'Bu daha başlangıç'

Elektrik zammının sonuçlarını bir uzmana sorduk.

soL (HABER MERKEZİ)
Özelleştirme süreci ile ilgili çalışma yapan bir uzman, elektrik zammının nedenlerini ve sonuçlarını, bundan sonra yaşanabilecek gelişmeleri, soL'a anlattı.

Elektriğe 2008 başında konutlar için %15, sanayi için %10 zam gelmişti. Son açıklamalara göre Temmuz ayından itibaren konutlar için %22, sanayi için %21 olmak üzere yeniden artış yapıldı. Toplamda yapılan artış %40 seviyelerine ulaştı. Türkiye'de elektrik diğer ülkelerle kıyaslandığında pahalı mı?

Elektriğe 2008 yılında yapılan artış genel enflasyon düzeyi ile karşılaştırdığımızda gerçekten çok yüksek. Üstelik bu artışı bir başlangıç olarak değerlendirmek gerek çünkü Temmuz'dan itibaren her dört ayda bir maliyet değişimlerinin otomatik olarak yansıtıldığı otamatik fiyatlandırma mekanizması geçerli olacak. Diğer taraftan elektrik tarifeleri, artan hammadde maliyetlerine karşın 2003 yılı Kasım ayından 2007 sonuna dek hiç zamlanmamıştı. Bu yılki artışları bir anlamda birikmiş bir etki olarak da görebiliriz.

Uluslararası kıyaslamalara gelecek olursak, Türkiye'de 2004-2007 dönemi öncesinde özellikle sanayide elektrik tarifeleri diğer ülkelere kıyasla yüksekti. Örneğin, 2000 yılında sanayi elektriği ortalama tarifesi AB ülkelerinde KWh başına 6,7 &eurocent düzeyindeyken, Türkiye'de 8,0 &eurocent'ti. Türkiye'de 2004-2007 döneminde sanayide kullanılan elektriğin fiyatı yaklaşık 7,0 &eurocent seviyesinde sabit kalırken, AB ortalaması, %38 oranında artarak 6,0 &eurocent'ten 8,2 &eurocent'e gelmiştir. Aynı dönemde konutlarda Türkiye ortalaması 8,9 &eurocent, AB ortalaması 12,0-13,0 &eurocent civarında seyretmiştir. Bu dönemde AB ülkelerinde artan enerji maliyetlerinin konutlardan ziyade sanayiye yansıtıldığını, konutlar lehine çapraz sübvansiyon yapıldığını görmekteyiz.

Yapılan son zamlarla birlikte Türkiye'de konutlarda elektrik fiyatı 12,1 &eurocent, sanayide 8,7 &eurocent'e ulaşmıştır. Böylece elektrik fiyatları AB ortalamaları ile aynı seviyelere gelmiştir. Öte yandan AB ülkelerinde kişi başı ortalama gelir düzeyi Türkiye'deki ortalama gelir düzeyinin iki katıdır. Yani, karşılaştırmayı satınalma gücü bazında yaptığımızda elektriğin AB'ye kıyasla iki kat daha pahalı olduğunu söyleyebiliriz. Gelir düzeyi Türkiye'den yüksek olan İspanya, İsveç, Avusturya, Yunanistan, Finlandiya, Fransa, Macaristan, Slovenya, Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerde konutlarda elektrik fiyatı Türkiye'dekinden düşüktür. Ayrıca, Türkiye'de gelir dağılımı AB ülkelerine kıyasla daha eşitsiz olduğu için düşük gelir gruplarında elektriğin maliyeti oransal olarak önemli bir paya sahiptir.

Elektriğe önce dört yıl boyunca zam yapılmaması, daha sonra kısa süre içinde yüksek oranlı zamlar yapılması neden kaynaklanıyor? Otomatik fiyatlama mekanizması neden getirildi ve nasıl işleyecek?

