Metin'den devrolan: Masumiyet ve direnç

Metin Oktay şimdilerdeki gerici, futbolcu müsveddelerine karşı, modern futbolun reddiyesiydi... 'Metin’de destan, Lefter’de roman' denilmişse eğer Türkiye’de futbola, o halde bu ülkenin tarihini yeniden yazmak işçi sınıfına, emekçilere devrolmuştur artık. İyi ki doğmuşsun Metin Oktay!

İsmail Sarp Aykurt

Futbolda romantik ya da nostaljik çağ kapanalı seneler oldu. Artık ne futbol bir "oyun" olarak değerlendirilir halde ne de futbolcular gerçekten sade bir oyuncu. Şimdilerde taraftar profilinden futbolcusuna, kulüplerinden sahasına kadar her şey farklı bir kimyada ve farklı semboller seçer olmuş kendisine. Ne eski isimler var stadyumlarda ne de eskilere ve birbirlerine saygı duyan naif bir "taraftar" kitlesi. Eski ile arttıkça mesafemiz, çürüme daha da derinleşiyor içimizde.

Daha dün gibi hatırlayan pek çok insan vardır, Taçsız Kral filmini. Şimdilerde pek sık gösterilmiyor olabilir, doğru. Ancak izlemeyenler dahi bilirler kimi kastettiğini filmin isminin. Belki yaşı yetmeyenler sadece o filmden tanıdılar Metin Oktay’ı, kimisi de yaşlanmış futbol düşkünlerini dinleyerek… Oysa ki Metin Oktay ne yalnızca bir film kadar kurgu ne de hiç olmamış kadar büyük bir ütopyaydı.

"Galatasaray, o daha vefalı" derken bir sahnede popüler kültüre bir iz bırakmak gibi bir kaygısı olmadığını her renkten izleyen biliyordu. Bugün hala biliyor ve bugünlerde "sembol" olarak lanse edilen futbolculara bakıldığında herkes daha iyi anlıyor, sadakatin gerçek bir duygu olarak var olmuş olduğunu. Ancak sınır bu kadar ve günümüzde daha ötesi yok.

1950’li yıllarına kadar "lise takımı" olarak kalan bir futbol takımını yoksa nasıl halka açabilirdi ki Metin Oktay? Kendi davranışlarını hep başkalarını düşünerek ve onların emeğini gözeterek alırdı. Denizler’in idamını engellemek için imza toplarken de öyleydi, Türkiye İşçi Partisi’ne oy verdiğini söylerken de. Yalnızca kendisini düşünen bir insan olarak yapamazdı zaten bunları. Bir sporcunun da emekçi halkına karşı sorumlu olduğunun birebir örneklerindendi Metin Oktay.

"Ekip adamı" olmakla ve çevresindekiler gibi "şımarmamak" ile övülürdü hep. Eski Galatasaray teknik direktörü Kaloperoviç onun için “Hayatımda gördüğüm tek insan adam” derdi. Metin Oktay şimdilerdeki gerici, futbolcu müsveddelerine karşı, modern futbolun reddiyesiydi.

Fenerbahçe’nin en önemli isimlerinden İslam Çupi, onun bir maçında attığı golü için “Hangisi daha öldürücü? Kongo’nun iklimi mi, Metin Oktay’ın şutları mı?” diye sormuştu. “Ensesiyle bile top alır. Baldırıyla, oyluğuyla, hatta bademciğiyle” derken haksız sayılır mıydı büyük usta Cemal Süreya?

Ancak "öldürücü" olan bir özelliği daha vardı Metin’in. Adnan Menderes’in Ankara’daki davetini siyasi şov olarak gördüğü ve takımı gitmesine rağmen buna katılmadığı ve bu baskıya direndiği unutulur mu hiç? Peki ya, bu direncin şimdilerde bir "eyyama" döndüğü günlerden geçtiğimiz? Yoksa "Bizi sevenleri üzmeyelim baba" nasıl olur da "Galatasaray’ın teklifi komikti"ye dönüşebilir ki?

Sizce mümkün müdür, 10 Haziran 1959’da olduğu gibi dönemin "Mithatpaşa"sında, firmalara peşkeş çekilmeden önceki ismiyle İnönü’de, maçtan atılıp yeniden çağrılmak, selamlanmak ve bu kadar sevilmek, büyük bir coşkuyla her renkten sahiplenilmek?

Ancak durum günümüzde oldukça farklı ve sporculuk, bir erdemden çok bir siyasi rant elde etme uğraşısına dönüştürülmüş durumda. Prim için kavga edip sonra vatan millet yaygarası koparan, aldığı maaş ile hepimizin cebinden çalan, hamile eşini dövüp otobüs şoförüne saldıran, federasyon başkanı olmak için gülünç koltuklu videoculuk oynayan, hiç çekinmeden şeriat propagandası yapan ve emekçilerin yarattığı tüm değerlere saldıran yeni futbol “adamları”, kokuşmuş programları ve futbolcuların ellerinde rakı bardağı arayıp, bunu haberleştiren spor gazeteleri var artık yanı başımızda.

Özetle, Metin Oktay’ın tüm hayat felsefesini reddeden ancak onu anmaktan da, yaşını kutlamaktan da gocunmayan bir güruh ile karşı karşıyayız. Elinin tersi ile parayı itenlerden, transfer dolandırıcılığı ile zenginleşen kulüpler, yöneticiler, futbolcular var elimizde…

Metin, askerliğini 8 gün eksik yaptığı için 45 gün hapiste geçirdiği o günlerin sonunda şu sözle sonlandırmıştı kısa mahkûmiyetini.

“İnsan hür olduğu kadar yaşıyor”…

İşte bu hürriyet, onun doğum günü olan bugünü, hürriyet olmadan geçen bu günleri, daha da anlamlı kılıyor, gerçek bir emek ve hürriyet kavgası için…

“Metin’de destan, Lefter’de roman” denilmişse eğer Türkiye’de futbola, o halde bu ülkenin tarihini yeniden yazmak işçi sınıfına, emekçilere devrolmuştur artık.

İslam Çupi ustanın dediği gibi, başka kim sevilirdi bu kadar doğduğundan ölümüne kadar geçen kısacık sürede:

“İnsan sevgisi, insan dostluğu. Sempatikliği, sevecenliği, zarafeti, bir şeyler verme konusundaki tek taraflı yırtınışı ile bir adam sembolü, bir beşeriyet ilahı idi. Ben bu bendeki ölüme razı olurdum, keşke Metin’i yaşatabilse idi, bu ölüm…’’ 

İyi ki doğmuşsun Metin Oktay!