García Márquez: Büyülü gazetecilik

Bir gazeteci, önce bir eylem örgütleyip sonra onun haberini yapabilir mi? Hiç var olmayan bir kişilikle röportaj yapabilir mi? Gabriel García Márquez, gazetecilik açısından yanıtlanması kolay olmayan ama üzerine düşünülmesinin faydalı olduğu soruları ortaya atmıştı.

Yiğit Günay

Haber merkezine, Kolombiya’nın taşra kenti Quibdó’da çok büyük eylemler olacağı duyumu geldiğinde, El Espectador gazetesinin yazı işleri müdürü, genç muhabirlerden Gabriel García Márquez’i yollamaya karar verdi. 27 yaşındaki Gabriel’in yanına bir fotomuhabir verildi.

İkili yola çıktı. Yıl 1954, ulaşım kolay değil. Sık ormanların arasından, iki gün süren yolculuğun ardından kente vardılar.

Vardılar ya, kentte ne eylem ne herhangi bir hareketlilik vardı. Hemen kendilerine “büyük eylemler olacak” bilgisini geçen, gazetenin yerel muhabirini buldular. Primo Guerrero, uydurmuştu. Yoktu eylemlilik falan.

Gabriel duruma baktı, düşündü taşındı, “Bogotá’ya elim boş dönmem ben buradan” dedi. Anlaştılar, gidip davul zurna buldular. Haber saldılar, propaganda yaptılar, ajitasyon çektiler, eylem örgütlediler. Fotomuhabir, eylemin fotoğraflarını çekti.

Gazetede haber basıldığında, başlığı “400 saatlik gösterinin içeriden hikayesi”ydi, muhabire göre eylemler tam 13 gün sürmüş, bunun 9 günü yağmur altında geçmişti, “göstericilerin gözyaşları yağmura karışıyordu, kimileri günce tutuyor, yaşadıklarını kayda alıyor, başkaları yağan yağmur altında hep birlikte yıkanıyordu.”

García Márquez, Latin halklarının deyişiyle Gabo, yıllar sonra verdiği bir röportajda, o dönem çoğu haberi uydurduğunu itiraf etti.

Nasıl yorumlamalı?

Gabo’nun “ek iş olarak gazetecilik yapan bir edebiyatçı” olduğu fikrine kapılmak doğru olmaz. Gabo, “dünyanın en güzel mesleği” dediği gazeteciliğe aşıktı. Yıllarca pek çok büyük gazete ve ajans için çalışmayı sürdürdü. 1994’te kurduğu İber-Amerikan Yeni Gazetecilik Derneği (FNPI), bugün kıtanın en saygın gazetecilik kurumlarından biri.

Habere “bişeyler katmasının” altında, basit hesaplar değil, Yeni Dünya’nın çıkardığı en büyük aydınlardan olan Gabo’nun hayata ve mücadeleye bakışıyla ilgili bir derinlik vardı.

FNPI Genel Sekreteri Jaime Abello Banfi, Gabo’nun uydurmalarının ne anlama geldiğini tartışırken, bir diğer örneği anlatıyor.

1958’de Venezuela’nın başkentinde uzun süreli su kesintileri oluyor. García Márquez, “Susuz Caracas” başlıklı haberinde, Alman mühendis Samuel Burkart’ın hikayesini yazıyor. Röportajda Burkart, “susuzluk yüzünden traş olurken şeftali suyu kullandığı anlar”ı anlatıyor.

Samuel Burkart diye biri yok. Gabo’nun görüştüğü bir Alman mühendis de. Ama hikaye gerçekten var. Gabo’nun susuz Caracas’ta kendi yaşantısı, anlatılanlar.

García Márquez, “büyülü gerçekçiliği”, “bizim algıladığımız şekliyle gerçekliğin arkasında, tam olarak kavrayamadığımız çok fazla şey olup bitiyor” diye kavrıyordu. Gazeteciliğe soktuğu kurgusal bölümler de bu yaklaşımla bağlantılı.

Ekim 1996’da García Márquez “Dünyanın en iyi mesleği” başlıklı bir konuşma yaptı. Konuşma, yerleşik medya düzeninden sıtkı sıyrılmış genç Latin gazeteciler arasında yıldırım hızıyla yayıldı ve sahiplenildi.

Gabo, o konuşmasında gazeteciliğin “edebi bir alan” olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor, ardından sözü, “etik” meselelere getiriyordu. Ona göre etik, her durumda yeniden değerlendirilecek bir şey değil, “sineğin vızıltısı” gibi gazetecinin asla ayrılamayacağı bir ilkeydi.

Fakat Gabo’nun etiği, akademide yaygın olan burjuva gazetecilik tanımından epey farklıydı. Ona göre gazeteci, gerçekten ayrılmamalı, asla yalan söylememeliydi, fakat “iki şartı sağladıktan sonra istediğini yazabilir”di: İnandırıcı bir biçimde yapması, ve bilincinde, vicdanında, yazdığı şeyin gerçek olduğuna inanması.

García Márquez’in ortaya attığı, hatta yarattığı sorunsalın yanıtını vermek kolay değil. Öte yandan, Gabo bu yaklaşımda ilk de değil. Kıtanın tarihi, gazeteciliği, yani halka gerçeği duyurmak mesleğini siyasi mücadelesiyle birleştirmiş isimlerle dolu. José Martí gibi, Rubén Darío gibi, Jorge Amado gibi pek çokları gazetecilik, edebiyat ve mücadele arasındaki sınırları yaşamları boyunca ihlal ettiler.

Birkaç ay önce bir okurumuz, okur temsilcimiz Bilgütay Durna’ya yolladığı mektubunda, Walter Benjamin’den hareketle, Sovyet basınında edebiyatçıların rolünü hatırlatmıştı.

Gabo’nun yaklaşımı da masada. Tartışma Türkiye’de hemen hiç gündeme gelmese de, kimilerinin kafasında sürüyor.

Gabo’nun uydurma haberlerini aktarırken, bir miktar uydurmuş olabilirim. Ama gerçekliğinden eminim.