam Kültür Vakfı’nın Yönetim Kurulu üyesi de olan, dönemin ANAPlı belediye başkanı Burhan Özfatura öncülük etti. Tepkiler üzerine proje geri çekilse de, iki yıl sonra içerisinde bir mescidin olduğu, İslam Kültür Merkezi projesi karşımıza çıkarıldı.

* Kültürpark’a dönük ilk bilinçli müdahalenin, alanın dinselleştirilmesine yönelik olduğunu söyleyebilir miyiz?

Mekan olarak sadece Kültürpark’a bakarsak, yanıtımız evet olur. Ancak, bütüne baktığımızda, başka bir tabloyu da görürüz. 1985 yılında Kültürpark’a yapılmak istenen İslam Kültür Merkezi projesinin finansmanında, bankacılık sektöründe adını duyurmuş olan Suudi iş adamı El Rajhi’nin adı geçer. Ve rastlantıya bakın ki, aynı yıl içerisinde, Belediye ile El Rajhi ortaklığında, bir belediye şirketi olan “Arizko Arap ve İzmir Belediyesi Turistik Yatırımlar Anonim Şirketi” kurulmuş, Arizko’nun ilk gündemi de, teleferik alanında bir otel yapılması olmuştur.

Dinselleşme ile sermayeyi yine aynı karede görüyoruz yani… AKP’nin temsil ettiği siyasi hattın bir geçmişi olduğunu, sermaye egemenliğinin yönetme çizgisinde bir sürekliliğin olduğunu göstermek açısından ne kadar eski ve aynı zamanda ne kadar güncel bir örnek, değil mi?

* İslam Kültür Merkezi projesi neden devam etmiyor peki?

Merkezin temeli atılıyor ama gelen tepkiler üzerine erteleniyor. Ardından da, 1989 yılında yapılan yerel seçimler sonunda yerel yönetim el değiştiriyor ve yeni Belediye Başkanı SHP’li Yüksel Çakmur, projeyi geri çekiyor.

* Projenin geri çekilmesinde, laiklik konusundaki yaklaşım mı etkili oluyor?

Evet… Seçim çalışmasında, Burhan Özfatura karşısında Yüksel Çakmur, “İzmir’i Fethullah Hoca’nın müridi mi yönetsin istersiniz?” sloganını kullandığını biliyoruz.  Ama, meselenin bir de arka planı olduğunu, 1987 genel seçimlerinin Özal dönemi için iniş öncesindeki son zirve olduğunu, bir emekçi hareketinin yükselmeye başladığını, sermaye sınıfının kendisine biraz çeki düzen verme ihtiyacı duyduğunu, ucu kaçmaya başlayan gericilik karşısında laiklik vurgusunun arttırıldığını unutmayalım.

* Bugün adını sıkça duyduğumuz Kültürpark Mimari Proje Yarışması, Yüksel Çakmur döneminde yapılıyor, değil mi? Yarışma projesinin nasıl bir ortamda şekillendiğini anlatabilir misiniz?

1990 yılında, o zamana kadar belediyenin bünyesinde müdürlük düzeyinde idare edilen ve önemli bir gelir kaynağı olan fuarcılık faaliyetlerinin yönetimi için, ana hissedarının İzmir Büyükşehir Belediyesi,  diğer hissedarlarının ise Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Ege Bölgesi Sanayi Odası, Ege İhracatçılar Birliği, İzmir Ticaret Odası ve İzmir Ticaret Borsası olduğu, bir belediye iktisadi teşekkülü olan İZFAŞ kuruluyor.

İZFAŞ, kuruluşu ile birlikte, “genel fuar”ların etkisini yitirdiğini, bu nedenle “ihtisas fuarcılığı”nın ön plana çıkarılması gerektiğini vurgulayarak, Kültürpark Alanı’nın dönüştürülmesine odaklanıyor. Ve, bu dönüşüm için bir yarışma projesi düzenlenmesine karar veriliyor.

* İZFAŞ’ın az önce saydığınız belediye dışındaki ortaklarının, Kültürpark Mimari Proje Yarışması’nın şartlarının belirlenmesinde etkisi olmuş mudur?

