Bak işte burjuvalar da mutsuz!

Kahramanımız demek ki, fazla gürültü çıkarmadan, sessiz sedasız hisselerinin tamamını işçilere devredeceğini sanırken karşısına terk etmeye çalıştığı sınıfı çıkıyor. Mazhar kurulu düzene tehdit olarak görülüyor. Peki, ne yapacak?

soL Kültür - Kaan Terman

10 Kasım günü yeni bir film gösterime girdi: Yol Ayrımı. Yönetmenliğini Yavuz Turgul’un yaptığı bu film, yönetmenin ve başrol oyuncusunun taraftarları tarafından merakla bekleniyordu. Acaba yedi yıl aradan sonra bu kez ikili ortaya nasıl bir film koymuştu? Benim filmle alakam bu düzeyde değil, ancak filmin konusu ve ideolojik iletisi bir tartışma yaratacak güçteydi. Geç de olsa yazı bu yüzden kaleme alındı.

KIYAMET VE DİRENİŞ

‘Yol Ayrımı’ ciddi bir film, bir tartışma ortaya koyuyor, meselesi var. Kaba bir tabirle, başı sonu belli olan bir film, sözü net. Tutarlı bir dramaturjik örüntüde ilerliyor, karakterler kendi özgünlüklerini de vurgulayarak belli sosyal sınıfları temsil ediyorlar... Sinemamızda bu tarz, klasik dramaturjiye yaslanıp toplumsal bir meseleyi ele alan filmler pek az. Bir söz söyleme iddiasında olanlar, yalnızca bireyin “iç dünya”sına ışık tutan ve ışık tuttuğu bu evrende tespit ettiği karanlığı mutlaklaştırarak sözünü oluşturan yapımlar çoğunlukla. ‘Yol Ayrımı’ ise başka. Şimdi bu başkalığın ne olduğuna, filmin öyküsüne kısaca değinerek geçelim.

Zalim ve gaddar, sevgisiz ve merhametsiz Mazhar Kozanlı, büyük bir tekstil patronu... Ailesine karşı oldukça ketum, bir o kadar da korkutucu... İşten haksız yere attığı beş işçi sürekli karşısında; Kozanlı’yı işyeri çıkışında protesto ediyorlar... Sendika da bu eyleme ilgisiz... Protestoculardan biri, Emine, Kozanlı’ya beddua ediyor: “Allah’a yalvarıyorum, bize çektirdiğin acıların aynısını sana da yaşatsın.” Emine üretimde isyan edip üretim aracını kırarak parçalıyor. Suçu bu. Diğer dört kişi ise ona arka çıktıkları için işten atılıyorlar...

Mazhar Kozanlı, diğer küçük-orta ölçekli işletmeleri de türlü yollarla ezerek ele geçiriyor, büyüdükçe büyümek istiyor... Piyasadaki bir rakibinin dediğine göre, ticari ahlakı yok. Ama Mazhar’ın bunlar umrunda değil. O sistemin gerekleri doğrultusunda davranıyor: işten çıkarıyor, açık kolluyor, yutuyor. “Operasyon her zaman can yakar.”

Bir gün bir trafik kazası geçiriyor. Kısa bir süreliğine kalbi duruyor, bir deneyim, varoluşsal bir deneyim geçiriyor, “ikinci bir şans” diliyor hayata dönmek için, bu şans ona veriliyor, Kozanlı son anda kurtuluyor.

Hastanede uyandığından doktora ilk sorduğu soru şu: “Bana çarpan araçtaki kişiye ne oldu?” Başkasını düşünüyor... Ve Mazhar’ın ikinci yaşamı başlıyor... Artık daha insani, daha duyarlı... İlk defa yağmuru, güneş ışığının farklı mevsimlerde nesnelere yansımasını fark ediyor... Doğanın bir kez farkına vardıktan sonra, sıra geliyor insanlara... İnsanlar... Ne kadar da bunalmış bu sahte, ikiyüzlü yaşantıdan... Kendisinin iyileşmesi şerefine verilen bir yemekte yabancılaşıyor çevresine... Odasına çekiliyor ve çocukluğuna, çocukluğundan kalma bir bisikletli fotoğrafa bakıyor... (Film boyunca ortaya çıkacak bisiklet imgesi, Mazhar Kozanlı’nın elinden çalınan çocukluğunu/ hayallerini simgeleyecek. Welles’in Yurttaş Kane’indeki “Rosebud” öğesini, Kane’in çocukluğunun kızağını birebir uyarlarcasına…)

Bir gün topluyor –aile bireylerinden oluşan- yönetim kurulunu ve kendisine ait %60 hisseyi çalışanlara devredeceğini ve kendi kişisel mirasını da oluşturulacak bir vakfa aktaracağını söylüyor... Kıyamet kopuyor... İşte bu kıyametin öyküsü ‘Yol Ayrımı’...

