Mehmet Eroğlu'nun yeni romanı Mermer Köşk: Emekçilerin sınıf olarak intiharı

"Mehmet Eroğlu'nun son romanı Mermer Köşk, geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Türkiye’de uzun yıllardır emekçi sınıfların yok sayıldığı açık bir gerçek. Siyasal toplumsal alanda sergilenen bu yok sayış, kültür ve sanat alanında da kendini gösteriyor. Siyasal alanda yok sayılan emekçiler, zemin sanat olduğunda da aynı muameleye maruzlar; toplumsal olanın bir soyutlaması olarak sanatta da…

Devrim Koçak

Mehmet Eroğlu'nun son romanı Mermer Köşk, geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Türk edebiyatının üretken kalemlerinin başında gelen Eroğlu, uzunca bir süredir iki yıla bir roman sığdırıyor. On beş romana ulaşan külliyatının odak noktasında hep trajik olayların şekillendirdiği insan ve onun yazgısı olageldi. Bununla birlikte Eroğlu, romanlarında toplumsal siyasal olayların/sorunların izlerini de gördük. Fakat bu olaylar/sorunlar her bir romanında farklı yoğunluklarla kendini hissettirdi; kimi kez karakterlerin bütün yazgısına hâkim olurken, kimi kez olay örgüsü içerisinde bir an ya da bir durumla işaretlendi. 

Mermer Köşk bu anlamıyla kapalı bir çevrede geçen ve toplumsal siyasal olaylardan daha yalıtık bir atmosfere sahip bir roman olma özelliğinde. Geri planda silik de olsa AKP–sermaye sınıfı arası faydacı ikiyüzlü ilişkinin izleri görünse de romanın olay örgüsüne yahut karakterlerin akıbetine bu izlerin ciddi bir etkisi olduğunu söylemek güç.

Merkezinde "Demir Holding"in sahipleri ve varislerinin aile içi ilişkileri ile bu aileye "musallat" olan fakir ve yakışıklı avukat Uğur'un durduğu roman, 2015 yılı Haziran seçimleri hemen öncesinden, aynı yılın sonuna uzanan bir kesitte İstanbul’da geçiyor. Bu kesitten kaynaklı dönemin önemli politik vakalarına çeşitli göndermeler mevcut. Olayların geçtiği ana mekân ise, kitaba da adını veren Boğaz manzaralı geniş ve özenli bahçesiyle ünlü bir hayali köşk.

ZENGİN KIZ FAKİR OĞLAN

Mermer Köşk tam anlamıyla bir zengin kız fakir oğlan romanı. Eroğlu da romanın kimi yerlerinde bu temanın klişe yönlerine kasıtlı göndermeler yapıyor. Doğrusu temanın eleştirilecek bir tarafı yok. Hem edebiyat hem sinema muhtemelen zenginlik fakirlik ortadan kalkıncaya değin bu temayı kullanmaya devam edecek. Zira bu temanın içinde taşıdığı sınıfsal gerilim imkânsız aşkla harmanlandığında, ele alan için çok boyutlu olanaklar barındırıyor.

Başkarakter yakışıklı avukat Uğur -öyle ki roman boyunca kadın karakterler tarafından Yunan tanrılarının isimleriyle anılıyor- zenginlikten pay alma ile zenginlikten intikam alma arasında gidip gelen ve ailenin dillere destan güzel kızı Öykü'nün aşkıyla karmaşıklaşan bir gerilime sahip. Bu gerilimin kökeni, aşk katmanı bir kenara, yoksul geçen çocukluğu ile ebeveynlerinin trajik hikâyelerinde yatıyor. Roman çeşitli uğraklarda farklı olaylara temas etse de yazarın roman boyunca zengin kız fakir oğlan temasına sadakat gösterdiği söylenmeli. Eroğlu’nun özenli anlatımı ve sık sık aforizmalarla zenginleşen dili beş yüz sayfa boyunca okurun elinden kalemin düşmemesine sebep oluyor. Zira sık sık altını çizecek cümlelerle karşılaşmak mümkün.

