Dünya Barış Konseyi Genel Sekreteri Iraklis Tsavdaridis: Emperyalizm değil halklar güçlüdür

İzmir’de düzenlenecek olan 5. Üçlü Barış Zirvesi’ni Dünya Barış Konseyi adına izleyecek Genel Sekreter Iraklis Tsavdaridis sorularımızı yanıtladı.

(Alihan Dalmış - soL)

Yarın İzmir’de düzenlenecek olan Türk, Yunan ve Kıbrıs örgütlerinin katılımıyla gerçekleşecek 5. Üçlü Barış Zirvesi’ni Dünya Barış Konseyi (WPC) adına izleyecek Genel Sekreter Iraklis Tsavdaridis sorularımıza cevap verdi. Iraklis Tsavdiridis ile Kobanê ve IŞİD’i, Filistin ve Suriye’yi, Ortadoğu’yu, koalisyon güçlerinin bölgedeki rolünü ve daha birçok başlığı mercek altına aldık.

Bu yıl beşincisi düzenlenecek olan barış zirvesinin düzenleyici kurumlar açısından önemi nedir?

Türk, Yunan ve Kıbrıs barış örgütlerinin beraber mücadelesinin önemi, sadece üç komşu ülke barış örgütleri olmalarından kaynaklanmıyor, ortak unsurları olan bir kültüre ve tarihe sahip olmaları, ayrıca dostluğa ve barışa olan ortak özlemlerinden geliyor. Bu üç organizasyon aralarında İstanbul, Hanya, Midilli gibi şehirlerin de bulunduğu birçok yerde ortak konferanslar düzenledi, şimdi de İzmir’de düzenliyor. Bütün toplantılar, bu üç örgütün de aktif bir parçası olduğu Dünya Barış Konseyi’nin çatısı altındadır. İzmir’de gerçekleştirilecek olan beşinci toplantı son dört yılın en zor koşulları altında gerçekleştiriliyor. Emperyalizmin bölgedeki saldırganlığını arttırması, geçtiğimiz aylarda Filistin’de yaşanan İsrail saldırıları ve son olarak da Ortadoğu’da özellikle Suriye’nin kuzeyinde yaşanan IŞİD saldırıları… Irak’ta, Suriye’de IŞİD’in insan hayatını tehdit eden saldırıları, emperyalistlerin bölgeye dair planlarını hızlandırmalarına bir bahane oldu. Arap baharı, demokrasi ve insan hakları adı altında Suriye’de Mısır’da ve Ortadoğu’daki diğer bölgelerdeki radikal İslamcı gruplar emperyalist planlar doğrultusunda, rejim değişiklikleri yapmak için silahlandırıldı, eğitildi ve finanse edildi. Ortadoğu’daki halkların bu gruplara sahip çıkmaması ve desteklememesi nedeniyle bu planlar başarısız oldu. Bu sebeplerle emperyalistler bölgedeki savaşı kızıştırma, gerilimi arttırma ve diğer hedeflerini de gerçekleştirmek için harekete geçtiler. Rusya ve Çin gibi ülkelerle mücadelede avantaj kazanmak için planlarını tek tek işlettiler. Bütün bu emperyalist planlar dahilinde bölge hakları her zaman kaybeden oldu. Radikal İslamcı gruplar Ortadoğu’da hiçbir zaman barışın ve aydınlanmanın tarafında olmadılar. Afganistan’daki halkçı rejimin ve Sovyetler Birliğinin bölgedeki etkisine karşı kurulan Taliban’dan beri bu durum böyleydi. Maalesef bu bölgede sadece küresel emperyalist ülkelerin planları yok, Türkiye gibi bölgesel aktörlerin bu planlar içerisinde ön cephede yer alma planları var.

Yunan, Türk, Kıbrıs barış örgütlerinin birer kardeş örgüt olup ortak siyasi pozisyonlar alması niçin önemlidir?

Bu çok önemli. Çünkü bir yandan üç halkın ortak çıkar ve arzularını yansıtması, diğer yandan da üç ülkenin hükümetlerinin kendi halklarının zararına olan benzer siyasi pozisyonlar içerisine girmesi örgütleri ortak mücadeleye zorluyor. Örneğin Türk, Yunan ve Kıbrıs hükümetlerinin Gazze’ye olan saldırıda aldıkları pasif siyasi tutum gibi. Bu üç ülke hükümetlerinin hiçbiri İsrail’e ve onun kendi ülkelerinde bulunan elçilerine yönelik hiçbir diplomatik protesto ve nota verme çabasında bulunmadı. Üç ülkenin de İsrail’le olan ekonomik, siyasi ve askeri işbirlikleri hiçbir şey olmamış gibi devam etti.

