Avrupa Basketbol Şampiyonası: Sosyalizm olmadan asla

"Geçmişe dönüp bakıldığında, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya takımlarının damga vurduğu Avrupa basketbol tarihini keşfetmek zor olmuyor. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda en fazla şampiyonluk yaşayan takım olma unvanını sürdürmeye devam ediyor."

İsmail Sarp Aykurt

Avrupa basketbolu dendiğinde akıllara gelen sosyalist ülkeler şimdilik ‘mola’ haklarını kullanıyorlar. Bu aranın ne kadar süreceğini tahmin etmek kolay değil. Ancak şu zamana kadar kazanılan başarılar gösteriyor ki sosyalizm, spor ve özellikle basketbol konusunda hâlâ kendisine ilk sıralarda yer buluyor. Bu, bunca senedir parkelere uzak kalınsa bile aynı…

Avrupa Basketbol Şampiyonası son sürat devam ediyor. Dört ülkenin ev sahipliği ile başlayan turnuvanın artık başka bir evresindeyiz. Ev sahipliği yapan ülkelerden olan İsrail ve Romanya’nın elenmesi ile devam edilen turnuvada Türkiye’nin son 16 mücadelesi verdiği görülüyor. Özellikle son Letonya mağlubiyeti Türkiye’nin hesaplarını bozmuşa benziyor. Bunun nedeni ise mağlubiyet sonrası eşleşilen turnuvanın favorilerinden İspanya. Türkiye’nin galibiyet için daha çok şey yapması ya da şuana kadar yaptıkları ile sınırlı kalmaması mantıklı görünüyor. İspanya’nın son yıllara damga vurmayı başaran ve fast-break hücumlarına dayalı, çabuk oynamayı seven, çok koşan ve sert müdafaa yapan bir basketbola sahip olduğunu da vurgulamak gerekli. 2009, 2011 ve 2015’te şampiyon olup, 2013’te ise üçüncülük kürsüsüne çıkan İspanyollara karşı ‘ekstra’ işler yapmak gerektiği sanıyorum ki net.

Avrupa Şampiyonası’na katılım gösteren ülkeler arasında özellikle dikkat çeken kimi ülkeler mevcut. Bunlar arasında Rusya, Sırbistan ve Litvanya gibi ülkeleri saymak mümkün. Bu ülkeler, Sovyetler Birliği’nin 90’lı yılların başında çözülmesi ve daha sonra Yugoslavya’nın emperyalist NATO tarafından parçalara ayrılması sonrası ortaya çıkan ‘piyasa uyumlu’ ülkeler olarak ayrıştılar. Kapitalist restorasyonun emekçiler için bir karanlık dönem açtığı, toplumsal yaşam ve standartları geriye götürdüğünü söylemek mümkünken, sporun da bu tarihsel gerilemeden nasibini aldığını belirtmek gerekli. Ancak SSCB ve Yugoslavya gibi basketbolda ekol olmuş sosyalist ülkelerin paralizasyonu ardından ortaya çıkan bu piyasa merkezli ülkelerin hâlâ sosyalizmin ‘ekmeğini yediği’ ortada. Özellikle Post-Sovyet dönemde Litvanya ile Yugoslavya sonrası dönemde Sırbistan milli takımlarının altyapılarının, kapitalist restorasyon konjonktüründe de olsa, uzun süre sosyalist ekol tarafından belirlenmeye devam edildiğini ve sosyalizmden öğrenmeye devam ettiğini iddia etmek tutarsız kaçmamakta. Böyle bir ‘mirasa’ iştahlanmamak için bir sebep göstermek zor.

Geçmişe dönüp bakıldığında, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya takımlarının damga vurduğu Avrupa basketbol tarihini keşfetmek zor olmuyor. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda en fazla şampiyonluk yaşayan takım olma unvanını sürdürmeye devam ediyor.

Şampiyonluk Sayıları

Ülkeler

SSCB 14

Yugoslavya 8

Litvanya, İspanya 3

İtalya, Yunanistan 2

Çekoslovakya, Letonya, Macaristan, Almanya, Rusya, Fransa ve Mısır 1

İlk olarak 1935 yılında İsviçre’nin Cenevre kentinde gerçekleştirilen ve Letonya’nın ilk şampiyonluğu kazandığı şampiyonada 17 kez final oynayıp 14 kez şampiyonluk tadan Sovyet takımının özellikle 1957 ile 1971 yılları arasındaki başarısı dikkat çekiyor. O yıllar arasında tam 8 kupa kazanan Sovyetler Birliği, 90’larin başında çözülmesine rağmen bir basketbol ekolü olarak etkisini koruyor. Tabii, bu şampiyonlukların yanında 3 kez gümüş ve 4 kez de bronz madalya kazanan, toplamda 21 madalyası olan bir takıma sahip olduğunun altını çizmek gerekli Sovyetler Birliği’nin.

Bir diğer ekol ülke Yugoslavya’da da durum benzer. Sovyetler Birliği’nden sonra en çok şampiyonluk kazanan takıma sahip olan Yugoslavya, 8 kez altın, 5 kez gümüş, 4 kez de bronz madalya kazandı. İçinden kopan ve sosyalist olmayan olanca ülkenin basketbolda başarı gösterebilme özelliğini koruyabilmesi, sosyalizmin parçalanma öncesinde spora dolayımsız bir şekilde yaptığı büyük zenginlik, kolektivizm ve özgünlük aşısı ile açıklanabilir. Bireysel ve kolektivist yeteneklerin gelişebildiği, becerikli uzunların yer aldığı ve herkesin her işi yapabileceği bir fundamental (teknik) düzeyinin olduğu Yugoslav ekolü, basketbol literatürüne kazandırdığı terimler ile de (Yugoslav faulü) hâlâ etkisini sürdürüyor.

Şampiyonada çok kısa bir zaman önce iki piyasacı, kapitalist ülke arasında oynanan Rusya-Sırbistan maçının bir SSCB-Yugoslavya karşılaşması etkisi gösteremeyeceği, o izi taşıyamayacağı görüldü. Bu anlamda, ‘piyasa kurallarının geçerli olduğu’ bu iki ülkeye de gereğinden fazla sempati beslemenin, bilinçsizce yapılan bir eyleme dönüşeceği unutulmamalı. Buna göre turnuvayı gerçekten çekilmez, heyecansız ve çelimsiz kılan tek şeyin sosyalizmin eksik oluşu olduğu görülüyor. Bu, bir organizasyon, reklam, sponsorluk harcaması ya da atılan her sayıdan çok daha değerlidir ve başka bir muadili de yoktur.

İsimlerini formalarındaki harflerden çok, sporculukları ile tanıdığımız, güçlerini emekçi halklarından alan ve bunun için bir şirkete ihtiyaç duymayan, televizyon molaları ve reklamlardan fazlasıyla uzak, ‘show-business’ olarak algılanmayan bir basketbol ise son derece mümkün.

Ve basketbol bizim için, sosyalizm sayesinde, hâlâ bir smaçtan çok daha fazlasını ifade etmeye devam ediyor.