İZFAŞ’ın ortaklarının, bir rastlantı eseri seçilmediği açık olsa gerek.

Yerel yönetimlerde köklü bir dönüşümün yaşandığı, şirketleşmenin yaygınlaştığı, kamusal hizmetlerin özel şirketler aracılığı ile verilmesinin önünün açıldığı, özelleştirmelerin ivme kazandığı bir dönemde, başka türlüsü de mümkün olamazdı zaten. Bu nedenle, belediye dışındaki ortakları, hisse oranlarına bakmaksızın özellikle önemsemek durumundayız.

Burada, kişisel bir niyet okuması yapmadığımızı, genel bir eğilimden ve bu eğilimin kaçınılmaz sonuçlarından söz ettiğimizi hatırlatalım.

Özel bir şirket gibi hareket eden, ekonomik faydaya ve kar güdüsüne odaklanan bir kurumun yapabilecekleri kabaca bellidir. İZFAŞ’ın, belediyenin bir şirketi olması gerçeği değiştirmez.

Yarışma şartnamesi de bunu kanıtlamaktadır zaten.

* Son cümlenizle, bir sonraki sorumuzu hazırlamış oldunuz aslında. 1990 yılındaki Kültürpark Mimari Proje yarışmasına ait şartname koşullarını öğrenebilir miyiz?

Elbette… Proje alanının sınırlarından başlayalım öncelikle.

Yarışma projesi sınırları, Kültürpark ile günümüzde “Basmane Çukuru” olarak anılan eski garaj alanını kapsıyor.

Kültürpark alanının da, iki bölüm halinde tasarlanması isteniyor.

Kültürparkın kuzeyinde kalan birinci alanda, “kültürpark ve rekreasyon alanı” düzenlenmesi talep edilirken, güneyde kalan yaklaşık 85 bin metrekarelik alanda, ihtisas fuarları ile Enternasyonal Fuar için sergileme alanları oluşturulması hedefleniyor, ve bu alana 35 bin metrekare yapılaşma hakkı tanınıyor.

Buradaki yapılaşma oranının, bir kent parkı için çok çok büyük olduğunu, bir yerleşim yeri emsaline denk geldiğini not etmemizde fayda var.

Ayrıca, şartnamede, Refik Saydam Bulvarı’nın kapatılarak, Kültürpark ile eski garaj alanının birleştirilmesi öngörülüyor. Eski garaj alanında da, emtia borsası, menkul kıymetler borsası, otel, kongre merkezi, açık sergileme alanları ile rant tesislerine yer verilmesi bekleniyor yarışmacılardan.

* İzninizle araya girmek istiyoruz. Eski garaj alanının, Kültürpark Mimari Proje yarışması yapıldığı dönemde belediye mülkiyetinde olduğunu biliyoruz. Yerel yönetime ait bir kamu arazisinin üzerine, otel, borsa binası ya da rant tesisi yapılmasının istenmesi garip değil mi?

Anlatmak istediğimiz tam da bu gariplik. Kamu yararı ve belediyenin asli işlevleri ile ilişkili olmayan fonksiyonlar, bu projenin merkezinde duruyor ve projenin belirleyeni oluyor.

Bu yüzden, Kültürpark mimari projesi yarışma şartnamesinin,  Kültürpark’ın çevresi ile birlikte dönüşmesinin önünü açtığını, “gelir getirici” ve sermaye hareketlerini düzenleyici fonksiyonlara yer verilerek, sermaye belirlenimini arttırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

* 1990 yılında yapılan Kültürpark Mimari Proje Yarışması’nın farklı bir yönüne değinmiş oldunuz. Ancak, günümüzde, özellikle belediye tarafından referans alınan bu projenin birçok olumlu yönü olduğu, yeşil alanın arttırıldığı söyleniyor. Bu başlığa dair ne düşünüyorsunuz?

Bilindiği gibi, yarışma projesini Merih Karaaslan, Şükrü Kocagöz ve Mürşit Günday’dan oluşan ekip kazanıyor. Bu ekibin, yarışmaya yönelik tepkileri yumuşatabilmek için, projede, iyi düşünülmüş “ince dokunuşlar” yaptığını görebiliyoruz.