Üç ülkenin hükümetlerinin de Ortadoğu konusunda benzer siyasi tavır takındıklarından bahsettiniz. Fakat sanırım özellikle Filistin konusunda Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin daha ileri bir rol oynama çabasını görmezden gelemeyiz. Bu konu hakkında görüşleriniz nelerdir?

Öncelikle belirtmek isterim ki bu ikiyüzlü bir ahlaki ve siyasi bir oyundan başka bir şey değildir. Erdoğan uzun süredir Araplarla “dostluğunu” geliştirmek ve bölgede daha çok söz sahibi bir pozisyon almak için İslami unsurları çok iyi kullanıyor. Suriye meselesinde bu konuda çok başarılı oldu. Suriyelilerle dost olduktan sonra onları arkasından bıçakladı. Türkiye sermayesinin ve işadamlarının Suriye ile geliştirdiği ekonomik ilişkilerden sonra Suriye’deki silahlı terörist grupları finanse ederek halka ihanet ettiler. Erdoğan hükümetinin Suriye’deki mültecilere bu kadar çok para harcamasının nedeni kesinlikle insani sebeplerden değil, politik ve ekonomik sebeplerdendir. Erdoğan Suriye’de ki radikal İslamcı grupları finanse ederek Türkiye’ye doğru muazzam bir göç dalgası yaratmayı ve böylece Suriye’yi siyasi olarak istikrarsız hale getirmeyi hedefledi.

Suriye'deki iç savaşın Türkiye artık daha da içinde, hatta sokaklarında hissediyor. Kobanê'ye IŞİD saldırısı sonrası dünyanın birçok yerinde Kürtler sokaklara indi, parlamento binaları önünde eylem yaptı. Kürtler uluslararası kamuoyundan, koalisyon güçlerinden müdahale bekliyor. Kobanê ve Suriye'yi radikal islamcı gruplardan kurtaracak olan koalisyon devletleri midir?

Öncelikle Suriye’de olan bana göre bir iç savaş değildir. Bölgede savaşan Suriyeli unsurlar da vardır elbet fakat şu anda Suriye halkı ikiye bölünmüş ve cepheleşmiş değildir. Şu anda Suriye’de savaşan insanların çoğu diğer bölge ülkelerinden cihat savaşı için Suriye’ye gelmiş insanlardan oluşmaktadır. Türkiye hükümeti bu konuda akıllı hareket ediyor ve birçok planını bir arada nihayete erdirmeye çalışıyor. Ve yine Türkiye hükümeti Suriye’nin kuzeyine olan saldırıyı sadece izlemekle yetinerek, aynı zamanda kendi iç sorunu da olan Kürt sorununda elini güçlendirmeye çalışıyor. Amerika ve çeperinde oluşan koalisyona gelirsek, kim bu ülkeler? Suudi Arabistan mı kendi ülkesinde ürettiği demokrasiyi Ortadoğu’ya ihraç edecek? Suriye halkına demokrasiyi kim öğretecek? Monarşik rejimlere sahip Arap ülkeleri mi yoksa Yugoslavya’dan Afganistan’a ve Irak’a birçok ülkede bölge halklarına karşı saldırgan bir rol üstlenen Amerika’mı? Yoksa Mali ve Orta Afrika’da katliam üstüne katliam yapan Fransa’mı? Burada söz konusu olan sadece ve sadece politik, ekonomik ve coğrafi amaçlardır. Şu anda Suriye’nin kuzeyindeki Kürt halkı çok ağır bedeller ödüyor. Eğer Kobanê düşerse bu bedellerin daha da ağırlaşacağı konusunda hiç şüphem yok. Erdoğan’ın ve emperyalist ülkelerin Kobanê’deki katliamı izlemesinin nedeni Suriye’deki Kürt güçlerini kendi yararlarına olan bir siyasi pozisyona itmektir. Kürtler seçilmiş ve hatta tekrar seçilmiş Suriye’nin resmi hükümetine karşı bir pozisyon almaya zorlanmaktadır. Suriye’yi kurtaracak olan koalisyon güçleri değil, Suriye halkının vereceği karardır. Bu bağlamda WPC ve tüm dünyadaki barışseverler nasıl olur da Amerika ve onun müttefiklerinden, Erdoğan hükümetinden Suriye’ye müdahale etmelerini ve Suriye’yi kurtarmalarını bekleyebilir. Elbette ki Türkiye’deki Kürtlerin duygularını ve hislerini anlıyoruz. Gün be gün sınırın karşı tarafında kendi kardeşlerinin katledilmesini izliyorlar. Ama aynı zamanda Türkiye’deki Kürtler anlamalı ki Erdoğan Kürtleri, Suriye’lileri ve Türkleri kurtarabilecek kişi değildir, olmayacaktır da. Çünkü Erdoğan bölge halklarının iyiliği için değil, emperyalist planlar doğrultusunda geliştirdiği kendi programını uygulamak için çalışıyor.

