Euroleague'de Final Four'a doğru: 'Eski'yi hatırlamak

Euroleague’de son dörde kalmak için mücadele devam ederken ve buna Türk takımları da dahilken, basketbol yoğun günlerinin sıcaklığı akıllara farklı anıları dayatıyor. Basketbol derken, takımların kimyalarında sosyalist bir nüve bulmak ise kuşkusuz ki kaçınılmaz oluyor.

İsmail Sarp Aykurt

Basketbolun yoğun bir izlenme sürecine girdiği dönemlerden geçiyoruz. Özellikle Avrupa’nın en çok takip edilen turnuvalarından olan Euroleague’in Final Four dediğimiz evresinde izlenirliğin artması da oldukça doğal. Bu takipçiliğin Türkiye ayağında en önemli etkenlerinden birisi ise Türk takımlarından üçünün ilk dörde girme mücadelesi veriyor oluşu. Tabii, turnuvanın zaten belirli bir izleyici potansiyeli olduğunu da başlamadan eklemeli.

Türk takımlarının durumu: Farklı açılar…

En güncel haberin Fenerbahçe’den geldiği açık. Panathinaikos karşısında serinin 3-0 ile kazanılması, bu sene grup karşılaşmalarında istikrarsız bir grafik sergileyen Fenerbahçe takımı için özgüven kazanma ve moral açısından Final Four öncesinde kritik. Bunun basketbol tabiriyle bir "süpürme" olduğu da zorlama bir yorum olmayacaktır. Hele ki Panathinaikos yönetiminin sonuç sonrası takımın uçak biletlerini iptal edip, takımı Atina’ya otobüsle gönderme kararından sonra...

Anadolu Efes ise 2000’li yılların başında aldığı Avrupa’da üst üste 2 yıl Avrupa üçüncüsü olma etiketini yeniden kazanma derdinde. Uzun süren yatırım/başarısızlık bunalımı bunu artık "dayatıyor". Darüşşafaka ise Doğuş ile olan ortaklığını bitirecek, bunu Fenerbahçe’ye paslayacak gibi görünse de, sponsor olayını diğer ortak "Seat" ile çözeceğe benziyor.

Bunun da kulübe ek bir "misyon" biçtiğini gösteriyor. Daçka’nın da tarihinde Avrupa’da 3. Tura çıkan ilk takım olma özelliği mevcut. Ancak özetle, eskilere özlem arttıkça, yenilerin ticari kimlikleri daha da berraklaşıyor. Bu süreçte belirleyici olarak ortaya çıkan parametrenin sponsorlar olduğu ne yazık ki bilinen gerçeklerden…

Bu anlamda Euroleague mücadelesine dahil olan tüm Türk takımlarının önemli bir eksiği göze çarpmaktadır. Altyapıdan gelen ve kendi içimizde yetiştirebildiğimiz basketbolcuların bu kadar az olduğu bir evrede başarıların kalıcılığının transfer bütçelerine ve transfer "şansına" endekslendiğini, ekol yaratmanın olanaklarının sınırlı olduğunu eklemek mümkün görünmektedir. Bu anlamda verili duruma önemli bir eleştiri başlığı açmak gerekli ve takımlarımızın başarılarını bir yerde "sorgulamak" da…

PEKİ YA KOMÜNİSTLER NEREDELER?

Sovyetler Birliği ve Yugoslavya başta olmak üzere diğer sosyalist ülkeler de basketbolda söz sahibi olan ülkeler arasındaydı ve bu sahiplik, kolektif bir anlayışla yaratılan ekol ile birlikte parkelere yansıyordu. Bu da Avrupa arenasında söz sahibi takımlar demekti. Şimdi, Post-Sovyet ve Post-Yugoslav dönemde bir çok takım ve antrenör bu ekolden ve mirastan faydalanmaya devam ediyor.

Özellikle belirtmek gerekir ki, altyapılar ve antrenmanlar denildiğinde Sovyet ve Yugoslav takımlarının özel bir yeri olduğunu eklemek gerekiyor. Örneğin sadece basketbol değil tüm spor branşları dahil edildiğinde Sovyet deneyiminin sporda tuttuğu yerin ne kadar da önemli olduğu ortaya çıkıyor. "Geçici" çözülüşünden sonra, çeyrek yüzyıldır kupa almayan bir ülkenin bugün hala madalya sıralamasında ikinci oluşu yoksa nasıl açıklanabilirdi ki?

Ya da Yugoslavların özel kulüplerinden Jugoplastika’dan bahsetmeden Euroleague’i tanıyabilir misiniz? İçerisinde şimdilerde Galatasaray kadın basketbol takımının çalıştırıcılığını yapan Sırp antrenörü Marina Maljkovic’in babası Bozidar Maljkovic, Efes Pilsen’in efsanevi oyuncusu Petar Naumoski, Yugoslavya’nın basketbol dehaları Toni Kukoc ve Dino Radja, Zoran Savic, Dusko Ivanovic ya da şuan Anadolu Efes’in koçluğunu yapan Velimir Perasovic…

Hepsi de bu sosyalist spor geleneğinden beslenen önemli parçalardandı. Jugoplastika’da Yugoslav sanayisinin önemli bir dişlisi idi. Sosyalist devletin tekstildeki önemli bir plastik sanayi fabrikası idi Plastika. Şimdilerdeki, "sporu çok seven" sponsorlardan değil…

Sonrasında Pop 84 oldu, şimdi ise Split…

'ESKİ'Yİ HATIRLARKEN 'YENİ'Yİ KURMAK

Bugünlerin basketboluna baktığınızda, karşınızda "rafine" bir form bulamıyorsunuz ve bu durum, endüstriyel sporun ticari yapısının nüfuz ettiği her başlıkta vuku bulmakta. Artık Sırpların, Makedonların, Boşnak ve Kosovalıların, Karadağlıların, Gürcülerin, Ermenilerin ve Türklerin bir arada oynayabileceği takımlar yok. Yüksek ücretli bireylerin, "birey" odaklı basketbollarını "paranın birleştiriciliğinde" izlemeye zorlanıyoruz, itiliyoruz…

Altyapıların değil, paraların ve ticari tekellerin yarattığı takımlara bel bağlıyoruz.

Oysaki, büyük Sovyet sporcusu Arkadiy Vorobyov’un da altını çok önceden çizdiği gibi yalın her şey.

“Çalışmak ve eğitim yapmak”…

Ve tabi, "eski"yi yeniden kurmak…