Bumerang çağı (Hasan Bora)

Hele hele bu siyasal bedenin TOKİ tarafından inşa edildiğini düşünürsek, çatlakların genişlemesine sayılı saatler kalmıştır desek abartmış olmayız.

İnsan ürünü olmasına rağmen ısrarla onun karşısına çıkan, otonom bir güçmüşçesine dikilen ve onu oyuncağı haline getirmeye yeltenen siyasi iktidar üzerine tekrar düşünmekte fayda vardır. Ayakları toplumsal zemine basan bazı gerçekliklerin, olduğunun ötesine çıkması ve toplumun dünyasına göz dikmesi söz konusudur. Bilhassa çöküş dönemlerinde bu türden eğilimlerin dizginlerinden boşalırcasına gerçekleştiği gözlemleyebiliriz. Bu genel geçer yargıyı bir de kurulu düzen içerisine yerleştirirsek o zaman temsil ettiği gerçekliği daha net kavrayabiliriz. Çünkü burjuvazi için proletarya trajedinin iplerini çözecek güç anlamına gelmektedir. Bu yüzden gözdağı ve baskı prima facie (daha ilk bakışta) mevcut düzenin ana temasını oluşturmaktadır. “Ganimet”i uhdesinde tutan grupların mülksüzleştirdikleri kesimler üzerinde terör estirmesi olası ve olağandır. Sözde “entrepreneur (girişimci)”den oluşacak olan nouveaux-riches burjuvalar (sonradan görme burjuvalar)ın nihil praeter ventrem (midelerinden başka hiçbir şey olan köle ve/ya serf)”den oluşacak olan inferioeres (güçsüzler) üzerinde sergilediği kaba güç gösterileri kimi zaman dil ile yumuşatılmış bir tonda kimi zaman çökmekte olan egemenliklerine son defa asılarak çökertme çabasında karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak dil, iktidara en büyük rakip olan, aklın müktesebatını kullanan muhalefete karşı ilk savunu aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Dilin iktidarın elinde yeniden kurgulanması sözcüklerin karşıtlarının yok edilmesiyle başlar, daha sonra alternatiflerin söylem düzeyinde ortadan kaldırılmasıyla devam eder. Söz, düşüncenin eyleme kavuştuğu ilk merhale ise, sözel bir tahakküm de pratik tahakkümün ana rahmine düştüğü an olmaktadır. İkinci ve son olarak kaba güç, bir önceki tahakküm çabasını tamamlayan bir politika olarak karşımıza çıkar. Kaba gücü baskılayıcı kuşatmalar oluşturmaktan kişilerin bedenine nişan almaya kadar geniş anlamda düşünebiliriz. Siyasal iktidar her zaman durağanlığı, değişmezliği ve bunları sağlamak üzere geliştirilen çeşitli itaatkârlık şemalarını arzu eder. Varoluşunu ancak sessiz ve sakin bir zaman diliminde güvende hisseder. Ancak gerçek hareket yerleşik düzene muhalif olan harekettir. Gerçek hareket “olaysız bir tarihin kasvetli monotonluğu” yerle bir eden harekettir. Bu yüzden istenildiği kadar gündelik hayatı kuşatsın, her iktidarın ensesinde hissettiği duygu güven değil, güvensizlik olmaktadır. Bu duygu öyle giderilmesi mümkün olmayan bir duygudur. Bu yüzden de insanları oraya buraya savurması muhtemel, kolluk kuvvetlerine sarılması olağandır. Kaba kuvvet, genellikle iktidarın kendisini Leviathan olarak görme arzusuna denk düşer. Bunu, güncel politikadan, RTE’nin Berkin kardeşimize ve ailesine karşı estirdiği terör dilinden gözlemlemekteyiz. Kendisini insanlardan daha fazla cesamete ve kudrete sahip gören bir iktidar, insanlığını yitirmiş, Goya’nın “Çocuklarını Yiyen Satürn”üne dönüşmüş demektir. Frantz Fanon bu zorbalığı şu şekilde ifade etmektedir: “Kendi mutlak erkinden ve bu erki yitirme korkusundan deliye dönmüş bu zorba, bir zamanlar insan olduğunu hatırlamakta zorluk çekmektedir kendisini bir kamçı ya da tüfek sanır.” Sanır, ama kendi şiddetinin kendisini yemesine de ramak kalmıştır. Tüm varoluş, bir ayna olup şiddetini gerisin geri döndürür. Zorbalığın küçük bedenlerimize nişan aldığı silahları bir anda geri dönerek büyür, büyüdükçe iktidarın betonarme bedeninde onarılmaz yarıklar açar. Hele hele bu siyasal bedenin TOKİ tarafından inşa edildiğini düşünürsek, çatlakların genişlemesine sayılı saatler kalmıştır desek abartmış olmayız.