'Geleceğin Köyleri' Hareketi kuruldu: ‘Köy yoksa gelecek de yok!’

Yeni yasayla birlikte mahalle haline dönüşecek köylerde artık kümes bile yapılması mümkün olmayacak. Köylüler, yasaya tepki göstermeye devam ederken, sakin şehir Seferihisar’da Ege Bölgesi başta olmak üzere, köyleri sürece dâhil etmek için “Geleceğin Köyleri Hareketi” kuruldu.

Yeni Büyükşehir Yasası'yla köylerin tüzel kişiliklerinin ortadan kaldırılmasını engellemek amacıyla İzmir'in Seferihisar ilçesine bağlı dokuz köy tarafından oluşturulan "Geleceğin Köyleri Hareketi”, çalışmalarına devam ediyor. İnternet üzerinden imza kampanyası da başlatan hareket daha önce köylülerin katılımıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde bir basın açıklaması düzenlemişti. Hareket’e katılan imzacı köy sayısı, son haliyle 367. Destekçi imzacı sayısı ise, 4525’i buldu.

Seferihisar Belediyesi’nin başlattığı “Geleceğin Köyleri Hareketi” üzerine sohbet ettiğimiz Seferihisar Belediye başkanı Tunç Soyer, hareketin nasıl doğduğunu ve amaçlarını soL gazetesine anlattı.

Geleceğin köyleri hareketi hangi ihtiyaçtan doğdu?
Geleceğin köyleri hareketi Seferihisar’da başladı. İlk imzayı 9 köyümüz attı. Ardından, şu anda imzacı köyler Karadeniz’e kadar uzanmış durumda. Bizim amacımız bir kere, Anayasa Mahkemesi’nden bu yasayı bozduracağız. Ama bu yetmeyecek. Sorun sadece köylerin kapatılmalarını engellemek değil, önemli olan kapatılamayacak noktaya gelmelerini sağlayacak, yani üretim yapmalarını sağlayacak, ayakta durmalarını sağlayacak mekanizmalar kurmak. Onun için de üretici birlikleri ya da kooperatifler yapmak lazım. Biz, mandalina üretici birliğini kurduk ve iyi bir sene geçirdik. Şimdi zeytin üretici birliğini kuruyoruz. Ardından enginar üretici birliği geliyor. Ondan sonra özgür keçi üretici birliğini kuracağız.

Çünkü bu keçi, koyun sahibi insanlar hayvanını dolaştırıyor, otlatıyor ondan sonra ağıla kapatıyor.
Sağdıktan sonra da gidip büyük çiftliklere satıyor. Halbuki özgür dolaşan hayvanın sütü ve sütünden yapılan mamuller ile çiftliklerde üretilen süt ve mamullerin çok farklı mineraller ve vitamin değerleri taşıyor. Bu yüzden de bir mandıra kurmak istiyoruz. Bunları yapacağız ve diğer köylere de örnek olacağız. Yani asıl amaç budur. Asıl mesele köylerin yaşamasını sağlamak.

Dünyanın buğday ambarı olan bir ülkenin, saman ithal edecek duruma gelmesi, Türkiye’nin tarım politikasının şahikası artık. Varılan noktanın da, çok somut, net göstergesi. Durum çok içler acısı. Hayvancılık öyle, toprak öyle, tohum yasası öyle. Yerli tohumu adeta satamaz durumdasınız. Binlerce yıldır bu topraklarda üretilen tohumu artık üretilmesine izin verilmiyor. Akıl alacak işler değil bunlar. Ama bütün bunlar değişebilir şeyler, hâlâ son nokta konulmuş değil.

Köylerin mahalle haline gelmesinin engellenmesi yeterli mi? AKP’nin tarım politikasına maruz kalan köyler nasıl düzlüğe çıkabilir?
Köy demek, kök demek, tohum demek. Ağıtların, masalların kaynağı da hep köy. Yani geleneğimizin, köklerimizin taşıyıcısı onlar. Şimdi bir yasayla, bir cümleyle “bunu kapatıyoruz” diyorlar, akıl alacak gibi bir şey değil. Yalnızca nostaljik bir şeyden de bahsetmiyoruz. Köy kökümüz olduğu kadar, aynı zamanda da geleceğimiz. Çünkü küçük üreticiyi yok ederseniz, işsiz potansiyelini arttırırsınız ve yeni bir potansiyel gecekondu nüfusu doğurursunuz. Ama daha vahimi hayvancılık, tarım gibi çok temel iki alanı, sadece endüstriyel bir boyutta yapılabilecek bir hale getirmiş olursunuz. Oysa dünya böyle bakmamış. Kapitalist üretim ilişkileri bile başka çareler aramış. Somut örnek Hollanda’dır. Hollanda, dünyanın en büyük kesme çiçek ihracatçısı. Bunları ihraç eden de holdingler filan değil, oradaki tüm kesme çiçek üreticilerinin altında birleştiği bir birlik var ve ihracatı da onlar yapıyor. Aracısız, doğrudan doğruya üreticinin sattığı bir ürün. Benzer şekilde Fransa’da da şarap üreticileri kooperatif çatısı altında buluştular. İtalya’da peynir üreticileri öyle, İspanya’da narenciye üreticileri öyle. Yani, en kapitalist dediğimiz ülkeler bile küçük üreticiyi, köylüyü koruyacak tedbirler almışlar. Birliklerle, kooperatiflerle onları yaşatmaya çalışıyorlar. Bizdeki durum da, köylerin kapatılması da, bir dönem milli eğitim bakanının, “okullar olmasa, eğitimi çok güzel idare ederim” sözüne benziyor.