* Bu başlığı biraz daha açabilir misiniz?

Kültürpark Mimari Proje Yarışması’nda, Kültürpark alanının, iki bölümde ele alındığını söylemiştik, hatırlarsanız.

Kazanan proje, “Kültürpark ve rekreasyon alanı” olarak belirlenen birinci bölümde, 15 gün süren Enternasyonal Fuar’ı için kullanılan kimi yapıları yıkıp, korunan yapıları topoğrafya içerisine saklamaya çalışıyor ve bu alanda yeşil alanı arttırıyor.

Günümüzde kongre merkezi yapılmak istenilen ikinci bölümde ise, fuar dönemleri dışında dinlence ve spor faaliyetleri için kullanıma da olanak sağlayacak şekilde, yarı açık bir sergileme alanı tasarlanıyor.

Hatta, yarışmayı kazanan projede, Kültürpark bölümü için, şartnamede belirtilen inşaat alanının altında bir yapılaşma öngörüyor.

* Bahsettiklerinizden, 1990 yılında yapılan Kültürpark Mimari Proje Yarışması’nda, Kültürpark Alanı’nın korunduğu anlamı çıkmıyor mu?

Az önce sözünü ettiğimiz “ince dokunuşlar” tam da bu işe yarıyor. Yapı yoğunluğunun, eski garaj alanın olduğu bölgede toplanmış olması, dikkatleri Kültürpark’tan kaçırıyor. Otel, borsa vb. yapıların olacağı alanın Kültürpark ile doğrudan ilişkilendirildiği, bu alandaki yapılaşma yoğunluğunun Kültürpark üzerinde yaratacağı baskı, estetik bir şekilde gizleniyor.

Bunları görmezden gelmemiz mümkün değil.

Yeri gelmişken, teknik değerlendirmelerin, siyasi ve ekonomik yaklaşımı gölgelemesine izin verilmemesi gerektiğini de söyleyelim.

Yarışma projelerinin, yapılmak istenileni meşrulaştırma gibi bir boyutu olduğu düşünüldüğünde, tuzağa düşmemek için de gereklidir bu yaklaşım.

* Bir süreci konuştuğumuz için, farklı zamanlarda, kaçınılmaz olarak aynı soruyu sorma ihtiyacı duyuyoruz. Kültürpark Mimari Proje Yarışmasını kazanan proje neden hayata geçirilemedi?

Önce proje yarışmasının duyurusu, ardından da kazanan yarışma projesi Mimarlar Odası tarafından yargıya taşındı. Her ne kadar, Danıştay tarafından, Doğal SİT alanlarındaki projelerin uygulanabilmesi için Koruma Kurulu’nun görüşüne ve onayına sunulması gerektiği belirtilerek, projenin iptaline gerek olmadığı kararı verilmiş olsa da, süreç uzamış oldu. İmar planları süreci tamamlanamadı, belediye gelen tepkileri soğurabilmek için işe eski yapıların yıkılmasından başladı derken, yerel yönetimler 1994 yılında yine el değiştirdi.

* Burhan Özfatura, bu sefer, Doğru Yol Partisi’nden belediye başkanı seçildi…

Evet. ANAP hasar almıştı. Ülkenin egemen sınıfı, at değiştirme ihtiyacı duydu.  

* Belediye şirketi olan TANSAŞ’ın hisselerinin satılması, kordondan otoyol geçirilmesi gibi işler ile tanınan bir yaklaşımın, Kültürpark Mimari Proje Yarışması’nın sermaye adına sunduğu fırsatları kaçırmaması beklenirdi. 1994 sonrasında neler yaşandı?

DYP ve Burhan Özfatura, sermaye adına işi büyüttü. Önce, eski garaj alanı, Dünya Ticaret Merkezi ya da Basmane Çukuru, nasıl tanımlamak isterseniz isteyin, belediyenin mülkiyetindeki bu parselde, imar planı kararları yenilendi. Böylece,  1991 yılında hazırlanan ve  onaylı olup olmadığı tartışmalı 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı’nda “Otel ve Kongre Merkezi” olarak düşünülen alana, her tür ticari kullanımın yapılabilmesine olanak veren M koşulu getirildi. Ardından da, İzmir sermayesi olarak tanımlayabileceğimiz Güçbirliği Holding ile EGS Bank’ın da bulunduğu bir konsorsiyum “ihale”yi aldı.

