Orhan Kemal 104 yaşında: Eskici ve Oğulları ise hâlâ güncel...

15 Eylül’de doğan, tüm hayatı boyunca emekçilerin hikayesini anlatan Orhan Kemal’in doğum günü... Erkan Yıldız, Eskici ve Oğulları’nı yazdı...

Erkan Yıldız

Mehmet Raşit Öğütçü, bilinen adıyla Orhan Kemal, yaşasaydı 104 yaşında olacaktı.

Yaşadığı süre boyunca emekçilerin hikayesini yazdı. O kadar yazdı ki cenazesini karşılayan işçiler “Biz işçiler, hatıran önünde saygıyla eğiliriz“ yazılı döviz taşıyorlardı.

Türkiye’de emekçileri, dertlerini, yaşamlarını, duygularını görünür hale getirenler arasında adı ilk sıralarda yazılacak olanlardan birisidir Orhan Kemal. Yazarken abartmadı. Neyse, ne gördüyse onu yazdı. Yaşasaydı hiç kuşku yok onların öyküsünü yazmaya devam edecekti. Şimdi bizler işçi sınıfı yokmuş gibi davrananların çok olduğu zamanlardan geçiyoruz. Zor zamanlardayız. Özellikle emekçiler zor zamanları geride bırakmakta oldukça mahir kimselerdir. Varlıkları, ancak toplu halde öldüklerinde hatırlanan “gün kazanıp, gün yiyenler…” (s.18) kendilerini görünmez kılan bu zamanları da elbet geride bırakacaktır.

Bereketli Topraklar Üzerinde, Orhan Kemal’in en önemli romanı olarak bilinir. Bir geçiş dönemi hikayesidir. Genç cumhuriyetin sanayiye ihtiyacı vardır. “Sanayinin teşvik edilmesi” cümlesinin kuruluştan bu yana ülkeyi yönetenlerin en çok kurduğu cümlelerden birisi olması muhtemel. “Sanayinin teşvik edilmesi” aslında patronların devlet eliyle palazlandırılmasıdır. Devlet patrona sadece para akıtmaz, tıpkı bugün olduğu gibi sınırsız ve kuralsız bir sömürü düzeninin oluşturulması için de ön ayak olur. “Betonunda bile ot biten bereketli Çukurova toprakları” (s.1) bu geçiş döneminden fazlasıyla etkilenir. İnsanlar köyde azalan ekmeklerini kentte büyütme peşindedir. Köse Hasan, İflahsızın Yusuf, Pehlivan Ali ve daha nicelerinin çıktığı yolculuk ırgatlıktan işçiliğe adım atanların yolculuğudur. Orhan Kemal işte bu yolculuğa Eskici ve Oğulları ile yeni bir halka ekliyor.

Eskici ve Oğulları’nın ilk baskısı 1962 yılında Ak Kitabevi tarafından yapılıyor. Elimizdeki baskısı ise Everest Yayınları’na ait 46-47. baskısı. Kapakta yer alan ifadeye göre Eskici ve Oğulları Milli Eğitim Bakanlığı tarafından önerilen 100 temel eserden birisi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın haline, icraatlarına bakınca bu duruma şaşırmadan edemiyor insan. 378 sayfa ve 25 bölümden oluşan roman yine Orhan Kemal tarafından tiyatroya uyarlanıyor ve 1969 yılında Ankara Sanat Tiyatrosu’nda Güner Sümer tarafından sahneleniyor.  Roman daha sonraki yıllarda sinema filmi olarak izleyiciyle de buluşuyor. Kadir İnanır, Fikret Hakan, Menderes Samancılar gibi oyuncuların rol aldığı 1990 yapımı filmin yönetmeni Şahin Gök.

