Genel ve özel diyalektiği (M.Deniz Schulze)

“Teorinin genel formülleri en fazla, tarihin her özel evresindeki somut ekonomik ve politik durum tarafından kaçınılmaz olarak değişikliğe uğratılan genel hedefleri gösterebilir”. Bu yüzden “teori devrim sürecinin tüm zenginliğini, bütün çeşitliliği”(Krasin Y, 1978, 174) içinde kucaklayamaz.

Marx ve Engels yöntemi bütünlüğünde değil de tekil olarak, tarihe, ekonomiye, politikaya indirgemenin veya bunları doğrudan yöntemin inceleme alanına sokmanın yanlışlığını diyalektik materyalizm yöntemiyle gösterdiler. Alman İdeolojisinde bu yöntemsel özün, kavranan gerçekliği “bütünlüğü içinde göstermeye (ve değişik yönlerinin karşılıklı etkisini incelemeye)” (Engels ve Marx, 2012, 44) olanak verdiğini yazdılar.

Teori bu sayede yürünecek yolun zeminini ve genel ilkelerini göstermektedir. Peki, daha özel olanı nasıl ele almalı? “Pratik…” demeden önce birkaç noktaya değinmek gerekiyor.

Duyularımızı doğru bir biçimde geliştirdiğimiz ve kullandığımız, eylemimizi kaideye uygun bir şekilde edinilmiş ve değerlendirilmiş algılar tarafından konulan sınırlar içinde tuttuğumuz sürece, eylemlerimizin başarısının, algılanan şeylerin nesnel niteliğinin çakışmasının (uyum içinde olduğunun-MDS) kanıtını verdiğini görürüz” (Lenin, 1995, 127).

O halde, nesnelliğin doğru tahlilinin “teorik çaba” olarak kalması bir noktadan sonra teorik geçerliliğini yitirir ya da bütünlüğe en yakın nesnellik analizi hakikaten de ancak ona uygun hareket eden Leninist parti ile nesnelliğin birbiriyle olağanüstü içselleştiği devrimci anlarda olur diyebilir miyiz? Bu soruya geçtiğimiz haftalarda soL Gazetesi’nde yer alan Prof. Georg Fülberth ile yapılan röportajı da göz önüne alarak yanıt vermeye çalışalım.

Mücadelenin pratikte gerçekten verimsiz (karşılıksız) olduğu bir “ilk birikim” dönemini düşünelim. Buna benzer bir süreçte “bizim görevimiz, tarihsel öznenin yeniden gerçek harekette ortaya çıkmasına yardımcı olmak değil, nesnel veya öznel olmak adına etkileşime kapalı bir kategorik doğrultuda hareket etmemektir” denilebilir mi? Burada kuşkusuz yöntemsel bir sapmadan söz etmek mümkün değildir. Ama söz konusu edilen görev bu şekilde gerçekliğe uymamaktadır. Çünkü Marksizm-Leninizm’in gerçeklik algısı ona uygun bir zeminde hareket edecek bir olanaklılıklar bütünlüğüne işaret eder.

O zaman Ampiriokritisizm’e tekrar bakalım. Engels’ten aktararak şöyle diyor Lenin: (eğer pratiğimizin nesnelliği) “ıska geçtiğini görürsek (…) algının ya kendisinin eksik ve yüzeysel olduğunu, ya da başka algıların sonuçlarıyla durumun gerektirmediği bir tarzda birbirine bağlanmış olduklarını görürüz” (a.g.y.).

Tanımı biraz yoğurursak şu sonuç çıkmaktadır: belirlenen görevlerin, pozisyonların yanlışlığının sebebi 1.’si yetersiz “durum analizi” ve 2. olarak da yalnızca bir sınıfın değil, öznenin önceki teorik birikimini de içeren “ideolojik etkenler”in bilinci çarpıtmasıdır. Türkiye solu da (aslında Fülberth’in söz ettiği sıkıntılarla paralel olarak) bugünkü haline birinci ve ikinci özellikler sebebiyle ama en çok da evrensel ile tikelin, teori ile politikanın, halk ile örgütün birliğini sağlayamadığı için gelmedi mi?

Bugün başlarını sopaya (teoriye) yapıştırıp uzun yıllar etrafında dönenlerin kitlelerin ayak seslerini duyup koşmaya başladıklarında olanlar tam da bu nesnel (ama öznelliğin kendi geçmiş pratiklerini de barındıran nesnel) savrulmanın ürünüdür.

Bu iki sıkışmanın ürünü de: nesnelliğin parçası haline gelme arayışının genel ile özelin çatışkılı (antinomik) birliği!

Tüm bunların ilk sonucu teoriye mutlak bağlılıktır. Bu bağlılığa, özünü devrimi isteme iradesinden değil (Marksizm ve Leninizm tam da bu iradeyi gerektirir) baskının sürekli olduğu dönemlerde düzen tarafından her türlü söylemi “aşırı” görülen akademiden alan yaklaşımı örnek gösterebiliriz. Oysa Marksizm’in diyalektik mantığı görüngüleri yalnız reddetmekle hatta yerine neyin konulacağını göstermekle kalmaz aynı zamanda teoriyi maddi gerçeklik haline dönüşmesine hizmet eder.

İkinci sonuç: kitlelere mutlak bağlılıktır. Yukarıda söz ettiğimiz iki yanılgılardan kurtulmayı başarmışlardır. Ama bunu teoriyi rafa kaldırma pahasına yaptıkları için yaklaşımları bütünlüğü değil eklektisizmi temel almaktadır. Bu eğilim aynı zamanda gerçek bir hareketin temeli olan çelişkinin görüngülere indirgenmesine sebep olur. Başka bir ifadeyle hareketin gerçekliği mutlaklaştırılırken yöntem arayışı saf metodolojiye indirgenir.

Üçüncü sonuç ve olanak:
Teorinin gerçeklikte yeniden güncellenme ihtiyacıdır. Türkiye örneğinden devam edersek (12 Eylül öncesinden farklı olarak) bu kez pratik gerçekliğin dışarısında gelişmeyen bir güncelleme ihtiyacı gün geçtikçe daha fazla solcu tarafından benimsenmektedir.

Sorular:
-Önümüzde yeni bir devrimci atılımlar döneminin açılmaya başladığını ileri süren çok fazla Marksist varken bu yeni dönemin aynı zamanda teorik inşasına ilişkin yeni bir sıçrama gerekmiyor mu?

-Türkiye’de yurtseverlik aynı zamanda teoriyle kurulan pratik ilişki biçimi değil midir?

-Özne (parti, parça, örgüt vs.) diğer parçalarla ve toplumsal kodlarla bağlantısı sürecinde gelişmektedir. Bununla birlikte özel, yalnız genelin ilişkiler sistemi içerisinde (özel olarak) adlandırılmamakta mıdır?

Kaynaklar
Engels F ve Marx K (2012), Alman İdeolojisi (2.basım), Türkiye: Eriş yayınları.
Lenin V.İ (1995), Materyalizm ve Ampiriokritisizm (2.basım), İstanbul: İnter yayınları.
Krasin Y (1978), Devrim Sürecinin Diyalektiği (1. basım), İstanbul: Konuk yayınları.