'En güzel şiirleri birlikte yazacağız'

Şairin karanlık günlerde umutsuzluğu değil umudu üretmesi gerektiğine söylüyor Mehmet Barış, komünist bir şair olmayı da şu sözlerle tanımlıyor: “Düşünün bir kez, sınıf kardeşlerinizle birlikte yürüyorsunuz ve onlar sizden yeni yolculuk şiirleri bekliyor. Bundan daha güçlü bir motivasyon olabilir mi?”

Söyleşi: Sunay Gedik

Mehmet Barış’ın üçüncü şiir kitabı “Yaprağın Ardı Kiraz” geçtiğimiz günlerde okurlarıyla buluştu.

Mehmet Barış’la şiirleri ve şairliği hakkında konuştuk. Mücadelesi hakkında... Aynı zamanda matematik öğretmeni olan Mehmet Barış, öğretmenlik yaparken şiirin olanaklarından şiir yazarken matematiğin aydınlığından beslendiğini söylüyor.

Günümüzde şiir, "ben" ve daha fazla bireysel olan etrafında dönüyor, ancak sizin şiirlerinizde hissedilen "biz" oluyor. Şiirin doğasında da varolan bireysel yönü, en kişisel duygulara dair görünen şiirlerinizde dahi ustalıkla toplumsal bir izleğe yerleştirebiliyorsunuz. Şiirde “ben” ve “biz” hakkında ne düşünürsünüz?

Günümüz şiiriyle ilgili saptamanıza katılıyorum. Evet, bireyselin etrafında fazlaca dolanır olduk. Şiirin doğasında vardır ben’i aramak. Şair “ben”i arar; ama bu “ben” sadece şairin kendisi olmamalıdır. Ben’in içinde yaratılmasını istediğimiz “biz” bulunmalıdır. Ben’in içindeki biz’i bulmak, aynı denizin suyu olduğumuzu fark etmek ve ettirmek, bizi birbirimize yaklaştırır. Ortak sorunlarımıza karşı birlikte çözümler arayabilmek için, yanlış akan suların yatağını birlikte değiştirebilmek için, yanlış dönen çarka birlikte çomak sokabilmek için şairin bu arayış içinde olması gerekir. Bunu ne ölçüde başardığımı bilemem; ama yapmak istediğim tam olarak budur.

Siz aynı zamanda matematikçisiniz ve eğitimcisiniz. Matematik ve şiir, bu iki disiplin sizin yaşamınızda nasıl yan yana geldi ve birbirini nasıl etkiledi?

Matematik ve şiir birbirini çelen zihinsel etkinlik gibi görülür. Oysa birbirini besler onlar. Kant, “Matematik katıksız bir şiirdir” der. Evet, şiirin ve matematiğin farklı yanları vardır; ama benzer yanları da vardır. İkisi de keşfetmek ve yaratmak için çabalar. İkisinin de dili yalındır ve ikisi de sözcük ekonomisine özen gösterir. Matematik soyut, şiir ise somut düşünce biçimidir. Matematikçiler kendilerinden önceki kuşakların kazanımlarını kullanarak yenilerini inşa eder ve tırmanır, şairler ise yıkarak ilerler. Şairin gözü derinlerdedir, kazar o. “Ben”deki “biz”i arar. Bu, şair ile matematikçi arasındaki en önemli farktır Matematikçi ve şair düşüncesini üç boyutlu uzayla sınırlamaz. Onlar “farz ederek” n boyutlu uzayda gezinebilir. Zor bir yolculuktur bu, arada bir keşfetmenin mutluluğunu duyarlar, o kadar. Evet, şiir ve matematik keşfetme etkinliğidir.

Benim için önce şiir vardı. Beğendiğim şiirleri yazar ve ezberlerdim. Dişim kamaşırdı şiirden. Matematikteki güzelliği öğretmen okulunda iki güzel öğretmenim sayesinde fark ettim. Kullanacağımız her bağıntıyı ve her formülü sınıfta yeniden üretirdik. Keşfetmenin o doyumsuz lezzetini tattık. Öğretmenliğimde de öyle yapmaya özen gösterdim. Matematiği öğrenirken ve öğretirken şiirin sözcük seçiminde istediği özen ve sözcüklerin çağrışım gücünden yararlanabilme becerisi işimi kolaylaştırdı. Burada, şiir işçiliğinin bana kazandırdığı titizliğin çok büyük payı olduğunu düşünüyorum. Şiir yazarken de matematiğin kazandırdığı sadelik, yalınlık ve iç disiplin bana yardımcı oldu. Özetle şiir ve matematik bende iyi geçindiler. Zaman zaman birbirlerini kıskandıklarını ve bana olmadık kaprisler yaptıklarını da söylemeliyim.