GEÇMİŞ ZAMAN

Eskici büyük bir zenginlik içinde dünyaya gelir. “…on yaşına kadar gak dedikçe et, guk dedikçe su, on yaşına gelince saçların Ashab-ı Kehf’te kesilip ağırlığınca altın dağıtılsın fakir fukaraya, nenelerin, baban, anan, emmin, dayın, teyzen üstüne titresinler, ele avuca sığma, palazlanınca sırtında sırma işlemeli tozkoparan cepken, bacağında laciverdin hasından şalvar, pırıl pırıl rugan çizmeler, altında baklakırı halis Arap kan kısrak” (s. 6) Böyle büyümüş, palazlanmıştır. Ömrünün sonuna kadar hatırasında taşıyacağı, özlemini duyarak hatırlayacağı ve yeniden ulaşmaya çalışmanın hayalini kurduğu yaşam budur.

Resul Ağa dedesidir ve her şeydir. Alan da veren de, paylaştıran da, kazanan da Resul Ağa’dır.  Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde yaptığı tespitle Resul Ağa’nın pozisyonu örtüşür. “Günümüzde, erkek, çoğunlukla, hiç değilse  varlıklı sınıflarda, ailenin dayanağı olmak ve onu beslemek zorundadır; bu durum, ona hiçbir hukuksal ayrıcalıkla desteklenmeyi gereksinmeyen, egemen bir otorite kazandırır.” (1) Resul Ağa tam olarak budur. Resul Ağa ölünce Eskici’nin refah içindeki hayatı son bulur. Ancak bu Eskici’nin kaderini değiştirmez. Eskici’nin hayatına eşlik edecek olan Resul Ağa’dan kendisine devrolan “egemen otorite”dir.

1912’de Trablusgarp Harbi’nde “kahpe bir İtalyan kurşunu” bacağını alır. Bacak gidince askerlik biter. Resul Ağa ölünce malvarlıkları talan edildiği için Eskici’nin dönebileceği bir saltanat yoktur, ama çeşitli vesilelerle öğrendiği demircilik ve sayacılık mesleği vardır elinde. Romanın hemen başında “sedire yanlamış, sıra sıra altın dişini göstererek gamsız kahkahalar atan eski bir derebeyini hatırlatırdı” (s. 2) diye anlatılan dükkanı az bir paraya kiralar. Keyfi yerindedir. Üç çocuğu, karısı ve kendisine fazlasıyla bakmıştır dükkan. Ne ki 2. Savaş’ın devam ettiği yıllarda büyük oğul “yazının çıplağı”ndan birisiyle evlenip askerden gelene kadar. Oğlanı sabun fabrikasına işe koyup Çukorova’nın zengin köylerinden birisine göçerek demircilik yapmaya başlar. “Yürü ya kulum! diyen Allah’ın emri ile 1945’lere kadar” (s.17) süren bolluk bereket savaşın sonu ile birlikte Eskici’yi terk eder. “Artık ne Alman, ne de Alman’ın palasını sallayanlar” kalmıştır. Yeni dönemin ruhu Amerikancılıktır. Amerikancılıkla birlikte “renk renk, biçim biçim traktörler” gelmeye başlar. “Memleket ziraatinin işi bundan böyle Amerikan makineleriyle görülecekti. Ortaçağdan kalma köhne demirci dükkanlarına ne ihtiyaçları vardı?” (s. 18) Bacağını “kahpe İtalyan kurşunu”na, işini Amerikan traktörüne kaptıran eskici yeni bir düzen kurmak için yeniden kentin yolunu tutar. Karısının isyanına kulak asmaz, eski mahallesine yerleşir. Gidip bir işçi mahallesine yerleşecek hali yoktur sonuçta. Roman boyunca Eskici’nin “işçi” ile arasına koyduğu mesafe hissedilir. Koca Resul Ağa’nın torunu en azından kendi payına çalışarak belli bir düzeyde refah içinde yaşamayacak da “gün yaşayıp, gün yiyen mi” olacak? Eskici oğlu işten atılasıya kadar düzenini, zenginliğini korur. Patronlar “Hükümet gümrükleri açtı. Dışarıdan bol iplik bez geliyor, rekabet edemiyoruz. Ne yapalım, fabrikayı kapamaktan başka çare yol bulamadık” (s. 20) diyerek işçilere kapıyı gösterirler. Bu zaten azalmakta olan işlerin üzerine hiç de iyi haber değildir. Eskici’nin dükkanı şimdi büyük oğul, karısı ve üç çocuğunu da beslemek zorundadır.

