Reyhanlı'nın arka planı -2 / Somali'den Reyhanlı'ya uzanan mesaj

soL Gazetesi Yayın Kurulu'ndan Alper Birdal ve Yiğit Günay, Reyhanlı patlamalarının arka planını yazıyor. soL Gazetesinde dizi halinde yayınlanan çalışmanın ikinci bölümünü, okurlarımızla paylaşıyoruz.

Alper Birdal/Yiğit Günay (soL Gazetesi)

Reyhanlı saldırısının ardından ABD yönetimi, kısacık, buz gibi bir taziye mesajı yayımladı. Oysa başka örneklerde aynısını yapmamışlardı. Reyhanlı sonrasındaki bu tavır, patlamanın Türkiye'ye verilen bir mesaj olduğunu gösteriyor olabilir mi?

5 Mayıs Pazar sabahı Somali'nin başkenti Mogadişu'da yoğun KM4 kavşağında şiddetli bir patlama oldu. Patlayan bomba yüklü bir araçtı. İlk patlamadan birkaç dakika sonra yol kenarına park edilmiş ikinci bir araç daha patladı. Bu bir intihar eylemiydi. Saldırıda ilk anda 8 kişi öldü, 18 kişi yaralandı. Bu sayı daha sonra, Somali polisi yetkili Muhammed Adan'ın açıklamasına göre 11'e çıktı.

Peki basında fazla ilgi uyandırmayan bu saldırının hedefinde kimler vardı?

Bombaların patladığı anda oradan Somali'yi ziyaret etmekte olan Katar delegasyonu geçiyordu. Delegasyonun içerisinde Katar İçişleri Bakanı da vardı. Somali Devlet Başkanı Hasan Şeyh Mahmud'un söylediğine göre Katarlı heyet Mogadişu'da “kalkınma projeleri” yürütmek amacıyla ülkeyi ziyaret ediyordu.

Polis şefi Garad Nor Abdül'ün verdiği bilgiye göre İçişleri Bakanı saldırının yapıldığı konvoyda değildi. Abdül, Katar heyetinin saldırıdan yaralanmadan kurtulduğunu ve sağ salim otellerine bırakıldıklarını da söyledi alelacele yaptığı açıklamada. Ancak daha sonra Ad Diyar adlı Lübnan gazetesi önemli bir iddia ortaya attı. Haberde, saldırıda Katar'ın istihbarat şefi Ahmed Nasır bin Casim el Tani'nin de öldüğü söyleniyordu.

El Tani'nin adı Kasım ayında bir toplantı nedeniyle gündeme gelmişti. Yine Ad Diyar'ın haberine göre Katar Başbakanı Şeyh Hamad bin Casim bin Caber el Tani ile istihbarat şefi, Mossad şefi Tamir Pardo ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yla bir araya geldiler. Toplantıda Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a suikast düzenlenmesi tartışıldı. İsrail Başbakanı'nın bu görüşmede Esad'ın düşürülmesinden sonra Körfez İşbirliği Konseyi'nin İsrail'i tanımasını da istediği yazıldı.


Somali’nin başkenti Mogadişu’daki eylemi El Kaide bağlantılı El Şebab’ın gerçekleştirdiği söyleniyor. Saldırıda Reyhanlı’da olduğu gibi bomba yüklü iki araç ve plastik patlayıcılar kullanıldı.

Bir an önce Şam'a girme hayali kuran ve bu doğrultuda İsrail'le birlikte çalışan Katar'ın istihbarat şefinin görevlerinden bir diğeri de Yemen'den cihatçıların toplanıp Suriye'ye gönderilmesi. Ad Diyar'ın haberine göre El Tani, Katar'da ABD Özel Kuvvetleri tarafından eğitilen Yemenli cihatçıların Suriye gönderilmesini koordine eden kişi.

Peki Mogadişu'daki bombalı saldırıyı düzenleyen kimdi? İddiaya göre bu çapta ve bu kadar profesyonel bir saldırıyı düzenleyebilecek tek örgüt var Somali'de: El Kaide'nin uzantısı olan El Şebab.

El Tani'nin bu saldırıda ölüp ölmediği halen belirsiz. Ancak büyük olasılıkla bir El Kaide uzantısının yaptığı bu eylemde hedef alındığı kesin. Afrika'ya kadar uzanan bu olaylar zincirinin arka planında yazı dizimizin dünkü bölümünde bahsettiğimiz “taşeron kavgası” var. Yani birlikte hareket eden Türkiye ve Katar ile Suudi Arabistan arasındaki rekabet.

HER TAŞIN ALTINDAN ÇIKAN ÖRGÜT
Yazı dizimizinn dünkü bölümünde de belirttiğimiz gibi ABD taşeronlarının Suriye içerisinde silahlı eylem yapan gruplarla dinamik bir ilişkisi var. Katar-Türkiye ikilisinin “Arap Baharı” diye adlandırılan sürecin daha en başından itibaren Müslüman Kardeşler'le çok yakın bir ilişki kurduğu biliniyor. Zira her iki ülkenin Müslüman Kardeşler'le tarihi bağlantıları var. Bu bağlantıları ABD çıkarlarına uyumlu rejim değişiklikleri için baştan beri kullandılar. En açık örneklerinden birini Hamas'ın siyasi konumunun radikal bir biçimde değiştirilmesinde gördük.

