8 Mart öncesi kadın işçiler anlatıyor: Bir uzman hekim...

8 Mart öncesi kadın işçiler güvencesizliğin dayatıldığı, kötü çalışma şartlarının meşrulaştırılmak istendiği bir ortamda yaşadıklarını anlatmaya devam ediyor. 14 yıldır uzman hekimlik yapan bir kadın sağlık çalışanı, 'Hepimiz aynı gemide birlikte boğuluyoruz. Bundan kurtulmanın tek çaresi birlikte mücadele etmek' diyor.

Haber Merkezi

Sağlık emekçilerine dönük güvencesizlik, şiddet örnekleri gün geçtikçe artarken 8 Mart öncesi bir kadın sağlık çalışanıyla yaşananları konuştuk.

İzmir’de Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir hastanede çalışan bir uzman hekim çalışma koşullarını, sağlık çalışanı olmanın zorluklarını ve sağlık sistemini anlattı.

14 yıldır uzman hekim olan sağlık emekçisi, "Sadece hekimler değil tüm sağlık çalışanları büyük bir baskı altında çalışmaya zorlanıyorlar. Hepimiz aynı gemide birlikte boğuluyoruz. Bundan kurtulmanın tek çaresi birlikte mücadele etmek" diyor.

Merhaba, sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Merhaba. Ben 9 yıldır Sağlık Bakanlığı’na bağlı olarak çalışan 14 yıllık bir uzman hekimim. Evliyim ve bir kız çocuğum var.

Çalıştığınız ortamınızdan ve şartlarından memnun musunuz?

Maalesef değilim. Zaten özel ya da kamuda çalışıp da bu soruya olumlu yanıt verecek sağlık çalışanı sayısı da her geçen gün azalıyor. Ülkenin koşulları ile eş zamanlı çalışma yaşamının zorlukları sağlık alanını da etkiliyor.

Hekimlere yönelik şiddet haberleri son dönemde giderek arttı. Bu hep böyle miydi yoksa bir artış söz konusu mu?

Tabii ki bu hep böyle değildi. Sağlıkta dönüşüm politikalarının etkisi ile hastaneler ticarileşti. Hekimler görevlerini performans, ciro ve SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) baskısı altında yapmaya başladı. Yönetimlerin talepleri hastaların beklentileri arttı, tıbbi hizmetler nitelik ve nicelik olarak değersizleşti. Hastalar ve hekimler karşı karşıya getirildi. Bunun beklenilen sonucu olarak da şiddet olayları arttı. Kendi hastanemde dahi her gün bir şiddet vakası yaşanırken ülkenin diğer sağlık kurumlarında olup bitenleri siz düşünün.

Kadın sağlık çalışanı olmak fark yaratıyor mu?

Her gün ülkede biz kadınlar daha çok örseleniyor, dövülüyor ve hatta öldürülüyoruz. İşyerlerimizde de durum pek farklı değil. Pek çok kadın meslektaşlarım için anne, eş, bakım veren kimliklerinden beklentiler değişmiyor. Kadın hekimler, erkek meslektaşlarına göre daha kolay şiddet ve taciz nesnesi olarak görülüyor. Pek çok alanda olduğu gibi sağlık alanında da şiddet yasası olmadığından; yasal yaptırımların yetersizliği, varlığı ve yokluğu belli olmayan Sağlık Bakanlığı avukatlarının yanında mahkemelerde tek başına haklılığını ispat etme zorlukları, uzayıp giden davalar vs. nedenleri ile çaresizce şikayetçi olmaktan vazgeçilmeye başlandı. Sağlık sisteminin kendisinden kaynaklı aksaklıklar yaşandığında hastalar muhatap olarak önce bizi görüyorlar. Otoriteye yönelemeyen tüm saldırganlık biz sağlık çalışanlarına doğrultuluyor.

Hekimlik bu ülkede oldukça saygın bir meslekti. Bu saygınlığın giderek azaldığını biliyoruz... Sizin açınızdan bu değişiklik nasıl yaşandı?

Yakınma, öykü, klinik muayene, tanı ve tedaviyi içeren ideal muayene süresi olan ortalama 40-45 dakikayı, tıp eğitimi ve sonrasında devam eden bir üniversite hastanesindeki asistanlık eğitimimde nerdeyse her hasta için uygulayabiliyorken, yıllar içinde bu süre hasta başına ortalama 5 dakikaya kadar düştü. Hastaları performans puanı ve ilave ücrete dönüştüren ücretlendirme modelleri sayesinde hekimler giderek işçileştirildi. Emekleri sömürüldü. Hasta sayımız arttıkça hizmet kalitemiz düştü. Yoğunluğumuz yorgunluğumuza dönüştü. Saygınlığımız azaldı. Ancak biz hekimler hâlâ kendi sınıfsal konumumuzun farkında olamadığımızdan bireysel öfke ve hayal kırıklıkları içerisinde mesleğimizi sürdürmeye çalışmaya devam etmekteyiz.  

Peki, hekimlerin kendi sınıfsal gücünün farkında olması için neler yapılmalı?

Bireysel öfke ve hayal kırıklıklarından vazgeçip örgütlenmek gerektiğini düşünüyorum. Bireysel çözümler bir yere kadar rahatlatır bizleri. Sadece hekimler değil tüm sağlık çalışanları büyük bir baskı altında çalışmaya zorlanıyorlar. Hepimiz aynı gemide birlikte boğuluyoruz. Bundan kurtulmanın tek çaresi birlikte mücadele etmek. Bizler kabullendikçe daha kötüsü geldi, gelmeye de devam ediyor. Ancak işi üretenler yani bizler baskı ve dayatmalara sesimizi çıkarırsak çok şey değişir. Yapmamız gereken şey, buna inanmak ve gücümüzün farkına varmak.