ŞİMDİKİ ZAMAN

“İşler kesatlaştı. büyük oğlan fazla geliyor, başının çaresine baksın. Evlenip üç çocuk sahibi olmayı nasıl bildiyse karınlarını doyurmayı da bilsin” (s.4)

“Babasını seven bir evlat çoluğu, çocuğuyla ihtiyar babasına tebelleş olacağına kendine iyi kötü bir iş bulur çeker giderdi” (s.5)

Eskici’nin hanesinde kriz var. Yaşı 65’i bulan, işleri kesatlaşan Eskici eski şatafatlı, keyifli günlerin hayaline hem yaş hem de ekonomik koşullar nedeniyle hızla uzaklaşmaktadır. Yukarıda örneğini verdiğimiz şikayetlerini pek çok sayfada, fırsat buldukça dile getirir. Neden sonuç bağını kurmakta zorlanır Eskici. Niye fukaralaştı? Niye işler azaldı? Bu soruları sormaz bile. Faturayı arada bir karşısında Eskici dükkanı açan “göçmen”e, daha çok da işini kaybedip babasına sığınan büyük oğula çıkarır. Eskici yanından akıp geçen zamanın sadece kendi üzerinde yarattığı sonuçların farkındadır.  Değişen üretim koşullarını ve bu koşulların toplumsal hayatta oluşturduğu karşılıkları ise görmez. O, aile ve toplum içinde sahip olduğu ayrıcalığı ve otoriteyi kaybetmeye başladığını hissetmiştir sadece. Ailesi ve dükkanı bu ayrıcalığın pekiştiği, yeniden üretmesine olanak sağlanan alanlardır. Eskici, kaybetmeye başladıklarını kazanmanın yolunun gücünün yettiği ile kavga etmekte, cezalandırmakta olduğunu neredeyse içgüdüsel olarak bilir.  Büyük oğluna hücum etmesinin sebebi budur. Onlar gidince beş boğaz eksilecek, para artacak ve her şey eskiden olduğu gibi yerli yerine oturacaktır.

Büyük oğul aile üyeleri arasında belli düzeyde aklı selim sahibi , soğukkanlı bir kişilik olarak karşımıza çıkar. Ne yazık ki bu onu edilgen olmaktan kurtarmaz. Babasının kendisini ayırma çabalarını da kardeşi Ali’nin aksine sükunetle karşılar. Babasına hak verir. Meselenin gerekçelerini başta babası olmak üzere ailenin diğer üyeleriyle de kıyaslanmayacak bir şekilde kavramıştır. Ali’nin sorusuna “Dışarıdan ucuz ucuz lastik, kauçuk  ayakkabı geliyor. Bizim  yaptığımız kösele taban fiyatına herifçi ayakkabı veriyor” (s. 89) diyerek cevaplayacak kadar kendi dışında akan dünyanın farkındadır. Hem onlar kararlarını vermişler kütlü (tohumlu) pamuk toplamaya gideceklerdir. Eskici’nin büyük oğulla ne kadar sıkıntısı varsa küçük oğul Ali’nin de Eskici ile o kadar sıkıntısı vardır. Kütlü pamuk toplama işine abisi ile gitmeye karar verir. Hayal kurarlar. Kütlüde para biriktirecek, döndüklerinde tahta bir araba yaptıracak ve o arabayla da kendi paylarına eskicilik yapacaklardır. Aslında bu kararla aile dağılmış olur. Bu Eskici’nin ayrıcalığını ve otoritesini var ettiği iki alandan birini kaybetmesi anlamına gelmektedir.