Belli ki, Kültürpark’ın er ya da geç dönüşeceğini veri alarak, Kültürpark alanı için uygun zamanı bekleyerek, dönüşüme eski gar alanında başlamak istediler. Bunu, Güçbirliği Holding Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Zorlu’nun, 2010 yılında Milliyet gazetesine vermiş olduğu bir röportajdan anlayabiliyoruz. Kemal Zorlu, yarışma projesini kazanan ekipten Şükrü Kocagöz ile görüşmesini aktararak, konsorsiyumun hazırladığı projenin, yarışma projesi ile uyumlu olduğunu söylüyor çünkü.

* Konunun akışını değiştirmek istemeyiz ancak neden 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı’ndan “onaylı olup olmadığı tartışmalı” şeklinde söz ediyorsunuz?

Elimizdeki verilerin, Koruma Kurulu’nun ve İzmir Büyükşehir Belediyesi yöneticilerinin kabullerinden farklı bir yöne işaret ettiğini söylemekle yetinelim.

* Bu konuyu çok ayrıntılandırmak istemediğinizi anlıyoruz. O yüzden, biz de, kısa yanıtınızla yetinmiş olalım… Verdiğiniz son örnekte, kamu mallarının açık şekilde sermayeye teslim edildiğini görmüştük. Ama süreç, konsorsiyumun istediği gibi gitmedi, değil mi?

Evet, süreç birçok kez kesintiye uğradı. Hem alana ilişkin imar planları mahkemelerce iptal edildi hem de 2001 krizi sonrasında EGS Bank’ın TMSF’ye devir olması nedeni ile peşkeş çekilen arazinin hisseleri bir sorun haline dönüştü. Ancak, 2016 yılının başında, konuya sermaye adına yeni bir aktörün, Folkart’ın dahil olduğunu biliyoruz.

* Folkart başlığını, günümüzdeki projeyi konuşurken, daha ayrıntılı olarak ele alacağız galiba. İsterseniz, sohbetimizdeki kronolojiye sadık kalalım… 1999 seçimleri ile birlikte yine yerel yönetimde bir değişiklik yaşandı ve DSP’den Ahmet Piriştina, belediye başkanı seçildi. Hem eski garaj alanı hem de Kültürpark konusundaki yaklaşımda bir değişiklik oldu mu?  

Ahmet Piriştina’nın konuşmalarından, Kültürpark Mimari Yarışma Projesi’ni sahiplendiğini biliyoruz. Uygulama açısından ise, ihtisas fuarları için, kalıcı yapı niteliği taşımayan çadır tipi pavyonlar oluşturulduğunu ve işlevsiz kalmış ya da eskimiş yapıların yıkımına başlandığını söyleyebiliriz.

Kültürpark ile ilişkilendirilen eski garaj alanında ise, yargıya taşınan ve iptal edilen imar planlarının yerine, ticaret kullanımını sürdürecek imar planı değişikliklerinin yapımına devam edildiğini görebiliyoruz.

* Ve günümüzün önemli aktörlerinden biri olan Aziz Kocaoğlu’nun belediye başkanlığı dönemine geldik. Önemli olduğunu düşündüğümüz bir soru ile başlayalım. 2004 yılında belediye başkanlığı koltuğuna oturduğunu hatırlarsak, Aziz Kocaoğlu, neden Kültürpark konusunda iki yerel seçim ve toplamda 12 yıl beklemiş oldu?

Sorunuza geçmeden önce, bir konuyu netleştirmemiz gerekli… Bir dönemleme yapabilmek ve konunun sürekliliğini sağlayabilmek için, seçimleri ve seçimler sonrasında görev alan kişileri ön plana çıkarmak bir kolaylık sağlıyor. Röportajın şimdiye kadarki bölümünde, biz de bu yöntemi tercih etmiş olduk.

