KDHC, ABD vahşetinin farkında ve silahsızlanmayacak

Bir ABD saldırısını önlemek için Kuzey Kore, ya da ateş hattındaki ülkelerden herhangi biri, Washington’daki savaş çığırtkanlarını böyle bir saldırı gerçekleştirmenin maliyetinin çok yüksek olacağı konusunda ikna etmek durumunda. “İyi” olmak ve “Barışa bir şans ver” şarkısını söylemek maalesef işe yaramıyor. Unutmayın ki bahsi geçen şarkıyı yazıp söyleyen John Lennon hayatını silahtan çıkan bir…

Çeviri: Erdem Akyol

soL'un notu: Gazeteci, yazar, yayıncı ve blogger Neil Clark'ın Russia Today'de yayımlanan bu makalesi, ABD'nin tüm dünyada uyguladığı "vahşi rejim değiştirme operasyonları"nın hedefinde bu sefer Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin (KDHC) olduğunu, bu nedenle de KDHC'nin ABD karşısında silahsızlanmamakta kararlı olduğu vurgulanıyor. 


Bu hafta içerisinde, saçma saç traşlı şaklaban bir liderin kabadayı tavırları ve nükleer silaha sahip savaş çığırtkanı sinsi haydut devleti yüzünden III. Dünya savaşı mı patlak verecek? Ya da Donald Trump ve ABD caydırılabilir mi?

Elbette ki, ABD Dışişleri Bakanlığı dostu Batı Medyasında, Kuzey Kore ve liderliği, düzenli bir şekilde deli olarak resmedilmekte. Ancak bu ülkenin liderliğinin oldukça rasyonel davrandığını kabul etmek için Kuzey Kore hükümeti adına olimpiyat meşalesini taşımanız veya Kim Jong-un Severler Derneği üyesi olmanız gerekmiyor. Çünkü yakın tarih bize, ABD’nin veya onun müttefiklerinden birinin saldırısını önlemenin en iyi yolunun silahsızlanı, John Lennon kostümü giyerek barışı ne kadar arzuladığınızla ilgili açıklamalar yapmaktan geçmediğini, aksine bunun tam tersini yaparak ancak böyle bir saldırıyı önleyebileceğinizi gösterdi.

 


Kore Bölgesindeki krizin sebebi nükleer silahlara sahip olan bir delinin yönettiği haydut devlettir. Bu devletin adı tabi ki ABD’dir.

Yugoslavya, Irak ve Libya örneklerinde ne olduğunu düşünün. KDHC gibi üçü de ABD’nin “hedef ülkeleriydi”. Her üçü de yerle bir edildi ve liderleri öldürüldü. Eğer bu ülkelerde nükleer silahlar veya ABD hedeflerine saldırabilecek çapta füzeler bulunsaydı bu ülkeler böyle bir sonla karşılaşır mıydı? Tabi ki hayır. Bu çatışmaların detaylı analizi bize İmparatorluğunun ancak risklerin minimum seviyede olduğu anlarda, birçok blöfün üzerine askeri güç kullanımı ile birlikte bu ülkeleri dize getirdiğini gösteriyor. Eğer İmparatorluk, risklerin çok yüksek olduğunu düşünürse geri adım atıyor ve “diyalog” ve “diplomasi” hakkında konuşmaya başlıyor.

Küresel egemenin uluslararası arenada nasıl davrandığını anlamak için, büyük akademik ders kitapları ezberlememize gerek yok, sadece oyun alanında olanları hatırlamamız yeterli.

1999 yılında, Yugoslavya Başkanı Slobodan Milsoviç’in elinde kıtalararası füzeler mevcut değildi, bununla birlikte gerektiği anda ülkesinin yanında duracak müttefiklerden de yoksundu. Rus ordusu, Belgrad’daki tarihsel Slav müttefiklerine yardımcı olmak için sabırsızlansa da, söylentiye göre Yeltsin ve Rusya’nın yönetici elitine bu konuya karışmamaları karşılığında büyük finansal teşvikler sağlanmıştı. Bu konunun doğruluğu teyit edilemese de, NATO’nun yasadışı hava bombardımanı başlamadan sadece bir hafta öncesinde yeni bir IMF kredisinin onaylandığı gerçeği gözden kaçırılmamalıdır.

ABD, askeri harekâtın başlamasının birkaç gün ardından “Slobo”nun, pes edeceğini, Batı ordu ittifakının maden zengini Kosova’yı işgal etmesini ve tüm Yugoslavya üzerinde engelsiz bir hegemonya kurmasını kabul edeceğini beklemekteydi.

“Ben bunu uzun vadeli bir operasyon olarak görmüyorum. Bu oldukça kısa sürede sonuç alabileceğimiz bir durum” diyordu Dışişleri Bakanı Madeline Albright.