Elektriğe dört yıl boyunca zam yapılmaması AKP hükümetinin ilk döneminde hem elektrik fiyatlarını kullanarak enflasyon rakamlarının düşük tutluması, hem de popülist bir yaklaşımla halkın desteğini kazanma çabası olarak yorumlanabilir. Dört yıl boyunca bu döngüyü mümkün kılan başlıca faktörler, başta BOTAŞ olmak üzere tüm enerji KİT'lerinin bütçe açığı vererek sistemi sübvanse etmesi, düşük döviz kuru politikası nedeniyle ithal enerji maliyetlerinin daha az hissedilmesi, özelleştirmeler ve sermaye piyasaları vasıtasıyla ülkeye giren paranın bütçe açıklarını nötralize etmesi, elektrik kayıp-kaçak oranlarında %5 civarında iyileştirme sağlanması olarak sıralanabilir.

Burada bir parantez açarak enerji fiyatlarının veya genel olarak fiyatların işlevinden söz etmek isterim. Kapitalist sistemde fiyatlar arz-talep dengelerine dayalı olarak üretici ve tüketicilere sinyal verme işlevine sahiptir. Yani, fiyatlar yükseldiğinde üreticilerin üretim kapasitelerini artırmaya, tüketicilerin üretimlerini kısmaya çalışmaları beklenir. Bu sinyallerin serbest piyasada kendiliğinden oluşacağı varsayılır, oysa elektrik gibi kamusal yanı ağır basan ürünlerde piyasa tam olarak oluşmadığından sinyaller kamunun fiyatlandırma politikaları aracılığı ile verilmeye çalışılır. Örneğin, bazı gelişmiş ülkelerde elektriğin daha verimli kullanılmasını sağlamak amacıyla fiyatının maliyete kıyasla yüksek tutulması geçerli bir politikadır. Diğer taraftan, Hindistan, Güney Afrika gibi gelişmekte olan ülkelerde kamuya ait şirketler, sosyal amaçları doğrultusunda elektriği 4-5 &eurocent gibi düşük fiyatlardan tüketiciye sunmaktadır. Türkiye'ye dönecek olursak, Türkiye'de 2002-2005 döneminde elektrikte %50'ye varan bir kapasite fazlası vardı ve o dönem için kısa yeni yatırımların teşvik edilmesi öncelikli bir politika olarak değerlendirilmedi.

Elbette, bu kısa vadeli ve dar bir bakış açısıydı. 2006 yılından itibaren takebin beklenenden hızlı artması ve gerekli yatırımların yapılmamış olması nedeniyle elektrikte arz açığı tehlikesi belirdi. Bu dönemde aynı zamanda büyük ölçüde kağıt üzerinde de kalsa elektrik piyasasında bir liberalleşme süreci yaşandı. 2001 yılında yürürlüğe giren Elektrik Piyasası Kanunu bir taraftan kamunun yatırım yapmasını yasaklarken, diğer taraftan özel sektöre uzun vadeli alım garantileri sağlayan yap-işlet ve yap-işlet-devet modellerini de sona erdiriyordu. 2001 sonrasında özel sektör kuruluşları kapasite fazlası olan, tanımsız ve belirsizliklerle dolu bir serbest piyasada yatırım yapmaktan çekinmiş, kapasite fazlasının arz açığına dönüştüğü belirgin hale gelen son iki yılda da yüksek getiri olasılığına rağmen alım garantilerinin olmadığı bir ortamda finansörleri ikna etmekte zorlanmıştı. Bu nedenle 2003-2007 döneminde yeni yatırımlar yavaşlamış, kurulu güç ancak %15 oranında artmıştır.

Böylece, 2008 başına gelindiğinde yeni yatırımların teşvik edilmesi için fiyatların yeterince yüksek tutulması ve girdi maliyetlerindeki artışların yansıtılmasıyla birlikte bu doğrultuda bir güvence mekanizması oluşturulması gerekti. Diğer yandan, küresel piyasalardaki likidite bolluğunun sona ermesi ile birlikte cari açık ve bütçe açığı finansmanı için bir süredir ertelenmekte olan elektrik dağıtım ve üretim özelleştirmeleri yeniden gündeme geldi. Bu özelleştirmelerin yapılabilmesi için de yüksek ve öngörülebilir bir gelir akışı gerekliydi ve otomatik fiyatlandırma mekanizması hazinenin doğrudan alım garantisi vermesine gerek kalmaksızın bunu gerçekleştirebilirdi.