Emine ile Mazhar, işçi ile patron aynı cephede buluyorlar kendilerini, “Nur’un Gemisi”nde buluşuyorlar... Nur, tekstil sendikasının (kendi deyimiyle “sarı olmayanından”) avukatlarından... Fakat niyeyse bir kafe açmış, işletiyor... Burası kimi toplum dışına sürüklenmişlerin sığınma yeri: Mekanı kapatılan kör bir sahaf, bir vicdani retçi, kocasını öldüren bir kadın ve işten atılmış işçi olarak Emine.

Mazhar Bey, ikinci yaşamında sonuçta, her şeyi düzeltmek istiyor. Bu arada eski dostunun evine yerleşiyor: Altan. Mazhar ne ise, Altan onun tam tersi. Neşeli, hayatı yaşamayı bilen; kadınlara ve şiire düşkün bir insan...

Yeni Mazhar, önce işten attığı Emine’yi buluyor, biraz zor oluyor çünkü ilk başta Emine tersliyor eski patronunu, sendika avukatı Nur (“sarı olmayanından”) aralarını buluyor, Emine’yi sakinleştiriyor. Mazhar Bey sadaka vermeyecek, hayır. Kendilerinin kurtuluşu için bulduğu bir ekonomik modeli anlatacak onlara: Artık işçiler de yönetimde olacak. Emine ile Mazhar aynı cephede buluşuyor.

Ailesi, kendilerinin mahvına yol açan, öngörülemez davranışlarda bulunan bu adamı, tuttuğu yoldan vazgeçirmeye, çeşitli yollarla direncini kırmaya çalıyor. İkinci olarak ‘Yol Ayrımı’, kahramanımızın bu operasyona karşı direnmesinin filmi.

YÖNETMENİN VE KAHRAMANIN İKİ YOLU

Görüldüğü gibi konu burjuva sınıfına mensup bir üyenin, Mazhar Kozanlı’nın dönüşümüdür. Bunu sinemamızdaki toplumsal sınıfların temsilinin (bir toplumsal tip olarak burjuvanın, proleterin, küçük burjuvanın temsilinden bahsediyorum) yetersiz oluşu nedeni ile filmin olumlu bir yanı olarak görüyorum. İkincisi bir sınıf olarak burjuvazinin bu temsili, filmde daha geniş bir ifadesini Şerif Erol’un canlandırdığı Besim karakterinde bulmaktadır. Şirkette Mazhar’ın en sadık dostu olan Besim’in, arkadaşını tuttuğu bu yoldan vazgeçirirken ki söyledikleri Türkiye Sineması’nda belki de burjuvazinin sınıf aklının yansıdığı en net sahnelerden biridir. Orada Besim karakteri sınıfdaşına şöyle diyor: “Sen şirketin değil, sistemin çarklarının arasına bomba atıyorsun. Dengeyi bozamazsın, ben buna asla izin vermem.” Bu sahnedeki bu söyleve gelmeden önce Besim’in de hikayesini dinlediğimizde, sahnenin etkileyiciliği daha da artıyor.

Kahramanımız demek ki, fazla gürültü çıkarmadan, sessiz sedasız hisselerinin tamamını işçilere devredeceğini sanırken karşısına terk etmeye çalıştığı sınıfı çıkıyor. Mazhar kurulu düzene tehdit olarak görülüyor. Peki, ne yapacak?

Şimdi burada yol, hem yönetmen için hem de kahramanımız için ikiye ayrılıyor. Karakter için bu yol, ailesi tarafından çeşitli yollarla denenen (hacir altına alınarak yönetimden el çektirilmesi, akıl hastanesine sevk edilmesi vs.) vazgeçirme hamlelerine karşı direnme ve hatta karşı davalar açma veya kararından vazgeçme olarak ikiye ayrılıyor. Yönetmen içinse bu yol, daha en baştan, senaryoyu oluşturma aşamasındayken çatallanmıştı zaten: Kahramanın bu yaşantısını kazanın bir sonucu olarak yaşanılan varoluşsal bir deneyim, bir vicdan muhasebesi, hayata yeniden doğuş teması tarzı bir hümanizma ekseninde mi işleyecekti, yoksa sorunu Mazhar Kozanlı’dan çıkarıp sınıfsal ölçekte burjuvazi ve onun kapitalizmini nesnel temellerine dayanarak mı ele alacaktı? Yönetmen birincisini seçti ve tüm film ona göre kurgulandı. Bu, yönetmenin ufku ile kahramanımızın ufkunun sınırlarının bir olması demektir.

