Gülsen Tuncer: 'Yetmez ama evetçi’ler bugünün sorumlusudur

soL’la dayanışma kampanyası çerçevesinde İstiklal Caddesi’nde yapılan gazete satışına katılan sanatçılardan biri de Gülsen Tuncer’di. Tuncer’le AKP Türkiyesi’nde aydın tavrı üzerine konuştuk. Tuncer, bugün Türkiye’de hukukun, sanatın, laikliğin ve bağımsızlığın tehdit altında olduğunu düşünüyor.

(soL - Neslihan Koçaslan)

Tiyatro sanatçısı Gülsen Tuncer, politik kimliği ile hep öne çıkan aydınlarımızdan oldu. İkinci Barış Davası’ndan yargılananlar arasında vardı, AKP anayasasına ‘hayır’ dediği için faşist olmakla itham edilenlerden biriydi. Yüzlerce politik gösterinin hazırlayıcısı, sunucusu, onlarca oyunda, televizyon ve sinema projelerinde rol almış, 1968’den bu yana sahnede olan Tuncer’le AKP Türkiyesi’ni nasıl gördüğünü konuştuk. Gülsen Tuncer, Türkiye’de bugün hukukun, bağımsızlığın ve laikliğin tehlikede olduğunu düşünüyor, sanatın altına dinamit koyan TÜSAK yasa tasarısının özelleştirmeden farksız olduğunu görüyor ve “Biz sanat emekçisiyiz, alanımızdaki özelleştirmeyle öyle mücadele edeceğiz” diyor.

Siz toplumsal mücadelelerin birçok alanında bizzat bulunmuş sanatçılarımızdansınız. Barış Derneği’nden, sanat alanında sendikal harekete her yerde sizi görebiliyoruz. AKP Türkiyesi’nde bugünkü esas mücadele gündemi nedir sizce?

Barış Derneği’nin etkinliklerinde görünmem çok doğal çünkü 70’li yıllarda kurulan Barış Derneği’nin üyesiyim ve İkinci Barış Davası’nda yargılandım. Bu benim için çok onur vericidir.

Şimdi AKP’ye gelince... Türkiye Cumhuriyeti devletinin üzerinde durduğu ayaklar vardır, bunlardan bir tanesi tam bağımsızlık ilkesidir, öbürü de hukuktur. Hukuk özellikle çok önemlidir. İnsanlar arasındaki, toplum ile yurttaşlar arasındaki, ülkeler arasındaki ilişkiler, hep hukuk kurallarına dayanarak yapılır. Bugün en önemli şey iktidarın bunları göz ardı etmesi ve bunları bir anlamda çürütmek için bir çalışma içinde olması. Yani misyonları sanki Türkiye Cumhuriyeti kuruluş ilkeleriyle mücadele etmek... Biz de buna karşıyız. Tam bağımsızlığın ve hukukun hayata geçmesi bizim için çok önemli.

TÜSAK bir özelleştirmedir

AKP’nin saldırganlığından sanatçılar da bundan nasibini aldı. TÜSAK tartışmaları hakkında fikriniz nedir?

Bunu özelleştirmeden ayrı düşünemeyiz. Nasıl TEKEL fabrikaları özelleştirildi ve ağır sanayi özelleştiriliyorsa, TÜSAK yasa tasarısını da sanat alanının özelleştirilmesi gibi görmek lazım. Biz hangi yönetimden yanayız, bir sosyal devlet, sosyal yapı üzerinden mi ülkemizin yaşamasını istiyoruz, yoksa tamamen dünyanın gelişmiş 8’lerinin yönettiği kukla ülke olarak kalmak durumunda mıyız? İşte özelleştirme tamamen buna yönelik bir çalışma. Tabii ki sanat da bundan payını alacak.
Bizim, sanatçı arkadaşların kendilerini işçi olarak görmelerinden yola çıkmamız gerekiyor. Yani ben ağır sanayide çalışan işçiden farklı değilim. Çalışma koşullarım, topluma, yurttaşlarıma sunduklarım bakımından eşitiz biz. Tamam farklı alanlarda çalışıyor olabiliriz ama ben bir işçiyim, ben bir sanat işçisiyim, bir sanat emekçisiyim. Örneğin 60’lı, 70’li yıllarda biz bunu telaffuz ettiğimiz zaman kendi çevremizdeki sanatçılardan da tepki alıyorduk. Önemli olan şu ki, 30-40 yıl içinde en azından bu kırıldı. Yani sanatçı arkadaşlarımız şunu gördüler: Ülke yanar, yıkılır tam bağımsızlığımız ortadan kaldırılırken tavus kuşu gibi davranırsak olmaz. Bu toplumun bir bireyiyiz. Toplumda ne oluyorsa, bu bize de değiyor.

