Osman Çutsay yazdı: Berlin’in açığa çıkardığı ‘sol nefret’

Alınan karar Türkiye’nin üzerinde kurulduğu topraklarda bir büyük kırımın yaşanmış olduğunun tespiti anlamına gelmiyor. Tersine bu kırımı bu topraklara yaşatan bir geçmişin inkarı üzerine kurulu bir Cumhuriyet, “soykırımcıların çocukları” olarak damgalanıp hedefe konuluyor.

Osman Çutsay

Herkesi şaşırtan gelişmeler yaşandı çantada keklik sanılan “Ermeni Soykırımı Kararı” sonrasında. Türkçü ve İslamcı çevrelerin şimdilik tabansızlığı örneğin. Bu karara karşı Almanya’da düzenlenen en “kitlesel” protestoya katılanların sayısı bile 1500-2000 civarında kaldı. Üstelik bunlar Ankara destekli Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) ve eski Maocu yeni Erdoğancı çevrelerin de “uçaklı katkılarını” içeriyordu. Kısacası, Türkiye kökenli 3 milyon insan Alman parlamentosunun Türkiye’nin tarihsel meşruiyetini ilk gününden itibaren çökertmeyi hedefleyen “soykırım kararı”nı protesto için sokağa falan çıkmadı. Ama Türklerin ve Kürtlerin içinde bir yerlerde inanılmaz bir kırılma yaşandı ve bu, bir biçimde hissedilir oldu.

Nitekim 5’i Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nden (SPD) (Aydan Özoğuz, Cansel Kızıltepe, Metin Hakverdi, Mahmut Özdemir, Gülistan Yüksel), 3’ü Yeşiller’den (Cem Özdemir, Ekin Deligöz, Özcan Mutlu), 2’si Sol Parti’den (Azize Tank, Sevim Dağdelen) ve biri de Hıristiyan Demokrat Birliği’nden (CDU) (Cemile Giousouf) toplam 11 Alman milletvekilinin şaşkınlığı biraz da bu hisle ilgilidir. Türkiye kökenli toplumun asıl büyük kesimi, yaşamına ve geçmişine, bu arada Türkiye’nin geçmişindeki aydınlanmacı değerler de içeren cumhuriyet rejimine çok ağır bir saldırı olduğunu düşünmeye ve parçalanmaya başladı. Bu içsel tepkinin kısmen farkına varan Yeşiller milletvekili Özcan Mutlu, “Ben oylamadan 10 dakika önce çıktım, onay vermedim” açıklamaları yaptı. Bir daha Türk seçmenlerinden oy alamayacağını bilen Mutlu, gerçi Türkçe ve Almanca arasında gidip gelirken epey yalpaladı, ama kırılmanın farkında olduğunu da gösterdi. Diğer milletvekillerinin ise sesi bile çıkmadı. Hiçbiri “Türkiye bir soykırım cumhuriyeti değildir” demedi.

Asıl skandal solda yaşandı. Avrupa solu gibi, Alman solunun da, avucunda tuttuğu “Türkiye kökenli solcuların” desteğinde artık açık bir Türkiye nefretiyle hareket ettiği, Türkiye solunun “aydınlanmacı cumhuriyete sahip çıkma” gibi tarihsel değerlerini aşağıladığı gözleniyor. Türk faşistlerinin ayranının kabartılacağı, ama “Türkiye ve sosyalizm” demenin de suç sayılacağı bir zamana girildiği söylenebilir. Bahane el birliğiyle yaratılmıştır: “Erdoğan Türkiyesi”, Avrupa solu için artık etnik birimlere ve mezheplere ayrılması gereken bir “soykırım cumhuriyetinin” nihai sonucudur. Dolayısıyla solculuk iddiası olmayan Yeşiller Eşbaşkanı Cem Özdemir’in bu kararın öncülerinden olması Avrupa-Alman solunun genel yönelimine uygundur. Ama hadi SPD, CDU ve Yeşiller’in Türkiyeli memurları bir yana, herhalde en acısı, Sol Parti adına parlamentoda oturan Sevim Dağdelen ve Azize Tank’tır: “Bu çok tartışmalı bir konudur ve bu karar, bu haliyle, esasen Türkiye egemenlerini değil solunu hedefliyor” diyememişler, onay vermeyi yeğlemişlerdir. Yerleşik Avrupa solunda artık antiemperyalizm diye bir şey yoktur.