Birlikle kooperatif arasında önemli bir fark var. Kooperatifte kar ettiğinizde ortaklar arasında paylaştırabiliyorsunuz. Fakat birlikte üyesiniz ve paylaşamıyorsunuz. Ya birliği yatırıma yönelteceksiniz ya da ürünün fiyatını yükselteceksiniz. Birlik bu nedenle daha sağlıklı ve biz birliği bu nedenle kurduk. Türkiye’de ilk kez bir birlik, yurt dışına ihracat yapma yetkisi aldı. Bu sene bahçesinden topladığımız arkadaşımızın ürününü direk Sırbistan’a satabildik. Bu Seferihisar için önemli ama hayallerimiz büyük. Biz bütün bu sahillerdeki narenciye üreticilerini bir çatı altında toplamak istiyoruz. Mesela onlarla birlikte bir büyük mandalina suyu fabrikası kuralım istiyoruz. Birlikler yan yana gelirse, yan ürünlerini de geliştirmiş olabileceğiz. Çarenin buralarda olduğunu düşünüyorum. Daha çok üretici işin içine girerse, daha sağlıklı olur. Yani niyetimiz tüm tarımsal ürünlerde benzer çalışmayı yapmak.

Hareketin bundan sonraki planı nedir?
Geleceğin köyleri hareketi olarak yeni eylemler de yapmayı planlıyoruz. Destekçi sayısı arttırmamız gerekiyor. Örneğin, Çatalhöyük de eylem yapılabilir. Tarihin ilk köyünün kurulduğu coğrafyada yaşıyoruz ve köye biz sahip çıkmıyoruz. Bu büyük bir skandal. Köylülerin de tamamına yakını durumdan şikâyetçi. Konuyu önemsiyoruz ve takip etmeye de devam edeceğiz.

Balık çiftlikleriyle mücadele sürüyor
Seferihisar bölgesi bir yandan da balık çiftlikleriyle mücadele ediyor. Daha önce eylemler yapan ve dava sürecini kazanan Sığacıklılar’a rağmen, ÇED olumlu raporu tekrar verildi.

Bölgemizde balık çiftlikleri sorunu da yaşanmaya devam ediyor. Öncelikle ÇED raporunu iptal ettirdik. Ardından hazırlanan bilirkişi raporuna uygun olarak mahkeme dedi ki, burada Posidonia (deniz) çayırları var, foklar ürüyor, bu nedenlerle olumlu ÇED raporu uygun değildir dedi ve kesin karar verdi. Daha sevinemeden, 1 hafta sonra, aynı noktada aynı şirkete Bakanlık, tekrar ÇED olumlu raporu verdi. Bu doğayı bu Çevre Bakanlığı’yla nasıl koruyacağız bilemiyorum. ÇED genel müdürüne gittim ve dedim ki, foklar hala ürüyorsa, Posidonia çayırları duruyorsa, akıntının yönü değişmediyse, aynı noktaya ÇED olumlu raporu veremezsiniz. Bu açıkça hukuksuzluk olur. Ne değişti de, olumlu rapor veriyorsunuz? Sonra tabi bizi dinlemediler.

Geleceğin Köyleri Hareketi’nin manifestosundan

“Köy yoksa geleceğimiz de yok! Biz bu topraklarda hep vardık.
Doğadan aldığımız kadarını ona geri verdik. Bunu yaparken, insanla ve tüm canlılarla uyum içinde yaşadık. Toprağı, suyu ve tohumu candaş bildik. Dünyada ilk köy burada, Anadolu’da kuruldu. İnsanlığın ilk evleri, bu topraklarda inşa edildi.

Köylere en son ve belki de en büyük darbeyi yeni kabul edilen Büyükşehir Yasası vurdu. Büyükşehirlerdeki 16 bin köyün tüzel kişiliği tek bir cümleyle kaldırıldı. Yeryüzünün ilk köyünün kurulduğu bir coğrafyada binlerce köyün üzerini tek bir cümleyle çizmek mümkün mü? Değil elbette.

Köy, hem geçmişimiz hem geleceğimizdir. Tüketen insanın savaşların içine sürüklendiği bir çağda, köyler sakince üreten geçmişle geleceğin harmanlandığı yerler olmalıdır. Şehirde veya köyde, nerede yaşarsak yaşayalım sağlıklı bir doğal çevre ve kırsal alana ihtiyacımız var. Köy olmazsa şehirde ne yiyebiliriz? Fabrikasyon sebze ve meyveleri mi, yoksa büyük şirketlerin GDO’lu ürünlerini mi?

Biz, geleceğin köyleri, köy olma hakkımızı anayasal düzeyde savunmak için bir araya geldik. Daha da önemlisi, yasaların hiç düşünmediği bir görevi sürdürmek, geçmişle gelecek arasında köprü olmak için bir araya geldik.”