‘HAYIR’ dedik diye bizi faşistlikle suçladılar

Bu yasa tasarısına sadece sanatçıların değil toplumun da karşı çıkması gerekiyor. Burada bize destek olacak, kalabalıkları bilgilendirecek özne muhalefet partileridir. Bu sadece sanata yapılan bir şey değil, topluma yapılan bir tecavüzdür. Böyle bir şey olamaz. 1930’ların Türkiyesi’ndeki sanat atılımlarına, sanatçı çıkışlarına bak, bir de 2014’tekilere bak... Devletin sanat çalışmalarını desteklemesi gerekir. Sanat için “üst yapı kurumu” diyoruz ama temele destek veren çalışmalardır aslında bunlar. Bir ülkede sanatın, bilimin çok sağlıklı şekilde yürümesi gerekir ki toplum sağlıklı olsun.

Türkiye’de son günlerde artan aydın tartışmaları hakkındaki fikirleriniz neler? Türkiye’nin geldiği noktayla aydın tavrı arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Bilgi ve bilinç burada öne çıkıyor. Ne yazık ki, bu çok trajik, 30-40 yıllık çalışmalarını, tamamen bilgisizlikten, bilinçsizlikten heba ettiklerini görüyoruz. Bu sinema alanında da böyle, müzik alanında da böyle. Çok önemli yerlerdeyken, o kadar yanlış hareket ediyorlar ki... Hükümetin dolduruşuna geliyorlar veya hükümetin onlara vaat ettiği birtakım şeylere kapılıp, itibarlarını yok ediyorlar. O 40-50 yıllık, zorla, tırnaklarıyla kazandıkları kuvvetleri kaybediyorlar. Bu gerçekten dramatik bir şey. Bunu peki halk nasıl yapıyor? Halkın bir sağduyusu vardır. Arıların bilmem kaç kilometredeki nektarın kokusunu alması gibi bir şeydir bu. İnsanların içindeki sağduyu duygusudur. İşte bunları bir anlamda cezalandırıyor halk. Onlara olan güveninin kaybediyor. Sanatçıların akıllarını başlarına almaları lazım. Artık eskisi gibi değil ki. Bin türlü yayın var, bin türlü onları doğru yola getirecek, akıllandıracak, bilinçlendirecek insan var. Şimdi benim gibi düşünen birini hükümet nasıl yoldan çevirebilir. Yani beni kraliçe mi yapacak? Bana ne vaat edebilir ki, ben gittiğim yoldan geri döneyim, halkın geçmişini tarihini silip atayım.

Aslında hiç isim vermek istemiyorum ama beni son günlerde çok düşündürdü, üzdü. Böyle başım falan ağrıdı günlerce. Sayın Adalet Ağaoğlu’nun tavrı... “Yetmez ama evet” meselesinde ben yanılmışım dedi. Adalet Ağaoğlu, bizim idolümüzdü 60’lı, 70’li yıllarda... Onun bir oyununu oynamıştım, tir tir titremiştik. Yani bu nasıl olabilir, nasıl “evet” derler. Ben “hayır” dediğim için birçok arkadaşımı kaybettim, bir çok arkadaşım beni faşistlikle, hainlikle suçladı. Ben çok üzücü günler geçirdim. Şimdi o “yetmez ama evet” diyenlerin neler düşündüğünü çok merak ediyorum çünkü bugün yaşadığımız toplumu çürüten durum, “yetmez ama evetçi”lerin sayesindedir. Biz o zaman anlattık onlara bunları, kendimizi yerden yere vurduk, akıllarını başlarına devşirsinler diye.

Toplum gerçek aydınlar sayesinde ayakta

Ne değişti ülkede, eskiden daha mı cesurdu aydın ve sanatçılar? Yoksa yeniden bir direnç gözlemliyor musunuz şu günlerde?

Hayır, hayır. Her zaman namuslu, iyi insanlar vardır, bir de ruhunu çabuk satanlar vardır. Mesele budur. Sen namuslu çizgini satmadan gidersen, akıllı işler yaparsan, 2 milyar kişi tanımaz da seni 200 kişi tanır, yeter. Hiç tanımasalar ne olur sizi. Bütün toplumlarda bunlar olmuştur. Alpay Kabacalı, sessiz sedasız vefat etti, gitti. Benim kaç yıllık tanıdığım, yazılarını takip ettiğim değerli biriydi. Düşünüyorum sesini hatırlamıyorum Alpay’ın. Alpay çok konuşmazdı, kahkaha attığını hiç duymadım. Bir karıncaydı. Yahut Asım Bezirci... O da öyledir. Bunlar toplumu ayakta tutan sessiz karıncalar, bunları kaç kişi tanıyor? Ama toplumun çimentosunu bunlar kardılar. Toplum bunların yaptıklarıyla ayakta. Benim için idoller bunlar. Onlar hiçbir karşılık beklemeden yaptılar. İnsanlarda şefkat gibi, bağışlama gibi duygular vardır. İnsan olmak için alçak gönüllü olmak lazım. Sanatçı olmak için alçak gönüllü olmak gerekir. Şimdi ben bakıyorum bu jenerasyon, benim kuşağımdan daha yetenekli, fizik olarak da daha güzel. Ne olacak ben şimdi mutsuzluğa mı kapılayım? Ama hayatın doğal akışı da bu. Benden sonrakilerin daha iyi ve daha ileri olması gerekir.

