“LIBOR Skandalı” tek değil, sorun serbest piyasa ekonomisinde

<strong>Mali tekellerin LIBOR'a hile karıştırdıklarının gündeme gelmesinden bu yana, devlet denetiminin sorunu çözeceği vurgulanıyor. Global Research’ten Ellen Brown ise, regülasyonların yeni vakaları engellemeyeceğini, sorunun özel bankaların devleti belirlediği sistemin kendisinde olduğunu söylüyor. </strong>

Geçtiğimiz haftalarda, Barclays başta olmak üzere bazı dev bankaların beş yıldır bir danışıklı dövüş halinde uluslararası piyasalarda borçlanma maliyetlerini belirleyen Londra Bankalar Arası Faiz Haddi’ni (LIBOR) manipüle ettikleri “LIBOR Skandalı” olarak gündeme yansımıştı. Barclays’deki üst düzey yöneticilerin istifalarını vermelerinin ardından İngiltere Merkez Bankası (Bank of England) ve ABD Merkez Bankası’nın(Federal Reserve System) isimlerini de olaya karıştırmalarıyla, skandala adı karışan bankaların LIBOR’u kendi çıkarlarına göre belirlediklerinin kanıtlanmasının ardından bankaların zararı karşılamak üzere milyonlarca dolar ödemesiyle ve regülasyona tabi kılınmalarıyla sorunun çözüme kavuşacağı iddia edilmekteydi.

Ancak Kamu Bankacılık Kurumu Başkanı Ellen Brown Global Research’te konuyu ele aldığı bir makalesinde, LIBOR Skandalı gibi dolandırıcılık faaliyetlerinin serbest piyasa ideolojisi gereği özel bankalarla yönetilen bir sisteme özgü olduğunu, özel bankalara uygulanacak regülâsyonun ise kamu yararının sağlanması için bir çözüm olmadığını savunuyor.

Makalesine The Guardian’dan Seumas Milne’nin, organize bir biçimde faiz oranlarına hile karıştırılması olayının Barclays’ten, hatta Londra’dan öteye giderek, kartellerin piyasa ekonomisinin temel fiyat değerini manipüle etmeleri için sisteme içkin özendiricilere tabi tutulduğu, devlet denetiminin fena halde azaltıldığı bir sisteme özgü bir durum olduğu tespitiyle başlayan Brown’a göre, LIBOR’un manipülasyonu özgün bir dolandırıcılık örneği değil.

ABD’deki bankalar da organize dolandırıcılığa karıştı
Brown, Mayıs ayında ABD’li General Electric’in (GE) mali kolu olan GE Capital'in üç personelinden oluşan “United States of America v. Carollo, Goldberg, and Grimm” adlı bir örgütün ABD Adalet Bakanlığı tarafından organize dolandırıcılıktan hüküm giydiğini söylüyor. Buna göre, on yıllık bir ekip olan Dominick Carollo, Steven Goldberg ve Peter Grimm adlı GE Capital çalışanları, uzun vadeli borçlanma araçlarından olan eyalet bonoları üzerindeki kamu ihalelerine fesat karıştırmak suretiyle tezgâh kurarak ABD’deki birçok kentte 3,7 milyon dolar değerinde para dolandırdılar. Bank of America, JPMorgan Chase, Wells Fargo ve UBS gibi ABD menşeli dev bankalar da ihalede teklif vererek bu tezgâha dâhil olurken, kamu davası sonucu ceza olarak devlete 673 milyon dolar ödediler.

LIBOR Skandalı’nın ABD’deki dolandırıcılık örneğinin hemen ardından geldiğini belirten Brown, bu örnekte de bankalar arası faiz haddi üzerinde, sözleşmelerden mali araçlara, mortgage kredilerinden borçlanma kredilerine 500 trilyon dolarlık değeri etkileyen bir tezgâh kurulduğunu ifade ediyor.