Avukat Uğur'u merkeze alan romanda, zengin kızı Öykü'nün tam karşısında, Taksim'de bir kafede garsonluk yapan Nurten duruyor. İkincil karakterlerden Nurten’in hikâyesi kimi çağrışımlara açık. Roman boyunca Uğur'un Öykü'yle –ve aynı anlama gelmek üzere zenginlikle- arasındaki gel-gitlerin karşı durağında Nurten ve yoksulluk var. Uğur Öykü'ye olan aşkında yaşadığı kırılma anlarında – ki çoğu kez bir servet avcısı olarak damgalanması bu tip kırılmaları tetikliyor- Nurten’e dönüyor. Yedekte bekleyen bir aşık olarak Nurten’i görüyoruz. İlginç olan, Nurten’in her durumda kaderine razı olması, Uğur'u beklemesi, hiçbir şeye itiraz etmemesi, bu anlamıyla Öykü'nün tam aksi bir ruha sahip olması. Garson Nurten’in dünyasında, zengin kızı Öykü'yle mukayese edildiğinde ne tip gerilimler olduğunu, örnek olsun, bu kaderine razı ruha neyin sebep olduğunu romandan öğrenmek güç.

Romanın ana akışı bir kenara Nurten mutsuzluğu ile intihara sürükleniyor ve tüm temsil ettikleriyle birlikte sahneden çekiliyor. Artık sahne zenginlerin ve ölü Nurten’i bir hayalet olarak zaman zaman Uğur'un kâbuslarında görüyoruz. Fakat yakışıklı avukatımız bu durumu zenginlik ve aşkla pansuman etmeyi başarıyor.

HAYALETE DÖNÜŞEN EMEKÇİLER

Bir yazarı hangi karakterleri başat olarak işlediği ve seçtiği karakterlerin sınıfsal kökeni üzerinden eleştiremeyiz kuşkusuz. Hem söz konusu romanın teması ikinci bir yoksulu kaldırmayabilir de. Fakat nihayetinde romandan ve karakterlerin işleniş biçiminden kimi sonuçlara varmak mümkün.

Yoksulluğu, her duruma tabiliği, silikliği ve intiharıyla Nurten Türkiye’de emekçi sınıfların ortak görünmezliğinden azade değil. Bir emekçi olarak Nurten, romandan hareketle ama romandan uzaklaşma pahasına bize hikâyesiyle başka neler anlatıyor?

Türkiye’de uzun yıllardır emekçi sınıfların yok sayıldığı açık bir gerçek. Bu yok sayış farklı yüzlerle kendini gösterdi, gösteriyor. Siyasal alan emekçilere bir nesne olmanın ötesinde kapalı. Bu elbette sermaye sınıfının hanesine yazılacak siyasal bir başarı. Ne var ki sol siyaset de bu "karşı sınıf" başarısına uyumlu bir akla sahip. Elbette sol siyasette emek ve emekçilik ile ilgili yaygın bir söylem mevcut ve fakat emekçi sınıflar geniş bir toplumsal ittifakın bir parçası olarak tasnifleniyor. Bu ittifak sınıf ilişkilerinin görmezden gelindiği ve yine toplumsal kimliklere bir üst belirleyen olarak sınıfların etkisinin yok sayıldığı bir tutkalla oluşturuluyor. Hal böyle olunca dillerden düşürülmeyen "emekçi sınıflar" sol stratejilerde eşitlerden biri olarak kendine yer buluyor.

SONUÇ: BİR KİMLİK ÇORBASININ İÇİNDE EMEKÇİLER BUHARLAŞIYOR

Siyasal toplumsal alanda sergilenen bu yok sayış, doğal olarak kültür ve sanat alanlarında da kendini gösteriyor. Siyasal alanda yok sayılan emekçiler, zemin sanat olduğunda da aynı muameleye maruzlar;  toplumsal olanın bir soyutlaması olarak sanatta da emekçilerin kapı dışarı edildiği açık. Bu durumdan uzunca bir süredir Türk romanı da nasibini alıyor.

Mermer Köşk'ün çok uzağında, yoksullukla betimlenmiş evinde ölüme adım atan Nurten’in roman boyunca tek çıkışının ve belki de karşı koyuşunun yine bir teslimiyet içermesi, nihayetinde hayattan ve romandan çekilmesi hal böyleyken kendi hikâyesinden fazlasını anlatmış oluyor.

Sabahın karanlığında işe giden ve yine akşamın karanlığında işten dönen, sırtında taşıdığı koca sahnede bir avuç zenginin vıcık vıcık hayatlar yaşadığı emekçiler, köşklerin dünyasından sessizce siliniyor.