Bir barış mücadelecisi: Ali Taygun

Çarşamba günü kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden tiyatro ve sinema sanatçısı Ali Taygun hakkında, Taygun’un Barış Derneği Davası'ndaki mücadele arkadaşlarından Doğan Görsev’in görüşlerini aldık.

67 yaşında hayatını kaybeden Taygun, 12 Eylül darbesi sonrasında tiyatrodan uzaklaştırılmış, Türkiye Barış Derneği Davası nedeniyle gözaltına alınarak yıllarını mahkemelerde ve tutukevlerinde geçirmişti. 1989'da bu davadan beraat eden sanatçı, aynı yıl Helsinki Watch tarafından dünyanın önde gelen on insan hakları gözlemcisi arasında kabul edilmişti.

Yol arkadaşı Ali Taygun’un öyküsünün “genç kuşak barışçılar için esinlendirici olmasını” umduğu belirten Doğan Görsev’in soL okurlarıyla paylaştıkları şöyle:

Benim, 1970'li yıllarda, özellikle barış hareketi içinde tanıdığım kadarıyla Ali Taygun ülkemizin aydın sanatçılarından biridir.
Önce o yılları kısaca bir hatırlayalım.

1975 Haziranında Helsinki Nihai Senedi'nin imzalanması, uluslararası bir "yumuşama" ortamı yaratmıştı. O uluslararası ortamın ülkemizde yol açtığı koşullarda 1976 "1/Mayıs"ı İstanbul'da, 51 yıllık yasağın ardından ilk kez yüz binlerin coşkulu katılımıyla kutlanmış, aynı yıl "1/Eylül"de düzenlenen yığınsal "Barış Gecesi" uzantısında 1977 Nisanında Türkiye Barış (Komitesi) Derneği kurulmuştu.

1977 "1/Mayıs"ına katılan demokratik kitle örgütleri temsilcilerinden destek bulan Barış Derneği, aydınların gitgide artan katılımıyla güçlendi. Genç kuşakların, adlarını bugün bile kolayca hatırlayacağı onlarca aydın sanatçının ve yazarın, --örneğin Ruhi Su, Zeliha Berksoy, Genco Erkal, Ergin Orbey, Demirtaş Ceyhun, Sümeyra Çakır, Asım Bezirci, Oktay Akbal, Osman İkiz vb.-- yanı sıra Ali Taygun da Barış Derneğine böylece katıldılar.

1978 Martında toplanan Barış Derneği 1. Genel Kurulunda, GYK (Genel Yönetim Kurulu) yedek üyeliğine Ali Taygun'la birlikte seçildik.
1978 Ekiminde Polonya'nın Wroclaw kentinde toplanan "Dünya Aydınları Konferansı'nın 30. Yılı'nı Anma Uluslararası Toplantısı"na, değerli ressam Orhan Taylan'ın başkanlığında katılan Türkiye delegasyonundan Ali Taygun'un, büyük beğeni gören bir konuşma yaptığını duyduğumuzda göğüslerimiz kabardı.

1980 Ocak'ında, ülkemizdeki siyasal/toplumsal bunalımın, sürüp giden siyasal cinayetlerle gitgide katmerlendiği bir aşamada, Barış Derneği yönetiminin, toplumun değişik kesimlerinden temsilcilerle düzenlediği Genişletilmiş GYK toplantısı (toplam 74 kişi), özellikle "Sonuç Bildirgesi"yle, 12/Eylül (1980) askersel darbesini belirgin olarak öngören bir toplantı olmuştur. Ali Taygun o toplantıya da, berrak aklı ve ufku geniş duyarlığıyla katılmıştır.

1980 Nisanında yapılan Barış Derneği 2. Genel Kurul toplantısında da Ali Taygun, içinde 5 de parlamenter bulunan GYK'ya seçilmiştir. O Genel Kurulda benim de, Adnan Cemgil'in, Asım Bezirci'nin, Kemal Türkler'in, Ruhi Su'nun, Sadun Aren'in, Vedat Türkali'nin ve daha birçok barışsever dostun yanı sıra Onur Kurulu'na seçilmiş olmamı hararetle kutlayanlardan biri de oydu.

12/Eylül darbesinden sonra Metris özel askeri tutukevinde ve Sağmalcılar tutukevinde aylarca beraber olduk. Benim, Barış Derneği davasının yanı sıra, ikinci bir davadan, "TKP İstanbul Bölgesi Faaliyetleri" davasından yargılanmama besbelli özel bir ilgi duyuyordu. Savunmamda barış konusuna, siyasal yanının ötesinde yeni bir yaşam tarzı olarak yaklaşmama ve pek adet olmadığı halde, savunma metnime alıntı şiirler yerleştirmiş olmama değer verdiğini çıtlatıyordu arada bir.

Benim de onun sanatçı kimliğine duyduğum ilgi ve saygı bizi aylar boyunca gitgide yakınlaştırdı. Sağmalcılar tutukevinde (Metris tutukevinde değil, çünkü oraya kitap filan sokmuyorlardı) üzerinde çalıştığı yapıt, Shakespeare'in "Kısasa kısas"ı üzerindeki söyleşilerimiz, estetik alanındaki bilgilerimi genişletmemde benim için çok besleyici olmuştur.

Aramızdan ayrılan Ali'yi genç kuşak barışçılara tanıtmak için, onun Barış Derneği davasındaki ilk savunmasından bazı alıntılar yapmak isterim.

Ali Taygun bir tiyatro sanatçısı olarak, o savunmasına, dram edebiyatının bilinen ilk eserine, Aiskhylos'un MÖ 472'de yazdığı "Persler" adlı tragedyaya gönderme yaparak başlar:

"Bu yapıt sadece bir ilk yapıt olarak kalmamakta, aynı zamanda sanat ve kültür adamlarının neyi savunmaları gerektiğini belirlemekte, kendinden sonra geleceklere izlenecek bir yol çizmektedir.

Ben sanatımın 2500 yıllık tarihinde meslekdaşlarımın izlediği bu yolda yürümekten başka bir şey yapmadım. Bir kültür ve sanat adamı olarak barışı ve onun esas unsurlarından ikisini: "İstiklâl-i tam"mı ve "hakimiyetin bilâ kayd-ü şart millete aidiyeti"ni savundum. Bu benim asli ve yurtseverlik görevimdir."

"Gelmiş geçmiş insanların yarattığı değerlerin tümünden gelecek tüm insanlara karşı sorumlu olan sanat ve kültür insanları işte bu yüzden barışı ve onun esas unsurları olan bağımsızlık ve demokrasiyi varoluşlarının asli koşulu sayarlar ve varolduklarından beri bunların gözetimi için uğraş verirler."

"Sanatın ve kültürün hammaddesi hayattır savaşınki ise ölüm. Sanatsal üretimin kaynağı insan sevgisidir, yaşama sevincidir. Bu duygularla harbedilebilir mi ? Sanat güzeli arar. Muharebede 'güzel' bulunur mu ? Sanat insanoğluna, onun yüceliğine yöneliktir, dövüş ise insanda ilkel bir güdüdür. İşte bunun için barış hayattır, insandır, sanattır savaş ise ölüm.

işte bu nedenle, bir kültür adamı olmanın bilinci ve gereğiyle ben barış safındayım. Barış Derneğindeyim ve karşınıza geldim."

G. Doğan Görsev, 17.12.2009