İkinci Cumhuriyet edebiyatla yüzleşebilir mi? (Duygu Keskin)

Edebiyat hakkında konuşacak kadar alan bilgimin olmadığını paylaşarak yazıma başlamak isterim. Ama en azından ona dair söz söyleyecek kadar da bir okurluk ilişkim var onla. Bu yüzden bu yazıyı birileriyle paylaşmayı kendime görev biliyorum. Çünkü hakkında uzman olmadığım bu konu ve bu konuya dair üretilmiş olanlar, hakkında biraz konuşmaya ve sahip çıkmaya değer...

AKP, her yeni düzenin kurucu aktörünün yaptığı gibi öncelikle kendinden öncekilerle hesaplaşma işine girişti. Bu alanda pek çok kavramın içini boşaltıp değersizleştirmeye çalıştı. Karşısında başı dik duran herkesi, her şeyi bir şekilde kriminalize etti. Bu konuda hepimiz bir yerlerden sürecin tanığıyız.

İkinci Cumhuriyet zihniyetinin topyekun gericiliği her alanda kendini gösterse de hareket planında yaklaşık on yılın sonunda bire bir karşısına alarak hesaplaştığı bir alan var ki o da sanat. Çünkü AKP ve İkinci Cumhuriyet toplumu belli bir yozluğa ulaştırmadan bu alana bir saldırı yapmanın olanaksızlığının farkındaydı hep.

Öyle de oldu. Hamur kıvam alınca sanata ve sanatçıya yaptığı ''tekil'' saldırıları sistematik bir hale getirdi. İnsanlığın ucube denen anıtını hatırladınız mı? Hani sahip çıkamadığımız... Tiyatrolar? Saldırıya uğrayan sergiler? Diğerleri... Ben unutmadım.

Radyoda bangır bangır yayın yapan gerici bir program sunucusunun ağzından duyduklarım yüzünden yazıyorum bu yazıyı. Osmanlı soslu konuşmalarına mütedeyyin olan şairlerden örnekler verirken, ismini vermek istemediği hala yüzüncü yaş gününü bilmem kaçıncı ölüm yıldönümünü insanların kutladığı yalandan şairler ve yazarlar olduğunu söylemekteyken...Bu kafirlerin edebiyatçılarca abartılıp, haklarında fazlaca konuşulmalarından dolayı şairden, yazardan sayıldıklarını söylemekteyken....

Hayatının tamamında mütedeyyin olduğu bilinmeyen ya da görünmemiş, ancak şiirlerinde din öğelerini bulduğu İkinci Yeniciler'den bahsetmekte kendisi.

Sık sık Osmanlı padişahlarına referanslarda bulunmakta. 1300 yıldır İslamla haşır neşir olan bu toplumun tüm eserlerinin doğal olarak İslami olduğunu, yeter ki bu cevheri aramasını bilmelisinizi şiar edinmiş bir edebiyat hocasından bahsederken, bu hocanın hocaefendi -kendi sözleriyle- Gülen'e ait yazılardan oluşan bir Türk edebiyatı eleştirisi kitabı derlediğini de ihmal etmiyor. Konuğuna Gülen'in şairliği ve edebiyat eleştirileri konusunda ne düşündüğünü soran programcının aldığı cevap haşaa, hocaefendiyi yorumlamak bemim haddim değil.

Yazarlık ve şairlik kıstasının mütedeyyinlikle belirlendiği bu algının sempozyumun ana hattı olduğunu da sürekli belirtiyor. Yıllarca İslam bile denilemeyen bu topraklarda bu sempozyumun yapılmasının ne büyük nimet olduğu her fırsatta ekleniyor. Bu gibi konuşmalara artık her yerde rastlamak mümkün.

Her bir eserin din -özelinde İslam- kökenli olduğunu iddia eden bu aklın karşısında yapılacak herhangi bir eleştiride sizi özgür düşüncenin düşmanı, İslamofobik sayacaktır kendileri. Sırf bu suçlamayı boşa düşürmek için bu sempozyumun gerçek amacını görmezden gelemeyiz.

AKP ve onun gerici, yobaz siyaseti bu ülkede mücadele alanını daha yakıcı hale getirmiş olabilir. İkinci Cumhuriyet kendi tarihini yazmak için bu ülkenin aydınlığıyla savaşabilir de. Asıl soru bizim ozanlarımız, şairlerimiz, sanatçılarımız AKP'nin kalıbına sığar mı?

Garip Neşet'i koydukları tabuta sığar mı ozan? Nazım'ı, Ahmet Arif'i, Arif Damar'ı, Can Yücel'i, Aşık Veysel'i yazamadığım nicelerini ne yapacaklar? Peki İkinci Cumhuriyet edebiyatla yüzleşmeye hazır mı? Bu sorunun cevabını gönül rahatlığıyla HAYIR olarak veriyorum. Asla da olmayacak. Çünkü İkinci Cumhuriyetin kirli ruhu ülkemin aydınlık tarihinin cesur, üretken, halktan yana, mert insanlarıyla yüzleşebilecek bir surete henüz sahip değil.

Bunun için yaşadığım sürece yaşatacağım, dünyanın ve ülkemin aydınlık tarihinin aydınlık yüzlerini. Ve anlatacağım bu suretsiz karanlığın korkusunu bizden, bizim gibilerden. Ve gidişi bizim eserimiz olacak o karanlığın. Bu yüzden hep birlikte, geçit yok diyelim...