Bankalar aslında suçlu bulunmuyor
ABD Mal, Vadeli İşlem ve Ticaret Komisyonu’nun (The U. S. Commodities Futures Trading Commission) (CFTC) değerlendirmesinde Barclays’in, “bankanın türev araçlarından yararlanmak” ve “Barclays’ın mali durumunu gözeterek, bankanın şanını pazardaki ve medyadaki olumsuz algılardan korumak için” diğer bankalarla işbirliği yaparak yaygın biçimde gerçek oranlar yerine hayali oranlar bildirdiği öne sürülüyor.
Ancak CFTC’nin Barclays’e “kurbanların hasarını karşılamak üzere” herhangi bir ceza vermediğini vurgulayan Brown, Barclays’in diğer dev bankalarla organize etkinliklerinin, Federal Vurguncu ve Rüşvetçi Örgütler Kanunu (U.S. Racketeer Influenced and Corrupt Organizations Act) (RICO) uyarınca suç sayıldığını ve RICO’nun kurbanları zararlarının üç mislini dolandırıcı taraflardan tahsil etmekle yetkilendirebildiğini bildiriyor. Ancak Brown’a göre, RICO’nun ceza yaptırımları da sorunu çözmekte yeterli değil.

LIBOR bankaları değil, kamu kurumlarını vurdu
Brown, banka taraftarlarının, bankaların borç faizleri üzerinden para kazandığı, faiz oranının gerçek oranlardan geriye çekilmesiyle bankaların aslında kârının azaldığı ve bu şekilde kimsenin zarar görmediği iddialarının tutarsızlığını da ortaya koyuyor. Bu durumun ancak bölgesel kredi veren küçük bankalar için geçerli olabileceğini savunan Brown, kârı azalan küçük bankaların zaten LIBOR Skandalı’na adı karışan 16 dev banka arasında olmadığını söylüyor. Dahası, JPMorgan, Citibank and Bank of America gibi ücret hadlerini tespit eden büyük ABD bankalarının 2008 ekonomik krizinden sonra bölgesel kredi vermeyi kestiklerini, ABD’nin en büyük bankalarından olan BOA, Citi, JPM and Wells Fargo gibi bankalarınsa bölgesel kredilerinde yüzde 53 oranında kısıntıya gittiklerini ifade ediyor.

Brown, bu gibi büyük bankaların esas olarak büyük oranda vadeli faiz oranı takası gibi türev araçları sayesinde kâr ettiklerini, LIBOR dolandırıcılığının aslında türev araçları üzerinden bu şirketlerin kârını artırdığını ortaya koyuyor. LIBOR Skandalı’nda esas kaybedenlerin, bankalar tarafından senelerdir yol, köprü ve okul gibi kamu yatırımları için satılan bonolar üzerindeki sabit faiz oranının vadeli faiz oranı takasıyla düşeceğine ikna edilen bölgesel yönetimler, hastaneler ve üniversiteler gibi kâr amacı gütmeyen kurumlar olduğunu söylüyor. Takas genellikle bir tarafın (bu örnekte kamu kurumları olmak üzere) sabit faiz oranı üzerinden bankaya ödeme yapmasına karşılık, LIBOR’a endeksli dalgalı kura maruz kalması biçiminde gerçekleşiyor.

LIBOR üzerinden şikeye karışmasa da, diğer büyük bankalar da tazminat ödemeli
Kamu kurumlarının LIBOR dolandırıcılığı sebebiyle vadeli faiz oranı takası üzerinden yaşadığı zarar, Massachusetts Başsavcısı Martha Coakley, New York Başsavcısı Eric Schneiderman, Kaliforniya Kamu Emeklilik Fonu (CalPERS) ve hastaneler tarafından araştırılmakta ancak Kaliforniya Eyaleti’ne bağlı Oakland Kent Konseyi, dava sonuçlarını beklemeden bedel ve ceza ödemeksizin Goldman Sachs Bankası ile anlaşmasını iptal etmeye yönelik 3 Temmuz’da bir teklifte bulundu. Goldman Sachs bu anlaşmayı reddettiği takdirde Oakland’ın banka ile gelecekte iş yapmayı boykot edeceğini bildiren Brown, binlerce kentin ve kamu kuruluşunun vadeli faiz oranı takasından zarar gördüğünü, eğer Oakland’ın izinden gidip bankalarla anlaşmalarını iptal ederlerse vergi mükelleflerinin milyonlarca dolarının kurtarılacağını ileri sürüyor.