Ancak, konuyu sadece kişilerle ve bireysel tercihlerle ilişkilendirmenin eksikli olduğunu hatırlatmak isteriz. Biz, sermayenin tercihlerinden, siyasetin eğilimlerinden ve bu eğilimleri etkileyebilecek olgulardan, müdahalelerden söz edebiliriz. Kişileri de bu bütünlüğün içerisinde ele alırız.

Bu anlamda, sorunuza  kesin bir yanıt verebilmemiz mümkün değil. Sadece, 2016 yılında birçok olgunun kesiştiğini söyleyebiliyoruz.

* Bu olguları paylaşabilir misiniz?

İşin, öncelikli olarak siyasi bir boyutu var.

2011 Genel Seçimleri’nden bu yana, AKP’nin İzmir’e yaklaşımında bir değişiklik oldu. AKP, İzmir’in geri kaldığı, kabuğunu kırarak gelişebilmesi için atak yapması gerektiği iddiasını sürdürdü. Ancak, bu iddiasını, kendisine toplumsal bir alan açmayan gerilimli bir düzlem üzerinde kurmaktan vaz geçti. İzmir’de rantın dönüştürücü gücüne daha fazla yaslandı.

Başka bir deyişle, AKP, “yaşam tarzına müdahale” ve “gerici hamleler” ile yaşadığı tıkanmayı, toprak rantının arttırıldığı, metalaştırılan bir kent üzerinden aşma çabasına girdi.

Bu, başlı başına, ideolojik bir hamleydi.

Kendisini bir avuç kömür ile oy satın almakla suçlayan bir toplamı, artan arsa fiyatları ya da kişi başına düşecek daire sayısı ile ikna etmeye girişti.

Ayrıca, 2011 sonrasında, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, TOKİ, Ulaştırma Bakanlığı gibi kurumlar üzerinden kente doğrudan müdahale etmeyi sürdürürken, “İzmir için” belediye ile uyumlu hareket ettiği görüntüsü vermekten de geri kalmadı.

Bunun, CHP açısından ise karşılığı şu oldu. Ekonomik anlamda pek de farklı bir tutumu olmayan CHP, kendisini görünür kılmak için projeciliğe tutundu. İktidar - yerel yönetim çekişmesinde, onay almakta zorlandığı ya da önüne engel çıkarılan projeleri gerçekleştirebilmek için pazarlık yapmaya başladı. Bu, normal ve olağan gösterilmek istendi.

İzmirlilerin yaşam kalitesinin, sermayenin, İzmir’e çekilebildiği oranda artabileceğine dair bilinçli bir politika yürütüldü. İzmir Ekonomik Kalkınma Koordinasyon Kurulu aktif hale getirilerek, sermaye çevrelerinin İzmir’e müdahalesinin önü açıldı.

Ayrıntılar düzeyinde ise, “Basmane Çukuru”nda, Folkart’ın devreye girmesi ile sürecin farklı bir rota çizeceği düşünülmeye başlandı.

Açık açık, Folkart’ın, hem TMSF hisselerinin satışına, hem de alanın “Ticaret - Turizm - Konut Alanı” olarak belirlenmesine yönelik olarak ayrı ayrı açılan davalara müdahale edeceği, şirketin, Cumhurbaşkanı ve AKP ile yakınlığını kullanarak, dava süreçlerini kendisi lehine sonuçlandıracağı iddiası ortaya atıldı.

Öte yandan, Gaziemir Fuar Alanı’nın 2015 yılında açılmış olması ile ihtisas fuarlarının nerede devam edeceği konusu netleşmiş oldu.

* Belediyenin gündeme getirmiş olduğu güncel öneriye geçmeden önce, kısa bir sorumuz daha olacak. Rantın dönüştürücü gücünden söz ettiniz. Somutlaştırabilmeniz mümkün mü?

Yakın zamanda, Şehir Plancıları Odası’nın yayını olan Planlama dergisinde, Folkart konut projelerinin incelendiği bir makale yayınlandı. Folkart’ın Narlıdere, Mavişehir ve Bayraklı’daki konutlarının mülk sahiplerinin yaklaşık yüzde 80’nin 45-55 yaş aralığındaki, üst düzey yöneticilik, doktorluk, avukatlık vb. yapan İzmirliler olduğunu aktarıyor.