Burada, benim önemsediğim ikinci sahne, çocukların babalarını durumu düzeltmek üzere konuşmaya çağırdığı sahnedir. Bu sahnede sevgisiz ve işinden başka bir şey düşünmeyen bir babanın robotlaştırdığı çocukların, hayatlarında belki de ilk kez babalarına başkaldırdıkları görülür. Konu miras hakkının kendilerinden esirgenmesinden çok, çocukların yitip giden hayallerini haykırdıkları ve aile şirketine eklemlenmekten başka bir yolu kendilerine kapatan yetiştirilme tarzlarına haklı isyanlarıdır. Çocuklar babalarının yanında olamamışlardır, çünkü onları bugüne kadar güç ve para ekseninde yetiştiren ve kendi çıkarlarından başka bir şeyi önemsememeyi öğütleyen babalarından başkası değildir. Şimdi de kendilerini kurban ettikleri bu şirkette ortada kalmamak için saldırmaktadırlar.

Peki, yukarıda yönetmenin birinci yolu, yani Mazhar Kozanlı’yı kriminalize etmeyi seçtiğini söyledik. Bu tezi biraz açalım. Bu, en net ifadesini kendisine deli teşhisi konulmak üzere akıl hastanesine sevkinde bulsa da, onu önceleyen sahneler var. Burjuva Mahzar’da bu değişmeye bir kazanın yol açması filmi bu yoruma en elverişli hale getiren sahnelerden biri. Bu olay ailenin elini güçlendiriyor. Ancak kahramanın son sahnelerdeki savunmalarında söyledikleri, asıl travmanın başka bir yerde olduğuna işaret ediyor. “Benim babam bir hırsızdı, Akman ailesinin tüm varlığını alçakça ele geçirip büyüdü, kolyenden kan damlıyor vs. Bana bunu unutmam söylendi vs.”

Yeri gelmişken filmin ideolojik kimi göstergelerini vermesi açısından şunu söylemeden geçmeyeyim: Kozanlı Grubu şahsında Mazhar Kozanlı, piyasadaki diğer rakiplerinin zayıf anlarını kollayarak onları iflası sürükleyip daha sonra ele geçiren, bu anlamda ahlaksız ve alçak bir adamdır. Bu yönelim, “ticaretin de bir ahlakı var” denilerek, filmdeki bir kurban-işletmeci (Yeni Hayat’ın sahibi) tarafından eleştiriliyor. Burada, asıl “ahlaksızlık”ın (Marksistlere göre özgül bir üretim biçiminin sonucu olan) ücretli emek sömürüsü olduğu, patronların iyi veya kötü olmasından ziyade, piyasalardaki rekabetin kapitalizmin zorunlu bir sonucu (sanki tekelleşmek burjuvaların kişisel tercihlerine daraltılabilirmiş gibi) olduğu gerçeği gizleniyor.

BURJUVAZİ MUTSUZ MU?

‘Yol Ayrımı’ filminin bir diğer önemli yanı da, bize burjuva sınıfının duygusal bir görünümünü sunmasındadır. İlk önce filmin mutluluk kavramını sinematografik olarak nasıl yorumladığına bakalım. Mutluluğu gülme ve somurtma halleri ile ilişkilendirirsek, Mazhar Kozanlı filmin başlarında suratsız, memnuniyetsiz bir insan olarak dolaşırken, kazadan sonra doğayı fark edişiyle birlikte gülümsediğini görüyoruz. Daha sonra bir iş toplantısı sırasında yanında çalışan bir kadına, pekala gündelik olabilecek insanca bir soru yöneltirken yakalıyoruz, burada da tebessüm ediyordur. Nihayetinde, kendi çevresinden uzaklaşıp dostlarıyla birlikteyken, yeni hayatında mutludur artık. Ailesini karşısına aldığında söyledikleri, aslında ne kadar sahte bir hayattan ve kişiliklerden koptuğunun kanıtıdır. Kahramanımız için artık, kendi sınıfının inkârıdır, diyebiliriz. Sahtelik, mutsuzluktur. Film, kahramanını sahte bir hayattan koparır, böylece o hayatı yaşayan herkesi mutsuz ilan eder. Bu sınıf için artık gülümseme bile mutluluğu çağrıştırmaz.

