Henri Barkey: Otokratların 'panzehiri' piyasa

Fuller ile birlikte Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen ABD’li Henri Barkey, Batı’nın otokratlara karşı “piyasa silahı”nı daha etkin kullanmasını önerdi.

Çeviri: Can Kuyumcuoğlu

Henri Barkey, Foreign Policy’de yayımlanan “Otokrat Baharı” başlıklı yazısında dünyada otoriter eğilimlerin güçlenmesini globalleşme vaadinin geri çekilmesi ve piyasaların yeterince etkin kullanılmamasına bağlıyor. ABD ve Avrupa’nın otokratlara karşı ekonomik ve finansal mekanizmaların kullanılması başta olmak üzere bir ortak politika geliştirmesini öneriyor. Barkey, otokratların zayıflatılması için Batılı ülkelerin “piyasa silahı”nı daha etkin kullanılması gerektiğini ileri sürüyor.

Barkey, piyasayı çözüm olarak önerirken aynı globalleşme sürecinin tekelleri güçlendirdiğini, emperyalist merkezler başta olmak üzere tüm dünyada piyasanın artan hakimiyetinin bugünkü siyasi tablonun ana nedeni olduğunun üzerinden atlıyor.

Türkiye kökenli, İzmir doğumlu Henri Barkey, ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Ortadoğu uzmanı olarak çalışmış bir isim. Şu anda Woodrow Wilson International Center’ın Ortadoğu Bölümü’nde araştırmacı. Graham Fuller ile birlikte Fethullah Gülen’e yakın olduğu belirtilen Barkey hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 15 Temmuz darbe girişiminin uluslararası ayağı olduğu iddiasıyla yakalama kararı çıkarmıştı.

Aşağıda Barkey’in yazısının geniş bir özetine yer veriyoruz:

1989 yılında Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından yükselen globalleşme vaadi 21. yüzyılın ikinci on yılında geri çekilmeye başladı. Onun yerine ortaya çıkan şey ise totaliter rejim ve diktatörlükten ziyade kendi imajları üzerinden toplumu şekillendirmeye çalışan bireysel otokratlar. Ortaya çıkan bu yeni lider figürü, bireysel haklara, hukukun üstünlüğüne ve anayasal düzene çok az saygı duymakla birlikte kendilerini ulusun simgesi olarak görüyorlar.

Seçimler yoluyla iktidara gelmek ya da seçimlerle yükselişi temin etmekle birlikte, bu figürler hâlâ "demokratik" bir sisteme bağlı olduklarını gösterme ihtiyacı hissederler. Aslına bakılırsa sonuçların önceden belirlendiği bu seçimlere büyük önem atfedilir. Bu ülkelerde muhalefet liderleri rutin bir şekilde saldırıya uğruyor, oy pusulasına erişimleri hile ile veya hukuki bir makyajla engelleniyor veya vatana ihanet suçundan hapse atılıyorlar. Bu, Princeton'dan Kim Lane Scheppele'nin "otokratik yasalcılık" adını verdiği, anayasal düzenin mevcut iktidarın elinde bulundurmasını sağlayan şeydir.

Her durumda, yasal sistem tamamen tehlikeye girmiştir. Herhangi biri absürt bir suçlamayla tutuklanabilir. Türkiye'de alt mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin iki gazetecinin serbest bırakılmasına dair aldığı kararı saatler içerisinde geri çevirdi.

Bu olanlara liderlerin başarılarıyla övünen ve sahte bilgi üreten dalkavuk basın eşlik ediyor. Basının üstlendiği temel misyon, mevcut liderin iyi görünmesini sağlamak ve dış mihrakları nasıl yendiğini göstermek. Bu da otoriterliği meşrulaştırmak ve kurumsallaşmasını sağlamak için bir zemin hazırlıyor.

Batı'ya ve liberal düzene meydan okuyan bu liderler bir istisnadan ziyade norm haline gelmektedir. Putin, Duterte ve Erdoğan gibiler kendilerini alternatif bir vizyon olarak sunuyorlar. Bu vizyon, hukukun üstünlüğü gibi temel ilkelere bağlı kalmadan da Batı ülkeleriyle birlikte yaşanabileceğini ve iş yapılabileceğini öne sürüyor.

ABD ve Batı ülkeleri ise bu otokrat liderleri ara sıra eleştirip kınasalar da nihayetinde bu otokratik rejimin güçlenmesini önleyecek çok az şey yapılabileceği sonucuna varırlar ve bu lider figürlerinin bir bakıma suç ortağı olurlar. Örneğin Obama yönetimi, bu konuda çok yetersiz kaldı.

Sonuç olarak, açık topluma ve piyasaya öncelik veren, barışçıl bir liberal dünya vaadi büyük bir tehlike altında.

Trump yönetiminin ise bu yükselen otoriterciliğe karşı ciddi bir tepkisi bulunmuyor. Bu durum, Avrupa'nın bu konuya dair çözümünü zorlaştırıyor ve manevra alanını daraltıyor. Polonya ve Macaristan'da yükselen otoritercilik ve İtalya ve Almanya seçimlerinde popülistlerin yükselişi halihazırda kıtayı meşgul etmekte.

Bu konuya dair Trump yönetiminin yarattığı yönetsel boşluğu dolduracak tek kurum ise Kongre olarak gözüküyor.

Ne yapılmalı? Bu aşamada her bir despotun eşzamanlı olarak tek tek ele alınması zor olabilir. ABD ve sözü geçen Avrupa ülkelerinden seçilen bir grup daha tedbirli bir politika geliştirmeye yönelik etkili stratejilerin koordinasyonu için öncülük yapabilir. Bu stratejiler otokrat liderleri konuk etmeyi reddetmek gibi bazı sembolik uygulamalardan söz konusu ülkelerin ekonomilerini yağlayan finansal ya da başka türlü garantileri durdurmaya ekonomik önlemlere her şey olabilir. Son tahlilde Batı finansal piyasaları, döviz kurları, faiz oranları, döviz likiditesi söz konusu olduğunda belirleyicidir.