Folkart’ın iktidar ile yakınlığı çok net bilindiğine göre, “prestij” satın almanın ideolojik kaygılarını nasıl hafiflettiğini, kentini çok sevdiğini söyleyen İzmirlilerden bazılarının, cebini daha çok sevdiğini, bu yaklaşımın İzmir’i savunmasız bıraktığını görmüş oluyoruz.

Bu, ideolojik bir teslim alma operasyonudur.

Ve bize, karşı karşıya kaldığımız saldırıya yanıt verebilmek için sadece İzmirli olmanın yetersiz kaldığını, İzmir’in değerlerinin ancak kamucu bir düzlemde, kentli emekçilerin eli ile yeniden ayağa kaldırabileceğini göstermektedir.

* Artık, mevcut öneriyi değerlendirmeye geçebiliriz herhalde. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından önerilen, Pakistan pavyonunda da maketi sunulan proje hakkında neler düşünüyorsunuz?

İlk önce, yeni projeye dair değerlendirmelerimizin, konuşmamızın başında yer verdiğimiz proje değerlendirmelerinden farklı olacağını söylemek zorundayız. Çünkü, içinde taraf olduğumuz bir mücadele sürecinin devam ettiğinin farkındayız. Bu nedenle, dışarıdan analiz etme sakinliğini gösteremeyeceğimiz, bir tutum beyanında bulunmuş olacağımız konusunda baştan uyaralım.

"Korsan bir bildiri" gibi olacak ancak takip etmeyi kolaylaştırması ve bütünlüğün bozulmaması açısından maddeleyerek aktarmaya çalışalım.

Teknik ayrıntılardan önce içeriğin tartışılması gerektiği temel ilkemizdir.

Bu ilke, kamucu, aydınlanmacı değerlerden yana taraf alır, projenin kime hizmet edeceği sorusuna net bir yanıt aranmasını zorunlu kılar. Kültürpark'ı doğal, kültürel ve tarihi değerleri ile bir bütün olarak kabul eder, bu bütünlüğe cephe alan, kamu yararını dışlayan, ekonomik değerin öne çıkarılmasını öncelik kabul eden, sermaye belirlenimli her türlü projeyi ya da plan kararını gayri-meşru ilan eder.  

Bu kapsamda, Kültürpark'ın geleceği, 1990 yılında düzenlenen Kültürpark Mimari Proje Yarışması’nın kazananı olan projeden, Kültürpark Mimari Proje Yarışması şartnamesi doğrultusunda 1991 yılında hazırlanan ancak röportajımızda belirttiğimiz üzere onaylı olup olmadığı tartışmalı 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı kararlarından hareketle tartışılamaz.

Çünkü, proje kararlarının, sermayenin beklentileri ve çıkarları doğrultusunda belirlendiği açıktır. İzmir Ticaret Odası, Ege Genç İşadamları Derneği, Folkart gibi sermaye grupları, “Yeni Kültürpark" projesine “onay” vermişse, halkın çıkarları, bu projenin karşısında durmayı gerektirir.

Teknik açıdan ise, planların yaklaşık 20 yıllık bir gelecek öngörüsü ile yapıldığı, ihtisas fuar alanının Gaziemir’e taşındığı, “Basmane Çukuru”nun kamu mülkiyetinden çıkarıldığı dikkate alındığında, planlama sürecinin yeniden değerlendirilmesi kaçınılmazdır.

Kültürpark Alanı’nın “Kültürpark" ve “Fuar” Alanı olarak ayrıştırılması kabul edilemez. Kültürpark'ın kuruluş misyonu olan “Halk Üniversitesi” fikri, fuarın ve bugün fuarın yerini alması istenilen “Kongre Merkezi”nin, Kültürpark alanı dışına çıkarılmasını içerir.

Kaldı ki, Kültürpark'ın geleceğinin, temelinde kent dışından kısa süreliğine gelen bir topluluğa ve bu topluluğun barınma, eğlence gibi ihtiyaçlarına hitap eden “Kongre Merkezi”nin ne olacağı sorusu ile birlikte tartışılması kabul edilemez.

