Enflasyon tartışmaları sürerken: Ücretler ne kadar artmalı?

Yıl sonunda tüketici fiyatlarının artışı yüzde 30’u, üretici fiyatlarının da yüzde 50’yi aşması bekleniyor. Ücretler başta olmak üzere emekçi gelirleri en az yüzde 30 civarında erirken bazı sermaye grupları erken zam şovları yapmaya başladı. Ücretlere Eylül’de, Ekim’de yapılan yüzde 10’luk zamların yıl sonundaki artışları baskılamaya yönelik ‘ince’ düşünülmüş erken hamleler olması güçlü bir…

Zafer Anayurt

Sermaye düzeninde, emekçi ücretlerinin görüşülmesinde enflasyon hesaplamaları anahtar rol oynar. İşlerin yolunda gittiği genişleme dönemlerinde enflasyonun üstüne bir de “refah payı” eklenmesi söyleme egemendir.  Öyle zamanlarda sermaye düzeni, sözde herkesin durumunu geliştiren, ideal ekonomik düzendir. Kriz dönemlerinde ise “halkı enflasyona ezdirmemek” temel motif haline gelir.  Enflasyon, trafik canavarı kadar dışsal bir tehdit haline getirilmiştir. Fedakarca ve elbirliği ile mücadele etmek gerekir. Bu söylemde, gerçekdışılık dışında hiçbir sorun yok.

Enflasyon ve reel ücretler söz konusu olduğunda emekçi gözünden iki temel tartışma alanı var.

1. İçeriğinde “kaş aldırma” ve “soba borusu” fiyatlarının da olduğu enflasyon sepeti emekçinin  geçim durumundaki değişiklikleri ne kadar temsil ediyor?

2. Krizlere rağmen ve hatta krizlerle çarpıcı şekilde genişleyen sermaye düzeninde, reel ücretlerin düşmeden yerinde sayması emekçiler açısından düzenin bir erdemi olarak sunulabilir mi?

İlk tartışma konusunda fazla bir şey söylemeye gerek yok. Enflasyon hesaplamalarında son yıllarda meydana gelen sayısız değişiklik ve TÜİK dışında alternatif hesaplamalar yapan kuruluşların birer birer çalışmalarına son vermeleri, yayınlanan rakamlarda karşılaştırma yapma olanağını elimizden aldı. Oysa bugün, hangi ürünün ne kadar ağırlıklı bir geçim kalemi olduğunu hesaba katmak için gereken veriler ve yöntem geçmiş yıllara göre fazlasıyla erişilebilir durumda. İhtiyaç duyulan bilgi, yaygın giyim, market, yapı perakende zincirlerinin bilgi sistemlerinde fazlasıyla mevcut. Yeter ki niyet olsun.

Enflasyon kavramının tanımı tüm dünyada tartışmalı. Örneğin, ABD’de müşteri fiyat endeksinin en az üç farklı yöntemle ve farklı sonuçlarla hesaplandığını bilmekte fayda var. Sayılarla ifade edilebilen her sonuç, sorgusuz sualsiz bir geçerlilik ya da saygınlık kazanmıyor. Ne demişler: Rakamlar yalan söylemez, ancak yalancılar rakamlara başvurabilir.

REEL ÜCRETİN KORUNMASI TAM OLARAK NE DEMEK?

Reel ücretin uzun tarihsel dönemler boyunca aynı kalması, emekçinin artan üretkenlik nedeniyle artan kişi başı üründen gittikçe daha az pay alması demektir. Sistemin tasdikli ekonomistleri buna “artan üretkenlik nedeniyle rekabet gücünün korunması” derler. Bir de reel ücretler düşüyorsa rekabetçilik rakip tanımaz. Örnek olsun birini aktaralım:

“Sanayi sektöründe verimlilik son iki yıldır çok hızlı bir artış eğilimine girmiş durumda. Ücretler ise, 2016 yılındaki asgari ücret kaynaklı artıştan sonra yatay seyretmiş ve dolayısıyla reel birim ücretler azalmış. Bu durum sanayi sektörünün rekabet gücünü koruduğuna işaret ediyor.” [1]

Emekçinin diline çevirdiğimizde kârlılık yarışında küresel düzeyde at koşturan patronların binici olarak bizzat zayıflamayı aklına getirmemesi demek oluyor. Attan beklenen ise, her hal ve şart halinde binicisine kazandırması.

Reel ücretin yükselmemesinin gerçek anlamı emekçinin toplumsal servetteki payının gittikçe azalarak fakirleşmesidir. Emekçinin gücü, bu şekilde sistemin devasa ölçeğine yetmez hale gelir.