Otomatik fiyatlandırma mekanizmasının ana mantığı girdi maliyetlerindeki artışların bu maliyetlerin toplam üretim maliyetleri içindeki ağırlığı oranında satış fiyatına yansıtılmasından ibarettir. Örneğin, Türkiye'de elektriğin yaklaşık %48'i doğal gazdan üretilmektedir, diğer tüm maliyetler sabit kaldığı takdirde, doğal gaz fiyatındaki bir birim artış, elektrik fiyatına 0,48 birim x hammadde giderlerinin toplam girdi maliyetlerindeki oranı olarak yansıyacaktır.

Otomatik fiyatlandırma mekanizmasıyla ilgili önemli bir husus da maliyetlerin yanısıra, hammadde fiyatlarından başlamak üzere TÜFE artışlarının da fiyata yansıtılacak olmasıdır. Bu yöntem çift sayma nedeniyle enflasyonun katlanarak artmasına neden olacaktır.

Türkiye'de elektriğin fiyatını doğalgaza endekslemek ne kadar makul? Bu sistem kalıcı hale geldiğinde, gelecekte nükleer santraller, yeni hidroelektrik santralleri, güneş ve rüzgar santralleri yapıldığında, elektriğin otomatik fiyatlama sisteminden çıkan fiyatı ile üretim maliyeti arasındaki makas giderek açılmayacak mı?

Aslında otomatik fiyatlandırma mekanizması ağırlıklı maliyetlere dayandığı için, üretimde fiyatı artmayan veya daha yavaş artan hammaddelerin oranı arttığında fiyat artışlarının yavaşlaması veya fiyatların düşmesi teorik olarak mümkündür. Ancak, önümüzdeki beş yıllık dönemde üretimdeki fosil yakıt ağırlığında ciddi bir azalma beklenmemektedir. Örneğin, doğal gaz santralleri en kısa sürede ve birim başı en düşük yatırım maliyetiyle devreye alınabilecek tesislerdir. Fosil yakıtların pahalı olması yenilenebilir kaynaklara olan ilgiyi artırmıştır, ancak, hidroelektrik santrallerin inşaat maliyeteri yüksek ve yapım süreleri uzun, rüzgar santrallerinin yatırım ve bakım maliyetleri yüksektir. Bu nedenle bu kaynakların ağırlığındaki artış uzun vadeye yayılacaktır.

Diğer taraftan otomatik fiyatlandırma mekanizması bir geçiş dönemi uygulaması olarak değerlendirilmelidir. Mekanizma yalnız devlete ait kuruluşların yapacağı fiyatlandırmayı kapsamaktadır. Özelleştirmeler sonrası oluşacak liberal piyasada nasıl bir mekanizmanın işleyeceği net değildir. Ancak, bir süredir liberalleşme süreci yaşayan AB piyasları referans alınacak olursa, birkaç büyük çokuluslu şirketin hakimiyetinde ve fiyatların bu şirketler tarafından manipüle edildiği bir piyasayla karşılaşma riskimiz yüksektir. Liberalizasyon sonrasında AB'de ve dünyanın diğer bölgelerinde piyasalarda yoğunlaşmanın arttığı gözlenmektedir. 2000 yılı sonrasında ülkeler arası şirket birleşmeleri, satın alma ve ortaklıklarda yoğun artış görülmektedir. Ayrıca yavaş büyüme ve düşen kâr marjları firmaları hizmet çeşitlendirmeye ve dikey entegrasyona yöneltmiştir. Sonuç olarak, EDF, EON, RWE, ENEL, Vattenfall, Endesa ve Electrabel olmak üzere yedi büyük şirketin Avrupa elektrik kapasitesinin %65'ine hakim olduğu bir noktaya gelinmiştir. Geçmişin ulusal tekelleri olan bu firmalar giderek kendi sınırları ötesine yayılarak birbirleriyle rekabet etmektedir.

AB Komisyonu tarafından yayınalan çeşitli raporlarda pazarda yoğunlaşma nedeniyle toptan elektrik piyasalarında üreticilerin suni kapasite kısıtlılığı yaratarak fiyatları yükseltebildiği, karmaşık fiyat oluşturma süreçleri nedeniyle kullanıcıların fiyatlama mekanizmalarına güvensizlik duyduğu, dikey bütüleşmeyle büyüyen şirketlerin daha küçük rakip şirketilerin piyasaya girişini engellediği, bilgi paylaşımı ve şeffaflığın yetersiz olduğu vurgulanmıştır.