Gençler tarih bilincine sahip olmalı

Günümüz sanatçılarından nasıl bir dinamik gözlüyorsunuz?

Gençlerin tarih okumalarını istiyorum. Dünü çok iyi bileceğiz ki, bugünü anlayalım. Çok klasik bir laftır ama çok doğrudur. Anılarımız çok önemlidir. Dünya tarihini, Kurtuluş Savaşı’nı bilmeseydik, bugün tam bağımsızlığın önemini, güncelliğini bilmeyecektik. Eğitimin nasıl olması gerektiğini sorgulamayacaktık. Laiklik ilkesi neyi korur toplumda anlayamazdık. Biz bunları öyle işte okulda okumuştuk, sınıf geçelim diye öğrenmiştik. Ama bugün baktık ki bunlar gerçekten toplumu ayakta tutan kurallarmış. Genç sanatçı arkadaşların dünya tarihini bilmeleri, algılamaları gerekiyor, kulaktan dolma fikirlerle değil. Şansları çok kitap olması. İnternetten birbirine mesaj atmakla olmuyor. Doğru dürüst düşünsünler, öğrensinler, sorgulasınlar. Toplumda olan her şey sebep sonuç ilişkisine bağlıdır.

Suriye’de yaşananları protesto için sahnede

Bu sıralar neler yapıyorsunuz?

İki tane sahne gösterisi yapıyorum. Birincisi, Nâzım Oyuncuları ile sahneye çıkıyorum. O benim için çok taçlandırıcı bir şey. Klarnet ustasıyla birlikte Kuvayi-Milliye Destanı’nı okuyorum.

Bir de “Ya Habibi, Bahar Keder Kokuyor” diye, Suriye Savaşı başladığı zaman yaşananları protesto etmek için, iki saatlik bir sahne gösterisi hazırlamıştım. Türkçeye çevrilmiş bütün Ortadoğu ve İran şiirlerini taradım, kütüphane çalışması yaptım. Bunlardan bir seçki yaptım. Bunu dört müzisyen ile birlikte yapıyorum. Bunun dışında televizyon programları oluyor. “Popüler Kültür ve İnsan” konulu seminerler veriyorum üniversitede. Toplumu popüler kültürün nasıl çürüttüğünü anlatıyorum.

300’den fazla politik kitlesel gösteriyi o hazırladı

Gülsen Tuncer Adana’da 1945 yılında doğdu. İstanbul Kız Lisesi’nde orta okulu, İstanbul Tarhan Koleji’nde Liseyi bitirdi. Burada Yıldız Kenter, Melih Cevdet Anday, Ahmet Kutsi Tecel, Sabahattin Kudret Aksal, Samih Nafiz Tansu’dan eğitim aldı. İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nü bitirdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tepebaşı sahnesinde ve Ankara Çağdaş Sahne’de yöneticilik yaptı.

37 filmde yönetmen yardımcılığı yaptı. Şarkı sözü yazımı, diyalog yazımı, çevre düzeni, yapım yönetmenliği görevlerini yüklendi. 1968’de tiyatro oyunculuğuna profesyonel olarak başladı. Konservatuvar döneminde beş arkadaşıyla birlikte (Ertuğ Koruyan, Deniz Türkali, İbrahim Bergman, Mehmet Çerezcioğlu, Mustafa Alabora, Gülsen Tuncer) Grup 6 tiyatrosunu kurdu. Erdek şenliklerini düzenlediler. Öğrencilik döneminde aktif olarak T.M.T.F çalışmalarına katıldı. Öğrenci temsilciliği yaptı. Profesyonel tiyatro oyunculuğu Gülriz Sururi-Engin Cezzar tiyatrosunda Zilli Zarife oyunuyla başladı. 70’li yıllardan bu yana 300’ün üstünde politik kitlesel gösterinin sanat yönetmenliğini ve bu gösterilerin sunuculuğunu yaptı. Türkiye’de ilk kez bu gösterilerde senaryolu akış ve dia kullanımını gerçekleştirdi. Bu gösterilerde ilk dia uygulamasını 1974 yılı Ümit Tiyatrosu’nda ülkemizde ilk kez kutlanan dünya kadınlar gününde denedi. DİSK ve ona bağlı Maden-İş ve birçok sendikanın demokratik kitlesel sanat, ajit-prop çalışmalarını hazırladı. Demokratik kadın örgütlerinde çalıştı. Türkiye’de ilk kez toplanan Ümraniye Kadın Kurultayı’nın hazırlık çalışmaları içinde yer aldı.