Mehmet Barış'ın şiirlerinde bir şairden de öte bir aydının sesi duyuluyor. Şiirlerinizde umudun hep hissedilmesi ve geleceğe dair iyimserliğin nedeni tam da bu olsa gerek.

Sevgili Turgut Uyar bir şiirinde; “ben yılmam taş çekerim çamur kararım ben / senin de gürül gürül saçların var nasıl olsa", diyor. Şair yılar mı hiç, üstelik “sevgilimizin” gürül gürül saçları varken? Gezi direnişini yaşadık biz, milyonlarca insan meydanlardaydı. Hepsinin gürül gürül saçları vardı.

Umudunu yitiren insan, niye şiir yazar ki? Her gün yarasını üfleyip duran, her şiirinde salya sümük ağlayan birinin şiirini insanlar niye okur? Arabesk şiir diyorum ben o şiirlere. Buna karşılık, “Güzel günler göreceğiz çocuklar” diyor Koca Şair, “Motorları maviliklere süreceğiz...” İşte bu da çoksesli şiir...

Bir şiir de benden olsun:

VENCEREMOS

Alacakaranlık

Daracık sokaklardan iniyoruz /

Saat ekmeğe süt var

Zakkumun inadıyla

yürüyoruz

 

Bilimin buğdayından

suyun aydınlığından biliyoruz:

Mavi evden sonrası deniz!

(Yaprağın Ardı Kiraz, s.27)

Günümüz sanat üretimlerinde ağırlıklı olarak sizin de belirttiğiniz gibi arabesk bir tat var. Günlük hayata çok fazla vurgu yapan ve acı çeken karakterler… Bu tavrın savunusu, acı da umutsuzluk da hayata dair, dolayısıyla sanata dair şeklinde yapılıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Başlangıçtan bugüne gelelim: Şiir ilkel insanların büyü törenlerinde doğdu. İlkel insanın tören giysilerini giydirerek kutsadığı dildir şiir. Büyünün sözüdür o. Evet, bir illizyondur. İlkel insan doğa ile olan çelişkilerini büyü yaparak gideriyordu. Büyüyle olmasını istedikleri şeyleri düşlediler ve düş gücüyle oldurdukları o sanal gerçeğin lezzetini tattılar. Dönüştüler ve korkularından arınarak kendilerinde dönüştürmenin gücünü buldular. Böylece yanılsama (illizyon), gerçeğe dönüştü. Birlikte yaptıkları büyü dansları, ezgileri ve sözleri toplumsal bir emekti. Bu emek onlarda toplumsal bilinci oluşturdu. Köleci (ya da feodal) toplumda da kölelerin (ya da selflerin) iş türkülerinde şiiri görüyoruz. Birlikte söyledikleri şiirin ritmi, üretimi kolaylaştıran heyamola görevini görüyordu. Görüldüğü gibi; ilkel, feodal ve köleci toplumda şiirin işlevi üretime dönüktü. Kapitalist toplumun kuruluş aşamasında da bunu yapmıştır şair. Kuruluş devrinin şiiri, tuttuğunu koparan, cesur, devrimci, arzulu ve aşkın bir şiirdir. Feodal toplumun yasaklarını çözmek ve onun kalıntılarını kazımakla görevlidir şair. Laik ve aydınlanmacıdır. Kapitalist toplumda sömürünün arttığı ve baskıların yoğunlaştığı zamanlarda kör bir biçimcilik hakim olur şiire. Yılgınlar kabuğuna çekilir ve “bireye çalışırlar”. “Sanat, sanat içindir” der onlar. Şiir pazara sürülen “mal”dır. Yazdıkları şiir arabesktir. Kimseye haksızlık yapmak istemem, sürüden ayrılan şairler de vardır baskı dönemlerinde. Onlar çıkış yolunu görmüş ve o yolda yürümeye karar vermiştir. Çileli bir yoldur bu. Yeni yolculuk şiirleri, yeni imgeler, yeni coşkular ister hayat onlardan. Onlar da içten, yürekten, candan verirler. “Gelenek” dediğimiz o görkemli çınarın özsuyuyla beslenip, ondan aldıklarını gün ışığıyla sentezleyerek yeni sürgünlere taşırlar. Çok sesli şiirler söyler onlar. İnadı ve umudu söylerler.