Diğer yandan Katar-Türkiye'nin Suriye Müslüman Kardeşler'iyle yakın bir işbirliği içinde çalışması, bu iki ülkenin Nusra Cephesi gibi gruplarla işbirliği yapmadığı anlamına gelmiyor. Kaldı ki “sahadaki” durumun bu açıdan oldukça girift olduğu biliniyor. Örneğin Balkanlar üzerinden militanlara sevk edilen özel bazı silahların hem Özgür Suriye Ordusu'yla bağlantılı çetelerin hem de Nusra'nın eline geçtiği biliniyor. Silahlar ve militanların gruplar arasındaki geçişkenliği bir hayli fazla. Taşeron güçlerin bu gruplara verdikleri desteğin de...


Görüntüdeki Nusra Cephesi militanının elinde Hırvatistan’dan giden bir M60 geri tepmesiz tüfek var. Suudi parasıyla alınan bu silahlar, Ürdün ve Türkiye üzerinden militanlara aktarıldı. Silahlar kısa süre içinde hem ÖSO hem de Nusra çetelerinin elinde görüntülendi.

Geçtiğimiz günlerde bu açıdan ilginç bir gelişme yaşandı. Daha önce Mısır'da, Tunus'ta ve Libya'da, bugün Suriye'de El Kaideci gruplarla ilişki içinde olduğu ve Müslüman Kardeşler'e mesafe koyduğu bilinen Suudi Arabistan, Suriye Müslüman Kardeşleri'nin bazı ileri gelenlerini Riyad'da topladı. Riyad'a giden 12 kişi de ABD tarafından “Suriye'deki meşru hükümet” diye lanse edilmeye çalışılan Suriye Ulusal Koalisyonu'nun üyeleriydi. Aralarında Müslüman Kardeşler'in liderlerinden Muhammed Faruk Tayfur da bulunuyordu. Gazeteci Hassan Hassan'ın iddiasına göre Tayfur, ABD vatandaşı ve yine Müslüman Kardeşler üyesi Gassan Hitto'nun, Koalisyon'un kurduğu geçiş hükümetinin başbakanlığından çekilmesi konusunda Suudi'lerle anlaştı.

Öte yanda Suriye Ulusal Koalisyonu doğrudan ABD eliyle Katar'da kuruldu. Örgütün genel sekreterliğine getirilen Mustafa el Sabbah'ın, örgütün politikalarını Katar'a göre yönlendirmek üzere görevlendirilmiş bir Müslüman Kardeşler üyesi olduğu biliniyor. Örgütün başına getirilen ve Hitto'nun başbakan olması üzerine istifa eden Muaz el Hatib'in de Müslüman Kardeşler'le bağlantısı biliniyor. Özetle Müslüman Kardeşler her taşın altından çıkıyor son olarak da Riyad'dan çıktı.

Hassan, Riyad'da yapılan görüşmeyi, Suudi Arabistan'ın Katar ve Türkiye'nin rolünü üstlenmeye başlaması olarak yorumluyor. Suudiler, bu rol çalma operasyonunu ABD'ye “aşırı İslamcı grupların ağırlığını azaltmak” şeklinde sunuyor. Bu hamlenin bir diğer parçası da Suriye'deki militanlara yapılacak silah sevkiyatının SUK'un askeri konsey başkanı Salim İdris üzerinden gerçekleştirilmesi kararı.

Suudi'ler bir yandan Müslüman Kardeşler'e el atarken, diğer yandan Somali'de El Kaide bombalarıyla Katar'a mesaj veriyor. Ve bütün bunların üzerine Reyhanlı'da yaşanan patlama biniyor.

BUZ GİBİ TAZİYE
Reyhanlı'daki kanlı saldırının ardından ABD Dışişleri Bakanı Kerry bir taziye mesajı yayımladı. Üç cümlelik mesajda ABD'nin Türkiye'nin yanında olduğu söyleniyor, ölenlerin yakınlarına başsağlığı dileniyordu. Mesajda hiçbir işaret verilmiyor, saldırının sorumlulularının kınandığına ilişkin tek bir söz edilmiyordu. Kerry yalnızca “Türkiye'yle ne kadar yakın bir çalışma içinde olduğunu” vurguluyordu.

ABD yönetimi 2005 yılında Londra'da bombalar patladıktan sonra dört paragraf uzunluğunda, gayet ayrıntılı bir mesaj yayımladı. Yani bu tür katliamların ardından üç cümlelik, kupkuru mesajlar yayımlanması, katliamın faillerinin kınanmaması diplomatik teamüllere uygun değil.

Kaldı ki Boston Maratonu'na yapılan saldırının ardından Türkiye Cumhurbaşkanı ve Başbakanı dakika sektirmeden mesaj yayımladılar, saldırıyı lanetlediler.

Dizimizin ikinci yazısını yazdığımız sırada henüz halen Erdoğan'la Obama arasındaki görüşme gerçekleşmemişti. Ancak görüşmenin içeriği konusunda tahminlerde bulunmak zor değil. Ana gündem başlığı Suriye olacak ve Erdoğan, bir kez daha “Şam seferi hemen başlasın” diyecek. Obama'ysa kameraların önünde sıcak mesajlar verdikten, Reyhanlı patlaması üzerinden AKP'nin Suriye politikasını övdükten sonra, kapalı kapılar ardında Erdoğan'a “ağır ol” diyecek.

Bunları sadece biz tespit etmiyoruz CIA ajanı Henri Barkey tam olarak bu yönde bir analiz yayımladı geçtiğimiz günlerde.

Peki o halde Reyhanlı saldırısı, Türkiye'ye verilen bir “geri bas” mesajı olabilir miydi? Tıpkı Somali'de Katar'a verildiği gibi...

YARIN
– ABD ve Rusya Suriye konusunda anlaştı mı?
– “Cenevre Mutabakatı” neden başarısız oldu, yenisi başarılı olabilir mi?
– Erdoğan'ın “bir an önce müdahale” ısrarının sebebi ne?