Kültürpark'ın geleceğinin ne olacağı tartışması, aynı zamanda, emeğin yeniden üretiminin nasıl olacağına, bu yeniden üretim sürecinde mekanın rolüne ilişkin bir tartışmadır aynı zamanda. Kültürpark'ın tüketim kültürünün baskısından arındırılması gerekmektedir. Bu anlamda, Kültürpark'ın kent parkı kimliği güçlendirilmelidir.

Kültürpark, Cumhuriyetin bir kazanımıdır. Kültürpark'ın tarihsel değeri; ülkenin bağımsızlığının, gelişmesinin bir simgesi olarak tasarlanmış olmasında, gündelik yaşamın örgütlenmesine ilişkin modelini bir emekçi ülkesi olan Sovyetler Birliği'nden almasında, yangın sonrasında kül olmuş bir alanın, elbette ki kişisel tercihlerin de önemli olduğu bir düzlemde, bir gelecek ideali doğrultusunda halkın kullanımı için yeniden düzenlenmesindedir.

Buna karşın, Kültürpark, kentliler tarafından yoğun ve verimli olarak kullanılan bir mekan olmaktan çıkarılmıştır. İnsanların, Kültürpark ile ilişkisi, parçalı ve gelip geçici hale getirilmiştir. Bu sorun, Kültüpark'ın, tarihsel değerinin bir gelecek vizyonu ile ileri taşınması ile aşılabilir.  

Ancak, İzmir Büyükşehir Belediyesinin ve CHP’nin böyle bir vizyonu yoktur. AKP’nin vizyonu ise, içinde yaşadığımız cehennemin adıdır. Sermayenin vizyonu, AKP’dir, CHP’dir, diğer düzen partileridir. Boş bulduğu her alana gökdelen dikmektir.

Bu koşullarda, sermaye karşıtı, emekçi karakteri güçlü bir eksenin sorumluluk alması gerekmektedir. Cumhuriyet kazanımı olan Kültürpark, ancak ileriye taşınarak korunabilir. Kültüpark’ın tarihsel kimliği, bir “açık hava kent müzesi” niteliği de taşıyacak şekilde korunabilir. Kentli kimliğin yaratılabilmesi, kentin geleceği ile geçmişini buluşturabilmesi için, bir “Kent Kütüphanesi” kazandırılması düşünülebilir.

Kültürpark, içe kapalı, dışa dönük etkisi olmayan bir mekan olarak değerlendirilemez. Kültürpark, kentsel, bölgesel, ulusal ve hatta uluslararası bir niteliğe sahiptir. Ve bu niteliği nedeni ile, Kültürpark'a dönük sermaye belirlenimli her bir müdahale, başta Basmane olmak üzere, Kültürpark çevresindeki yağmacı dönüşüme kapı aralayacaktır.

Kültürpark'ın geleceğine dair alacağımız tutum, ilk elden, AKP iktidarında satışa çıkarılması planlanan Atatürk Lisesi'nin, Nevvar Salih İşgören Meslek Lisesi’nin, Namık Kemal Anadolu Lisesi’nin geleceğini, TCDD tarafından farklı zamanlarda gündeme getirilen Basmane Garı’nın geleceğini, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü'nün ve DESEM'in bulunduğu bölgenin geleceğini belirleyecektir.

Bunun ötesinde, Kültürpark’a ilişkin yaklaşım, sadece Kültürpark'ın yakın çevresindeki örnekler ile değil, İzmir’e yönelik sermaye saldırısının bütünü ile birlikte ele alınmalıdır. Bu saldırının merkezinde, İzmir’in İstanbullaştırılması yatmaktadır.

İzmir’in İstanbullaştırılması, siyasi bir konudur. Siyasi düzlemde yanıtlanmalıdır ve bir tercih konusu değildir.

* Korsan bildiri dediğinizde şaka yaptığınızı düşünmüştük… Ama, sohbetimizi bağlamak açısından iyi bir çerçeve çizmiş oldu. Röportaj için çok teşekkür ederiz.

Biz teşekkür ederiz.