Burjuvazinin aslında mutsuz olduğunu söylemek, bu sınıfın kirin içinde yüzdüğünü, sahte yaşamlar yaşadıklarını belirtmek ne anlama geliyor? Kuşkusuz, kapitalizm içinde yabancılaşma iki sınıfı da etkiler. Emekçi, üretim araçlarından koparılarak kendi emek ürünlerine yabancılaşmıştır; başkasının hesabına saatlerce, istemeden çalışır. Emekçi, mutsuzdur ancak üzgün değildir, öfkelidir. Burjuva, hesabına çalıştırdığı insanların emek-gücünü sömürerek servetine servet katar. Tüm zenginlikler onundur ancak yaşamında anlam bulamaz. İlişkileri çıkara dayalıdır. Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da dedikleri gibi, bu sınıf, “insan ile insan arasında kupkuru çıkar dışında, duygusuz “nakit ödeme” dışında, hiçbir bağ bırakmamıştır.” Üyeleri de bu duygusuzluğun günümüzdeki taşıyıcılarıdır.

Özetle filmin önermeleri şunlardır: “Burjuvaları yaşamlarıyla yüzleşmeye çağıralım, onlara aslında ne kadar göstermelik hayatlar yaşadıklarını anlatalım. Para, mal, mülk sizleri ne hale getirdi, diye soralım. Bakın, biz de mutsuzuz. Bu sistem ikimizi de mahvediyor ve bunda bizden fazla sizin payınız var, diyelim. O halde, bu toplumu dönüştürmekte sizin atacağınız adımlar belirleyici olacaktır!”

Buna Marksist terminolojide ‘sınıf uzlaşmacılığı’ denir. İki sınıfın çıkarlarının ortak olduğu edebiyatına dayanır.

‘Yol Ayrımı’, sınıf uzlaşmacılığı yapmaktadır. Sendika avukatı Nur, emekçi Emine’yi dizginleyip burjuva Mazhar ile masaya oturtmaya çalışırken film bunu yapmaktadır; Emine, Mazhar’a solculukla, sınıf bilinciyle nasıl tanıştığını anlatırken, artık iki karşıt sınıfın üyesi gibi değil, iki arkadaş gibidirler. Emine, Mazhar’ın karşısında, 18.yy İngiltere’sindeki makine kırıcılarına öykünerek işyerinde bir isyan başlatmak için nasıl üretim aracını kırdığını ve arkasında topu topu dört kişiyi (onlar da “helal olsun” demişler) bulduğunu çocukça bir pişmanlıkla anlatır. Bu itiraf, işçinin patrona içini döktüğü bu sahne, işçi sınıfı adına filmin en utanç verici sahnesidir. Makine kırıcılarına da bir hakarettir. Filmin iktisadi önermesi de diyebileceğimiz, Mazhar Kozanlı’nın “düşündüğü(!)”, şirketi işçiler ile patronların beraber yönetmesi de, bu uzlaşmacı tutumun bir başka örneğidir. Emine filmin başlarında, Mazhar’a, kendisine içten içe düşmanlık beslediğini ve merhametine ihtiyacı olmadığını söylüyor, filmin sonunda ise işe geri alındığı ve çocuğunun sağlık masraflarını karşıladığı için kendisine her gün dua ettiğini söylüyor. Tuhaf gerçekten. Luddist işçimiz birden duacı oluyor.

Tüm bunlar ise yönetmenin dünya görüşünden bağımsız değildir.


1. Sermaye sınıfının kim ve ne olduğunu ele almayı deneyen filmlere sinema tarihinde görece sıkça rastlanır. Bu çabalar, ilginçtir, coğrafi ve tarihsel farklılaşmalar olduğunu hesaba katmak kaydıyla, sermaye sınıfının bir yeniden yapılanma arayışında olduğu tarihsel evrelerle çakışır. Bu yeniden yapılanma arayışları, sola da sözünü söyleme olanağı veren boşluklar barındırır. Bu tür filmlere örnek olarak, ilk elde, bu ülkenin sinema tarihinden, ‘Suçlular Aramızda’ (Metin Erksan, 1964), Vasıf Öngören’in aynı adlı oyunundan ‘Asiye Nasıl Kurtulur?’ (Atıf Yılmaz, 1986), yine Vasıf Öngören’in aynı adlı oyunundan ‘Zengin Mutfağı’ (Başar Sabuncu, 1988) ve ‘Çoğunluk’ (Seren Yüce, 2010) gibi az sayıdaki film gösterilebilir. Dünya sinemasından ise, örnek oluşturma amacıyla sadece birkaç önemli film çerçevesinde düşünülürse, ‘Yurttaş Kane’ (Citizen Kane, Orson Welles, 1941), ‘Kentin Üstündeki Eller’ (Le Mani Sulla Città, Francesco Rosi, 1963), ‘Takip’ (The Chase, Arthur Penn, 1966), ‘Lanetliler’ (La caduta degli dei / Götterdämmerung, Luchino Visconti, 1969), ‘Ana ve Kurtlar’ (Ana y Los Lobos, Carlos Saura, 1974), hatırlatılabilir.

2. marxists.org/turkce/m-e/1848/manifest/kpm.htm