Brown, Goldman Sachs’ın LIBOR Skandalı’na adı karışan 16 bankadan biri olmamasına karşın, Goldman’ın da LIBOR Skandalı’nda hile yapan diğer bankaların eylemi sebebiyle sebepsiz zenginleştiğini, başkası zararına sebepsiz zenginleşen bir tarafın da karşı tarafın zararını karşılamakla yükümlü olduğunu vurguluyor.

ABD’li bankalar mortgage üzerinden dolandırıyor
Brown, Louisiana Eyaleti’nde 17 dolandırıcı bankanın Mortgage Elektronik Kayıt Sistemi’ni (MERS) devleti transfer bedelleri üzerinden dolandırmak üzere bir plan kurduğuna dikkat çekerken, MERS aracılığıyla transfer edilen mortgage bedellerinin de yasa dışı olduğunu söyledi. MERS aracılığıyla ipoteklerden emre muharrer senetlerin ayrılmasının, temlik işlemleri silsilesinde boşluklar yaratarak transferi geçersiz kıldığını bazı mahkemeler karara bağladı.

MERS’in müşterek bankalarla beraber ödenmemiş bedel üzerinden verdiği milyonlarca dolar zararın başka eyaletlerde de kabul edildiğini ifade eden Brown, MERS’in ülke ölçeğinde tapu sicil kayıtlarına telafisi mümkün olmayan zararlar verdiğinin ve konut krizinin merkezinde durduğunun artık kanıtlandığını söylüyor. Brown’a göre, RICO denetiminde yürütülen MERS davası, elektronik dolandırıcılıkla yerleşim bölgelerinin kayıt ücretlerini üzerinde hile yapmak üzere bir kurgu olması hasebiyle diğer davalardan ayrılıyor.

Kamu bankacılığı bir çözüm olabilir mi?
RICO yaptırımlarıyla zararın üç misline çıkarılmasının bu dev gemiyi batıracağını savunan Brown, The Guardian yazarı Milne’in, daha sert düzenlemelerin ya da yatırım bankacılığından perakende satışın ilgasının, Barclays ve LIBOR skandalı örneğinde de ortaya konduğu gibi, yolsuzluğu engelleyemeyeceği ve yönetimleri daha verimli yatırımlara evriltemeyeceği savına katılıyor.

Brown’a göre, ancak dev bankaların parçalanması, parça parça kamulaştırılan kısımların gerçek kamu yatırımı bankalarına dönüştürülmesi ve toplumsal olarak yönetilen bölgesel bankalar aracılığıyla mali düzen toplum yararına işler hale getirilebilir. Özel sektör bankacılığının çöktüğünü ve kamu odaklı bir çözümün gerektiğini ifade eden Brown, ABD bankacılık tarihi boyunca özel bankaların üzerlerindeki devlet denetimi azaltıldığında kötü huylu hale gelerek kamudan faydalandığını söylüyor. Ancak bankaların sermaye üzerindeki güçleri dolayısıyla devlet denetimini daima alt edebildiğini ifade eden Brown, regülâsyonun özel bankaların parazitliğini engelleyemeyeceğini dile getiriyor. Brown’a göre çözüm, halkın yararı için merkezi ve yerel bankaların kamu mülkiyetinde olması. Brown, aksi durumda sistemin bugüne dek olduğu gibi özel mülkiyet yararına işletileceğini ve azınlığı zenginleştirmek üzere daima yeni krizlere gebe olacağını söylüyor.

(soL – Ekonomi)