Ancak Slobo ve Sırplar pes etmediler. Bombardıman devam ettikçe, NATO’da ABD ve İngiltere’nin başını çektiği şahinler ile Belgrad ile diyaloğu savunan kıta Avrupa’sındaki ülkeler arasında ayrılıklar baş göstermeye başladı.

15 Nisan 1999’da, Guardian gazetesi “Amerikalı yetkililerin, 24 saatlik ateşkesi, sivil gözlemcileri ve Birleşmiş Milletler barış gücünü içeren 6 adımlık bir Alman planını reddettiğini” bildirdi ve İngiliz Başbakanı Tony Blair’ın “plana nasıl soğuk bir muamelede bulunduğunu” belirtti.

Sırbistan Devlet Televizyonunun bombalanmasında 16 sivilin hayatını kaybetmesi, bir yolcu treninin ve Kosovalı Arnavutları taşıyan bir konvoyun bombalanması gibi NATO katliamları, kamuoyununun görüşünü “insani” operasyonlara doğru çeviriyordu. Savaşın planlandığı gibi gitmemesiyle, ABD için bir kere daha tehditler savurma zamanı gelmişti. Üzerindeki baskıları arttırmak için Yugoslavya Devlet Başkanı Miloseviç bir savaş suçlusu ilan edilmişti. Buna ek olarak, NATO’nun bir kara işgali planladığına dair ipuçları verilmekteydi. 18 Mayıs 1999’da Başkan Clinton “hiçbir seçeneği göz ardı etmeyeceğini” kamuoyuna duyurdu.

Yeltsin’in elçisi, Victor Chernomyrdin, Miloseviç’i, NATO’nun şartlarını kabul etmesi konusunda ikna etmek için Belgrad’a uçtu aksi takdirde savaş daha da şiddetlenecekti.  

Acaba gerçekten böyle bir durumda karada yürüyen asker botlarını görür müydük yoksa bu sadece büyük bir blöf müydü? Veriler ikinciye işaret etmektedir. NATO’nun başkomutanı Wesley Clark anılarında, İttifak’ın liderlerinin bir kara operasyonu konusunda herhangi bir fikir birliğine ulaşmamış olduğunu açıkladı. NATO hava saldırılarını şiddetlendirseydi bu yanına kar kalır mıydı? Clark ayrıca Mayıs ortası itibariyle “NATO’nun hava saldırıları konusunda gidebileceği en ileri noktaya gittiğini” itiraf etmekteydi.

Eminim ki, kalp problemi yüzünden ihtiyaç duyduğu uygun bakımdan mahrum bırakıldığı hapishane hücresinde yatan hasta bir adam olarak Miloseviç, Chernomyrdin’e 1999 yılında “Nyet (Hayır)” demediği ve Washington’un blöfünü görmediği için pişmandı.

Dört yıl sonra saldırı sırası petrol zengini Irak’a gelmişti. Saddam Hüseyin ve onun Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz defalarca dünya medyasına ülkelerinin kitle imha silahına sahip olmadığını söylemişti.

Batılı Neoconlar tarafından yalancılıkla suçlanmışlardı ancak savaş lobisi Irak liderliğinin doğruyu söylediğinin farkındaydı. Saddam’ın ülkesi, kitle imha silahlarına sahip olduğu için değil bu silahlara sahip olmadığı için saldırıya uğradı. Yıllar süren müttefik bombardımanları sonucunda zayıflamış hava savunma sistemleri ve birinci Körfez Savaşında yok olmuş hava kuvvetleri ile Irak çantada keklik bir hedefti. Bush ve Blair bu ülkenin bir “tehdit” olduğu konusunda yalan söyledi ve sonuç olarak bir milyon Iraklı hayatını kaybetti.

Petrol zengini Libya’da Muammar Kaddafi, Irak’ta olanlar hakkında kesinlikle yanlış bir sonuç çıkardı. Ülkesi üzerindeki ABD yaptırımlarının sonlandırılması için mücadele eden Kaddafi, 2003 Aralık ayında kitle imha silahları programını sonlandırmayı seçti. Oysaki Gaddafi, “Şok ve Dehşet” stratejisine kendi cephaneliğini üreterek cevap vermeliydi ancak bunun yerine, Batılı liderlerin tatlı diline kanıp ve ülkenin izolasyonunun sonlanacağını düşünerek tam tersini yaptı. 

George W. Bush Kaddafi’nin kararını “akıllı ve duyarlı bir seçim” olarak karşıladı.

Tony Blair: “ Albay Kaddafi tarafından alınan bu cesur karar, tarihsel bir karardır. Onu alkışlıyorum. Bu karar dünyayı ve bölgeyi daha güvenli yapacaktır” dedi.

