Dibi kara Kekeç'lere

"İddia edildiği gibi yolsuzluk saptandıysa (ki, olay yargıda), bunun sorumluları cezalarını çeksin. En ağır bir biçimde çeksin hem de... Kim yardım paralarına tamah ettiyse Allah bin belasını versin."

Engin Ardıç "olsa" şimdi "versin anuğa goyum" derdi.

Türbe yeşili dolarların yeni hizmetkarı, medyamızın yıldızı Sıtar'da konuşlanmış köşesinden Deniz Feneri'ni yazmış Ahmet Kekeç. Sözün gelişi tabii. Aslında Aydın Doğan'ı yazmış.

Tencere dibin kara, senin ki benden kara başlığını da koyabilirdi yazısına. O "Bunların yatacak yeri yok" başlığını koymuş.

"Deniz Feneri Derneği yetkilileri kabahat işlemiş olabilir, ama bunların da yatacak yeri yok."

Engin Ardıç "olsa" şimdi sorardı, "valide hanım güzel midir?"

Deniz Feneri Derneği yetkilileri kabahat işlemişmiş!

Danıştay'ın şimdilerde sadaka ekonomisinin orta direkliğine soyunmuş olan türbe yeşili hayır derneklerine gösterdiği kırmızı kartı, meclisten yasa çıkartıp çöpe atanlar ne işlemiş peki?

"Hayırseverlik işinin gösteriye dönüştürülmesinden öteden beri rahatsızım. Dolayısıyla, Deniz Feneri meselelerine hiç aklım basmaz. Aslolan yoksulluğu kökünden halletmektir, erzak dağıtarak 'vicdan rahatlatmak' değil.
Şimdi bir kısım insan diyecek ki, 'Teşvik olsun diye bu gösteriler yapılıyor.'
Onlar da haklıdırlar."

Buna güzel ve dürüst Türkçemizde (evet artık biliyoruz, çirkin ve riyakar olan bir Türkçe de var) okurunu eşek yerine koymak deniliyor.

Aslolan "Yoksulluğu kökünden halletmek"miş, "erzak dağıtarak vicdan rahatlatmak" iş değilmiş!

Yoksulluğun "yapısallaştığı", emek sömürüsünü en azgın şekilde yürütmek için yoksulluğun, işsizliğin "kullanıldığı", karın tokluğuna çalışmaya hazır milyonların varlığı eşliğinde dünya ters haneler şampiyonluğunun teneke madalyasının memlekete kazandırıldığı bir düzeni kabul ettirmek, yedirmek, aklileştirmek için bir sadaka ekonomisi inşa etmek iş miymiş peki?

Yoksulluğa mahkum ettiği yığınların karşısına elinde peynir tenekesiyle çıkıp "canım canım ben senim amcanım" diyerek "allahın rızalarını" bile cebellezi etmek, elinden ekmeğini aldıklarının eline hurafeler tutuşturup, bir kölelik düzeninin sezarı oluvermek iş miymiş?

- Gözlerin niye bu kadar büyük babaanne?
- Senin yaşadığın yoksulluğu görmek için torunum.
- Kulakların niye bu kadar büyük?
- Telefon konuşmalarını, pardon midenin gurultusunu dinleyebilmek için torunum.
- Ellerin niye bu kadar büyük babaanne?
- Kodum mu, oturt... Sana her seferinde daha çok erzak getirebilmek için torunum.
- Ağzın niye bu kadar büyük babaanne?
- Seni daha iyi yiyebilmek için derdim de sen benim dişimin kovuğuna girmezsin torunum. Senin gibi milyonlarcasını sığdırabilmek, dişlerimin arasından tükürdüklerimle tezgahımı süreklileştirebilmek için torunum.

- İyi hoş da, bu Ahmet Kekeç denilen adam ne arıyor burada babaanne?

- "Yoksulluğu kökünden halletmek" için geldi yavrum.

- Sen de beni tümden salak zannediyorsun be babaanne.

"Kamu ihalelerine girmiyorlar mı?
TEDAŞ kimindi?
Dışbank'ı yabancılara kim sattı? Niçin sattı?
POAŞ'ı bu kadar ucuza kim aldı?
POAŞ alınırken kamu kaynakları Çalık'lanmadı mı?"

- Sen açıkla, yoksa ben açıklarım.

- Olmaz ben utanırım sen açıkla.

- O zaman Ahmet Kekeç açıklasın.

- Yok o zaman Ahmet Hakan açıklasın.

Ne utanmaz tencerelersiniz!

"Bunların yatacak yeri var mı?", Ahmet Kekeç, Star Gazetesi - 12 Eylül 2008