Mehmet Barış'ın şiirini olgunlaştıran ve etkileyen hangi şairlerdi?

Olgunlaştırdı mı bilmem; ama etkileyen şairler oldu. Az önce de söylediğim gibi, o büyük şiir geleneğimizi iyiden iyiye incelediğimi düşünüyorum. Divan Şiiri, Halk Şiiri, Beş Hececiler, Yedi Meşaleciler, Maviciler, Garipçiler, İkinci Yeniciler ve elbette 1940 Kuşağı’nın o güzel şairleri, 68 ve 78 Kuşağı’nın şairleri ve 1990’dan günümüze uzanan yeni şiirimiz. Kulağım onların sesiyle dolmuş olmalı. Yalnız burada Ali Yüce’nin adını özel olarak söylemem gerekiyor. O benim şiir okulum oldu. Şiirin dili, yapısı ve işlevi üzerine on yıl süren verimli bir sohbet... Işıklar içinde uyusun.

Şiirde ülkemizde bir kuşağın temeli sağlam çaktığı söylenebilir, peki günümüz şiiri için neler söyleyebilirsiniz?

Haklısınız, çok köklü bir şiir geleneğimiz var. Özellikle Nâzım Hikmet’in açtığı aydınlık yolda ilerleyen o güzel, o çilekeş, o yürekli insanların şiiri... Enver Gökçe, Ahmed Arif, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Rıfat Ilgaz, Cahit Irgat, Arif Damar, Ömer Faruk Toprak, Mehmet Başaran, Ceyhun Atuf Kansu, Cahit Külebi ve şimdi adını anımsayamadığım daha niceleri... Farklı bir kulvarda ilerleyen İkinci Yeni’den; Cemal Süreya, İlhan Berk, Edip Cansever, Ece Ayhan, Turgut Uyar’ın da haklarını teslim etmemiz gerekiyor. Şiirimizin sınırlarını genişlettiler ve imge zenginliği kazandırdılar. 1960 sonrası yükselen solun yolculuk şiirlerini yazan şairlerimizi de o zengin şiir geleneğimiz içinde belirtmemiz gerekir. Günümüz şiirine gelince; yine farklı iki kulvarda ilerliyor. Bir yanda kendisine acıyan, ağlak, arabesk ve bireyci bir şiir; öte yandan o görkemli şiir geleneğimize yaslanan, zengin imgelerle örülmüş ve karanlıktan çıkış yolunu gösteren yetkin bir şiir. Evet, en güzel şiir daha söylenmedi, en güzel türkü yakılmadı, en güzel roman yazılmadı. Çünkü onlar tarihin büyük dönemeçlerinde doğar. Sanatın doğasında vardır bu. Sanat, bir yandan bizi o büyük dönemece yaklaştırır, öte yandan o büyük dönemeçten beslenir ve zirveye çıkar. Diyalektik bir ilişkidir bu.

Sanatla ilgilenen insanların kendilerini “bağımsız muhalif” olarak tarif etmesini örgütlü bir komünist şair olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Örgütlülük sanatı kısıtlar mı?

Bu sorunuzun birinci kısmının yanıtını son kitabıma aldığım küçük bir şiirle vereyim:

ÖRGÜTSÜZ

Bencilsin, türkün yok

ferah kahvelerin yok

şarkıların pespaye

İş bu kadar basit değil tabii. Yakın çevremizde dolanan onlarca has şair var. İmrenilecek kadar güzel şiirler yazıyorlar. Onları yanımıza çağırmak bizim görevimiz. Birlikte yürümenin bir yolunu mutlaka bulacağız. En güzel yolculuk şiirlerini birlikte yazacağız.

Örgütlülük sanatı neden kısıtlasın ki? Düşünün bir kez, sınıf kardeşlerinizle birlikte yürüyorsunuz ve onlar sizden yeni yolculuk şiirleri bekliyor. Bundan daha güçlü bir motivasyon olabilir mi?