Eskici Ali’nin verdiği kararı zorla, güzellikle değiştiremeyeceğini anlar. Bunu anladığı andan itibaren yaptığı şey çocuklarının kurduğu hayallere ortak olmak ve o hayalleri daha da büyütmektir. “Demek elci, iyi çalışırsanız adam başına iki buçuk, üç liralık iş yaparsınız dedi? Üç de. Bu hesapça, karınla sen altı liralık iş yapacaksınız demek oluyor. Kardaşın da sizinle gelirse, üç de o, etti mi dokuz lira.İki de çocuk kazansa, on bir. İki ayda altı yüz altmış. Altmışını at, sağlam altı yüz.” “Altı yüze bir altı yüz daha koy. Ne eder?” Gidecekler, çalışacaklar, bu parayla dönüp dükkanı toptancıya çevirecekler. Büyük oğul babasının coşkusuna erişemese de diyecek bir şey bulamaz. Çaresiz annesi ve kardeşi Ali’yi bu işe ikna etme görevi de kendisine kalır. Bir süre sonra herkesin aynı hayali gördüğü ortaya çıkar. İşi büyütünce paralar oluk gibi akacak, hep birlikte büyük bir konağa taşınacaklar, yedikleri önlerinde, ökçeli ruganlar, kılık kıyafetin en hası üstlerinde yaşayıp gideceklerdi. Dağılan aile kurulan hayallerle yeniden birleşir. Şimdi ham bir hayalin peşinde pamuk tarlasına yolculuk vaktidir. Utançlarının üzerini heyecan ve hayalleri ile örtüp arkası açık bir kamyona yükleyen aile yola düşer. Muhitlerinde kütlü pamuk toplamak düşkünlerin işi olarak bilinir. Ama gelince yaşayacakları zenginlik uğruna buna katlanırlar.

Çıkılan bu yolculukla romanın ilk on beş bölümüne damgasını vuran süreklileşmiş gerilim sonraki bölümlerde zaman zaman ortaya çıksada etkinliğini kaybedecektir. Yazarın dilindeki ustalık, eylemsiz konuşmaları bol bir metne muazzam bir hareketlilik katmıştır. Asım Bezirci bu durumu Orhan Kemal’in oyunlarını değerlendirdiği bir yazısında şöyle tanımlıyor: “… Çünkü sözler bir iç devinimi yansıtır. Kişilerin düşüncelerindeki değişmeler, dönüşler, büklümler konuşmaları ile yansıtılır. “ (2)                                                              

Yine tüm bu bölümler boyunca zanaatçi/esnaf/küçük burjuvanın ekonomik, siyasal, toplumsal değişiklikler karşısında hayatının nasıl da zorlaştığına tanıklık ederiz. Fakat  asıl tanıklık ettiğimiz bu değişikliklere bu kesimin direnç gösterme şekli, düşünme ve harekete geçme tarzıdır. Muhtemel ki güncel olarak hemen hepimizin hayatına bir ya da daha fazla Topal Eskici temas etmiştir. Hep, eskiden işlerin ne kadar bol olduğundan bahsedip, hayıflanan, geçmiş güzel günlere ulaşmanın hayalini kurarken bugünle yarın arasında sıkışan, sürekli hesap yapıp küçük hesaplarla daha iyi günlerin peşinden koşan insanlar.

HER ZAMAN...

Çukurova’nın sıcağı, pamuk toplamanın zorluğu, sivrisineklerin dayanılmazlığı daha ilk günden kurulan hayallerin üzerine çökmeye başlar. Yorgunluk, bel ağrısı, sinek ısırıkları, sıtma, kinin, parasızlık…Bu döngü o kadar çok ve etkili bir şekilde tekrar eder ki,  Eskici başta olmak üzere ailenin direncinin kaçınılmaz bir sonla kırılacağını hissedersiniz. İlk on beş bölümün hızı yaratılan atmosferle birlikte yoğunlaşmış, akışkanlığını kaybetmiştir adeta. Kavurucu sıcak, toz, toprak, sivrisinek vınıltısına bir süre sonra kinin, sıtma, ateş, baş ağrısı, açlık…Bu döngüyü okurken bile darlanıyor insan. Karakterler sanki ufku geniş bir tarlada pamuk toplamıyor da daracık bir oda da sıkıştırılıyor gibi hissedersiniz.Bir süre sonra “bi bitse şu eziyet” demeye başlıyorsunuz. Yaratılan bu atmosfer Orhan Kemal’in ustalığını yansıtırken okur kaçınılmaz bir şekilde bu tablonun parçası haline geliyor.