Ama tabi ki ne dünya ne de bölge daha güvenli hale geldi. Birkaç yıl önce “akıllı” ve “duyarlı” olarak alkışlanan bu karar, bu kararı alkışlayan ülkeler tarafından Kaddafi’nin ülkesinin yok edilmesine giden yolun taşlarını döşedi. Bugün yine 8 yıl sonra eminim ki, Kaddafi yer altındaki sığınağında saklanıp ABD destekli “isyancıların” elinden kaçmaya çalışırken (sonunda onu yakalayıp hayal edilebilecek en vahşi şekilde öldürdüler), bu silahsızlanma kararından derin bir pişmanlık duydu.

Bütün bunlar bizi Kuzey Kore’ye getiriyor.

Kim Jong-Un’un Milosevic, Saddam ve Kaddafi’ye ve bu liderlerin ülkelerine neler olduğunu gördüğü ve buna göre hareket ettiği oldukça açık. Kuzey Kore’nin stratejisi açık bir biçimde yukarıda sıralanan olaylardan kaynaklı olarak, ABD’nin sadece güçsüzlere saldıran bir kabadayı olduğu algısına dayanmakta. Bu nedenle savaş tehditleri ve üst perdeden açıklamalar bir saldırıyı önlemenin en iyi yolu olarak gözüküyor. Ayrıca Kuzey Kore’nin 1950-53 yılları arasında, çoğu ABD bombardımanı kaynaklı olarak 1 milyondan fazla insanını kaybettiğini hatırlamamız gerekiyor.


#bbcpm Trump’ın Kuzey Kore’ye saldırmak için anayasal olarak yetkili olup olmadığın tartışmak. Uluslararası hukukun tabii ki esamesi bile okunmuyor.

Elbette ki, Washington’daki neoconlar bir ülke kendilerine karşı bu şekilde dik durduğunda, bundan hiç hoşnut olmuyorlar, bu nedenle asla gardını indirmeyen eski Iran Devlet Başkanı Ahmedinejad’a saldırmayı hiç bırakmadılar. İmparatorluk “hedef ülkelerin” nükleer silah geliştirmelerini engellemeye çalışıyor çünkü bunu yaptıkları noktada onları tehdit edemeyeceğinin bilincinde. Ayrıca belirtmekte fayda var ki Batı’da nükleer caydırıcılığın en büyük savunucuları aynı zamanda İran ve KDHC’nin nükleer silah geliştirmesine karşı en güçlü muhalefeti yapanlardan oluşuyor.

“Kendimizi” saldırılardan korumak için nükleer silahlar geliştirmemiz gerekiyor ancak rutin olarak tehdit ettiğimiz ülkeler aynı sebeple böyle bir silah geliştirmeye kalktığında bu tamamen taşkınca bir hareket oluyor.

Bir ABD saldırısını önlemek için Kuzey Kore, ya da ateş hattındaki ülkelerden herhangi biri, Washington’daki savaş çığırtkanlarını böyle bir saldırı gerçekleştirmenin maliyetinin çok yüksek olacağı konusunda ikna etmek durumunda. “İyi” olmak ve “Barışa bir şans ver” şarkısını söylemek maalesef işe yaramıyor. Unutmayın ki bahsi geçen şarkıyı yazıp söyleyen John Lennon hayatını silahtan çıkan bir kurşun sonucunda kaybetti.

Saddam Batı’ya “Bana inanın, kitle imha silahlarım yok” diye yalvarmıştı, Kim Jong-un ise tam tersini yaparak ülkesinin yapabileceklerinden bahsediyor. Ancak Kim sadece sözlerin yeterli olmadığının farkında; aynı zamanda Kuze Kore’nin silahlarının ABD için bir tehdit oluşturabileceğini de göstermek zorunda. Çarşamba günü yapılan açıklamada iki tane ABD üssüne ev sahipliği yapan Guam adasına 4 tane füze saldırısı yapma konusunda “dikkatlice düşündüğünü” belirtiyordu.

 

Ebetteki, Pyongyang’ın stratejisi yüksek riskler barındırıyor, özellikle de Beyaz Saray’da Donald Trump gibi –soruşturma geçirmemek için Neoconların onayını almaya çalışan- dengesizin teki varken.

Ancak yakın tarih, Kuzey Kore’nin yumruklarını her daim sıkılı tutup füzelerini yarıştırarak doğru şeyi yaptığını gösteriyor. Son 30 yılın en büyük dersi kesinlikle caydırıcılığın işe yaradığıdır. Eğer bir “hedef ülke"yseniz ve Washington’daki savaş çığırtkanlarını caydıramıyorsanız ölümcül tehlike altındasınızdır. Sadece Slobodan Miloseviç, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi’nin hayaletlerine sorun yeter.