Ortadoğu’da laik rejimlerin giderek güçsüzleştiği ve dolayısı ile radikal grupların kendine taraftar bulduğu çok açık. Nasıl bir Ortadoğu'da sekülerizm yeşerir?

Suriye tarihsel ve kültürel olarak laik ve seküler bir ülkedir. Suriye devleti ve halkı bölgede her zaman sekülerizmin bir örneği olmuştur. Keza Filistin’de öyle. Tabi ki radikal İslamcı grupların yarattığı krizden önce. Adım adım toplumdaki gerilim ve radikal İslam taraftarlığı birden çok yöntemle arttırıldı. Ama bunun arkasında olanı görmek yani büyük fotoğrafa bakmak gerekir. Örneğin Filistin’de 10 yıllardır devam eden bir Filistin devletinin varlığı sorununun yarattığı hayal kırıklığı vardır. 20 yıldır sürekli İsrail ve Filistin arasında görüşmeler devam etmektedir ama en nihayetinde Filistin Devleti’nin fiili varlığı konusunda bir uzlaşıya varılamamıştır. Bu durumun kendisinin insanlar üzerinde yarattığı hayal kırıklığı az önce bahsettiğimiz radikal İslamcı grupların taraftar bulmasının nedenleri arasındadır.

Şimdi sorunuzun kendisine gelelim. Ortadoğuda sekülerizm nasıl yeşerir? Bu sorunun cevabı çok zor. Konu ile ilintili birçok girdi ve çıktı var. Eğitim koşullarının yetersizliği, insani yaşam koşullarından uzak bir toplum yapısı ve benzeri sebeplerle sekülerizmin yeşermesi zor, İslami radikalizmin yükselmesi ise kolaydır. Çünkü İslami gruplar insanların eğitim yetersizliklerini de kullanarak insanlara kendilerini desteklemeleri halinde tanrının onlara öteki dünyada mutluluklar vereceğini vaat ediyor. Sekülerizmin ise sosyal adalet ve barış olmadan tekrar yükselişe geçmesi mümkün değildir. Yani sosyal adalet, sürekli barış ve sekülerizm iç içe geçmiş bir mücadelenin araçlarıdır. Sekülerizmin yükselmesi, insanların kendi refahları için kendi ürettikleri zenginliklere sahip oldukları bir rejim kurma mücadelesinden geçer.

Gerçekleştirelecek olan Üçlü Barış Zirvesi'ni WPC adına takip edeceksiniz. Bütün dünyada barışın sesinin yükselmesi, saldırganlığın artık nihayete ermesi için vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

WPC’nin bu yıl 65. faaliyet yılı. Organizasyonumuz kurulduğu günden beri ezilmişlerin, yoksulların, ilericilik ve aydınlanma mücadelesi verenlerin yanında oldu. İkinci Dünya Savaşı yıllarından beri “Savaşa ve faşizme hayır” sloganı ile bu mücadeleyi yürüttü ve yükseltti. Bugün de aynı mücadeleyi ve konsepti sürdürüyoruz. Üstelik 1991’de SSCB’nin ve Avrupa’da ki sosyalist bloğun yıkılmasından sonra eşitsizliklerin ve savaşın arttığı bir dünyada. WPC bugün bünyesinde 100’den fazla kuruluşu ve organizasyonu barındırıyor. Üstelik hiçbir hükümetin desteği olmadan, sadece kendi üyelerinin çabası ile bu mücadeleyi devam ettiriyor. Mesajımız şudur ki Emperyalizm güçlü ve muktedir görünebilir, ama öyle değildir. Asıl güç halkların gücüdür. Tarih bize göstermiştir ki haksızlık ve adaletsizlik eninde sonunda kaybedecektir. Filistin, Suriye ve tüm dünya halkları bağımsızlıklarına ve özgürlüklerine elbet kavuşacaktır. Tüm insanlığı barışın, eşitliğin ve aydınlanmanın mücadelesine destek vermeye davet ediyoruz. İşçiler, gençler, kadınlar ve toplumun tüm diğer unsurları ile birlikte bu mücadeleyi yükseltme ve savaşsız bir dünya yaratma şansımız vardır.