Hayaller uzaklaştıkça ilk olarak Eskici,  küçük bir meseleyi geri dönüşünün bahanesi kılabilecek şekilde büyüterek oğullarıyla kavga eder ve kütlü pamuk işini bırakarak şehre döner. Topal Eskici’nin dönebileceği, ekmeğini yiyebileceği bir dükkanı vardır. Oğullarınsa giderek uzaklaştığı tahtadan bir el arabası hayali. Kavurucu sıcak, açlık ve sıtma karşısında tahtadan bir araba ne kadar direnebilirse onlar da o kadar direniyor. İyice elden ayaktan düşüp, ölümle burun buruna gelene kadar direniyor Eskici’nin oğulları. Ancak onlar da kaçınılmaz bir şekilde şehre geri dönüyorlar. Kitabın sonunda geçmişin gölgesine sığan daha iyi bir gelecek hayali bir kenara, ellerindeki durumu muhafaza edemedikleri de acı bir tecrübeyle açığa çıkıyor. Aile gerçeklikle bağı kopuk hayallerden gerçekliğe, zanaatçilikten fabrikaya, işçiliğe dönmek zorunda kalıyor.

Orhan Kemal tanıdığı insanların, tanıklık ettiği durumların hikayesini anlatıyor bize. Bunu yaparken abartıdan, olanı çarpıtmaktan, dramatik unsurları daha da ağırlaştırmaktan kaçınıyor. Eskici ve Oğulları’ndan sonra da çok ve çeşitli eleştiriler yayınlanıyor. Onlardan bir tanesi Berna Moran’a ait. Moran eseri değerlendirdiği makalesinde “… değişen ekonomik koşullar altında küçük zanaat erbabının tutunamayarak çöküşü olduğu ve bu çöküşün Eskici’nin ailesinde somut olarak sergilendiği” (3) tezine itiraz eder. Bu değerlendirmenin aileyi araçsallaştırdığını oysa yazarın temel derdinin aileyi anlatmak olduğunu belirtir. “Gerçi gittikçe yoksullaşan ve sefalete doğru sürüklenen Eskici’nin ekonomik çöküşü var romanda, ama yazarı bir romancı olarak asıl ilgilendiren, toplumsal bir sorundan çok aile sorunu bence” (4) diyerek bu tezini kanıtlamaya çalışır. Oysa biz roman boyunca aile bireylerinin hemen her çatışma anına bu toplumsal koşulların kaynaklık ettiğini görüyoruz. Eskici’nin kavgacılığından, büyük oğulun edilgenliğine, küçük oğulun isyanından, annenin kıskançlıklarına her ne yaşanıyorsa içinde devindikleri  toplumun aynasında yansıdıkları için yaşıyorlar. Orhan Kemal aileyi zaman ve mekanla çok güçlü bağlar içinde resmederken bir araçsallık ilişkisine değil zorunluluğa, kaçınılmazlığa yaslanıyor. 

Güncelliğini koruyan bir roman Eskici ve Oğulları. Yine ekonomik ve siyasi bir krizin içinde/eşiğindeyiz. Pek çok insan işini kaybediyor. Belli ki pek çok insan da kaybedecek. Tüm bunlar yaşanırken aldığı birkaç yüz dolarla sevinen, köşedeki parasıyla açacağı dükkanda para basacağını hayal eden, “yırtacağını” düşleyen yüz binlerce belki de milyonlarca insan var. Gerçeklikle kurduğu bağ zayıfladıkça görünmezlikleri artan milyonlarca insan bir tarafta "dingili yamulan bu kahpe dünyanın demine devranına, alanına, satanına, ip tutanına…” (s.5) diyecek, yapılacak şeyler diğer tarafta.


  • (1) Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, 13. Baskı (Sol Yayınları, 2005) s. 87
  • (2) Asım Bezirci, Orhan Kemal'in Oyun Yazarlığı http://www.orhankemal.org/links/169.htm
  • (3) Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, 2. Baskı (İletişim Yayınları, 1991) s.57
  • (4) Age, s.58