Dedesi yirmi dönüm toprak sahibi olduğunda küçük köylü sayılırken, kendisinin çok daha küçük bir toprak parçasına ya da kendi devrinin ortalama bir konutuna (büyük borçlar altına girmeden) ömrü boyunca sahip olamaması demektir. Kredi sistemi, bugünün sıkıntısını hafifletirken emekçinin gelecekteki emeği üzerinde bir ipotek oluşturarak özgürlük alanını iyice kısıtlar. Bugünün emekçisi, mevcut düzende durumunu geliştirmek ya da sömürüye “üretimden gelen gücünü kullanarak” karşılık vermek konusunda geçmiş nesillerden çok daha kısıtlı bir konumdadır.

NE DURUMDAYIZ?

AKP 2002 yılında iktidara geçtiğinde 200 milyar dolar olan brüt yurtiçi hasıla 2013’te tepe yaptıktan sonra son üç yıldır 850 milyar dolar civarında seyrediyor. O tarihte 65 milyon kişi civarında olan nüfus 80 milyon kişi civarına çıktı. Patronlar, dört işçinin yanına neredeyse beşincisini bile eklemeden üretimi dörde katlamayı başardılar. Yine de emekçinin on ekmeğinin yanına bir ekmek daha eklenmedi.

Emekçi, işe kabul edilmek için eskisinden daha nitelikli olmak ve çalışırken de misliyle fazla üretmek durumunda. Öte yandan, sattığı üründeki en küçük kalite farkını fiyatına kat kat yansıtan sermaye için nitelik ölçütüne kulak asmadığı tek meta satın aldığı emektir. Nitekim Merkez Bankası ekonomistlerinin geçen sene hazırladığı çalışmada, kompozisyonundaki nitelik artışı (eğitim düzeyi, iş deneyimi, teknik beceri vb) etkisi arındırılmış emeğin ücretinin artmadığı, aksine düştüğü açıkça belirtilmiş.

Kısaca, devlet kurumları eliyle sunulan veriler artan sömürüyü yansıtmaya yeterli. Bunların çıplak gözle görülür olmasını engelleyen tek şey tam olarak işlenmemiş ve yorumlanmamış olarak ortalığa konulması ve medyanın popüler ekonomistlerinin de üstünde durdukları zeminin icaplarına göre yazmalarıdır. 

Ekonomist Angus Maddison daha 1982 yılında, 1820 yılından (kendi yorumuna göre kapitalizmin başlangıcı)  bu yana bazı ülkelerin toplam üretiminin yetmiş kat artarken nüfusun ancak beş kat arttığını, çalışma saatleri yarıya iner ve yaşam süresi iki katına çıkarken, kişi başına üretimin 14’e katlandığını yazıyordu. Bu belirleme sömürünün daha ileri bir boyuta taşındığı neoliberal dönemi neredeyse kapsamıyor bile. Böyle bir dünya ekonomisinde emekçinin sepetine fazladan birkaç ürün koyabilmesini “reel ücretlerde artış” olarak bir başarı ve erdem gibi gösteren düzen, bunalım zamanlarında ise sepetin olduğu gibi korunmasını başarı saymaya başlıyor. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmektir. Sermayenin kendine dair beklentisi ise yerinde saymak değil, küresel kar oranlarını yakalayarak düzenli olarak büyümek. Reel ücretler artarken bile sömürünün artması mümkün hatta olağandır. Bugün ise krizde bunun çok gerisindeyiz.

Türkiye’ye döndüğümüzde eski Kalkınma Bakanlığının TÜİK verilerini baz alarak yaptığı sanayi sektöründe reel ücret serisi çalışması reel ücretlerin endeksinin 2010 yılında TL cinsinden 100 iken 2017’de yüzde 7 artışla 107 olduğunu söylüyor. Aynı çalışmada dolar cinsinden birim ücret endeksinin 100’den 77’ye, euro cinsinden ise 91’e düştüğünü görüyoruz. [2]

Bu noktada sorular ve olası cevapları belirmeye başlıyor:

1- Kuşkulu yüzde 7 reel ücret farkının doğru olduğunu varsayalım. Sanayi sektörü emekçileri 2016 verilerine göre tüm işgücünün yüzde 32’sini oluşturuyor. [3]  İşgücü maliyeti açısından ortalamada yer alan sanayi sektörünün altında ortalama ücret alan beş sektör daha var. Bu sektörler düşükten yükseğe konaklama ve yiyecek, inşaat, ulaştırma, ticaret ve “diğer” olmak üzere toplam yüzde 39’luk hacme sahip. Ülkenin önlenemez yükselişi üzerine sürekli nutuk çekilen yedi yıllık bir dönemin sonrasında hesaplanan kuşkulu yüzde 7’lik reel farkın bile emekçi kesimi geneline ne kadar yansıdığı soru işaretidir.

Söz konusu dönem boyunca  düzenli bir artıştan değil, siyasetteki dönüm noktalarında paralel bir hareketten bahsetmek daha uygun gözüküyor.  Seçim varsa reel ücretler yükseliyor. Sonra geri alma fazı başlıyor.