Bunların, Türkçü ve İslamcı odakların saldırılarını, hep birlikte “Türkiyeci sola” karşı kullanacakları anlaşılıyor.

Ama, “kırılan toplum” dedik: Burada Osmanlı hayranları ile Avrupa’nın her dediğini demokrasi sayan ve solculuğu da kimselere bırakmayan kesimlerden değil, Türkiye kökenli 3 milyon insanın emeklerini kiralayarak geçinen yüzde 99’undan söz ediyoruz. Kendilerine “Ermeni Soykırımı Kararı” ile verilen “Siz tarihin en aşağılık suçlarını işlemiş insanların çocuklarısınız ve geldiğiniz ülke de bir soykırım ülkesidir, soykırım cumhuriyetinizle yüzleşin” uyarısını, ağır bir hakaret olarak algıladılar. Şimdilik, bunun göstergeleri çok açık değil. Sokakta değil. Ama hayatı iki dilde yaşayan Türkiyeli insanlar -ki büyük çoğunluğu Anadolu’nun kadim halkları Ermeniler ve Rumlara karşı Birinci Dünya Savaşı sırasında ağır haksızlıklar yapıldığını, Türk burjuvazisinin de bir servet gaspıyla zenginliklerine zenginlikler kattığını biliyor, ama aynı dönemde özellikle emekçi Türklerin de ağır bir bedel ödediğini düşünüyor- bir sınırın aşıldığı inancında artık. “Almanya’daki Türkiyelilerin” büyük kırgınlığının acı sonuçları olacaktır. Yakında paralel ve gerici bir toplum yaratma çabalarının sonuçlarını almaya başlayacağız. İslamcı ve Türkçü gericiliğin aportta beklediği, insanlarımızı bu bahaneyle avuçlarına alabileceği zamanlardan geçiyoruz: Nitekim federal düzeyde faaliyet gösterecek bir “Türk Partisi” girişimi için kapılar ardına kadar açılmış bulunuyor. Erdoğan rejiminin bu tür girişimlere destek vermemesi ise mucize olacaktır.

Ne olursa olsun, asıl acımasızlık Avrupa solundadır. Bu kesimlerin solculuğu çoktandır, en komünistlerinde bile, gerçekten bir soru işaretidir: 1923’ü tarihsel ve meşru bir ilerleme sayıp geçmişte milliyetçi gerekçelerle Ermenilik ve Rumluk gibi kadim Anadolu halklarına reva görülen katliamların, etnik temizliklerin ancak sosyalist bir cumhuriyette hesabının sorulabileceğini savunanlara, en hafif deyimle “faşist, soykırımcı” deneceği bir dönemin açılması için anahtar olarak kullanıldılar. Reel sosyalizmin ve Yugoslavya’nın yıkılmasından kısmen tanıdığımız bir rol karşısındayız. Yaklaşık 5.5 milyon Türkiye kökenli Batı Avrupalı için zor zamanlar başlıyor. Ya uyum sağlayacaklar ya da ırkçı ilan edilecekler.  

İstisnaların farkında olduğunu bilerek, ama çok açık söyleyelim: Her hücresiyle, (özellikle de “Türk tetikçileri”) tam bir Türkiye cahili olan Avrupa solu, ortak bir nefret suçu işlemeye teşnedir. Türkiye’deki oligarşik gericiliği yıkıp, Anadolu topraklarında  bütünlüklü ve sosyalist bir cumhuriyet kurmanın mümkün ve acil olduğunu savunanlara düşmanlık, artık bir ortak siyaset halini almış görünüyor.

Avrupa ve Alman solunu reddeden sosyalistleri ırkçılıktan başlayarak ağır bir saldırı harekâtı bekliyor. Avrupa iç savaşında da yeni bir aşamaya giriyoruz.