2- Mevcut çalışma ancak resmi olarak kayıtlı emekçileri yansıttığı ölçüde gerçek manzaranın istatistiklerde yansıtılandan daha olumsuz olduğu su götürmez. İstatistiklerde görünmeyen göçmen emeği ve kayıt dışı yerel emek, reel ücretlerin hesaplanabilmesi açısından  tamamıyla izlenemez bir bölge oluşturuyor.  Ücretin düşüklüğü ve diğer yükümlülüklerden (sigorta, vergi vd.) kaçınma olanağı kayıtsız işgücü maliyetini yarı yarıya azaltabiliyor.

3- Mevcut çalışma, krizin etkilerinin iyiden iyiye görülmeye başladığı içinde bulunduğumuz dönemin verilerini içermiyor. Enflasyon verileri geçmiş yıllardaki yöntemlerle üretildiği durumda endeksin önümüzdeki yıl reel ücret aşınmasını göstermesi kuvvetle muhtemel.

4- Enerji ve teknoloji kalemleri başta olmak üzere 2017’de 233 milyar dolarlık ithalata dayalı bir ekonomide, yurtiçi kaynaklarla emek-yoğun çalışan sektörler ne kadar ağırlıklı olursa olsun  TL ve USD/EURO endekslerin bu denli farklı olması kuşkuludur. Dolar cinsinden reel ücretin neredeyse dörtte bir oranında eridiği ve fiyatlar açısından dünya pazarına entegre bir ülkede sanayi sektörü emekçisinin alım gücünün yine de yüzde 7 artması teorik olarak mümkün olmakla birlikte bunun Türkiye özelinde nasıl mümkün olduğunun gösterilmesi görevli ekonomistlerin işidir. İhraç edilebilir yaşamsal ürünler, küresel fiyatlamaya ve döviz kurlarına büyük ölçüde uyumlu olmak zorundadır.

5- İşsizlik ve göçmen emeği sonucu artan rekabet, yerleşik emekçileri daha üst düzeyde eğitim gerektiren, kabul edilir düzeydeki işlere talip olmaya zorluyor. Neoliberal şekilde örgütlenen yeni özel eğitim sistemi hem sermaye için gelecekteki emekçi üzerinden yeni bir kazanç kapısıdır, hem de emekçinin işgücüne katılımını erteleyerek efektif çalışma süresini düşüren yeni bir olumsuzluktur. Sonuçta, emekçi sınıf için daha büyük maliyetlerle işgücü piyasasına uygun hale getirilen daha nitelikli emek söz konusudur. Daha geç başlayan ve işsizlik dönemleri ile kesintiye uğrayan bir çalışma hayatı göz önüne alındığında birim emeğe karşılık reel ücretin düşmekte olduğu söylenebilir.    

MERKEZ BANKASI BAŞKANI: ENFLASYONU, ÜCRETLERİ BASKILAYARAK KONTROL EDECEĞİZ

Merkez Bankası başkanı son konuşmalarından birinde “kamu kontrolündeki fiyat ve ücretlerin geçmişe endekslemeyi azaltacak şekilde büyük ölçüde enflasyon hedefleri ile uyumlu olarak belirleneceğini varsaydık” derken birçok şeyi birlikte söylemiş oluyor. Türkçesi, enflasyonu ücretleri baskılayarak kontrol altına alacağız demektir. Seçimlerden önce AKP tarafından verilenin geri alınması anlamına gelir. Kamu kontrolündeki ücretler, kamu emekçileri ile sınırlı olmayıp asgari ücret endeksli belirlenen işgücü piyasasıdır. Kamu kontrolünde olmayan ücretler ise zaten baskılanmasına gerek olmayan göçmen emeği ve kayıt dışı işgücüyle ilgilidir. Kamu kontrolündeki fiyatların ne anlama geldiği ise en azından açıklamaya muhtaç görünüyor.   

Kriz dönemlerinde enflasyonun bir işlevi de rakamsal olarak geriye düşürülemeyecek emekçi ücretlerinin reel olarak aşındırılmasıdır. Emekçinin satın alım gücü düşmesi, kârlılığın devam etmesini güvence altına alır. Sermayenin bu planının ne denli tutacağını siyaset alanına inmesi gereken emekçi belirleyecek.

“Büyüyen Türkiye” söylemini kullanmaya devam edenler bilmeli: Emekçiler, filelerinin büyümediğinin gittikçe daha farkında. Önümüzdeki dönem geçim kaygılarının arttığı bir dönem olacak. Doğru soruların kitlelerce sorulması yakın. 


[1]     http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/blog/tr/main+menu/analizler/ucret...

[2]     http://www.sbb.gov.tr/Pages/TemelEkonomikGostergeler.aspx

[3]     http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=24859