‘Türkiye’nin krizinde FED en az Trump kadar suçlu’

‘Heterodoks’ iktisatçı Ann Pettifor, Türkiye’nin ekonomik krizinin kökeninin ABD Merkez Bankası’nın (FED) 2008’den itibaren uyguladığı politikalarda aranması gerektiğini belirterek FED’in en az ABD Başkanı Donald Trump kadar suçlu olduğunu söyledi. Pettifor, FED ve diğer merkez bankalarının politikalarında ortodoks iktisat politikalarının etkili olduğuna, bu politikalarda ısrarın küresel düzeyde…

Çeviri: Can Kuyumcuoğlu

Makro ekonomik politikalar merkezi Prime’ın direktörü, neo-klasik iktisat politikalarına karşıtlığıyla bilinen, “heterodoks”, Keynesyen iktisatçı Ann Pettifor, Independentiçin Türkiye’deki ekonomik krize ilişkin bir yazı kaleme aldı. Pettifor, "Türkiye'nin ekonomik krizinde neden ABD Merkez Bankası (FED) en az Trump kadar suçlu" başlıklı yazısında, krizin kökeninin 2008'de yaşanan ekonomik kriz sırasında ABD Merkez Bankası'nın uyguladığı ortodoks politikalarda aranması gerektiğini belirterek yeni bir krizi engellemek için bu ekonomik yaklaşımdan vazgeçilmesini önerdi.

Yazının tam çevirisi şu şekilde:

Geçen hafta Başkan Trump'ın ABD'nin Türkiye'ye uyguladığı çelik ve alüminyum tarifelerini iki katına çıkaracağını açıklayarak döviz ve Avrupa hisse senedi piyasasını kızıştırmasıyla birlikte Ağustos'un bunaltıcı sıcaklarına hazırlıklı olun. Bu hamle, Türkiye'nin (geçen) Cuma günü halihazırda zayıf olan para biriminin uçurumdan düşmesine neden olurken, daha büyük bir felaketin gelebileceğinin de habercisi.

2007'nin Ağustos sıcağında İsviçreli banka UBS, bilanço varlıklarına adil bir şekilde değer biçilmediğini, bu nedenle yatırımcıların fonlarını geri çekmesine izin verilmeyeceğini açıklamıştı. Bu şok gelişme, uluslararası banka kredilerinin dünya çapında donmasına ve merkez bankalarının muazzam bir likidite enjeksiyonuna başvurmasına neden olmuştu.

Bu olay, Eylül 2008'de Lehman'ın iflasıyla doruk noktasına ulaşan 2007-2009 küresel mali krizinin ağır çekim bir sunumu niteliğindeydi.

FED’IN DAHA TEMKİNLİ AMA AYNI ORANDA YIKICI POLİTİKALARI DA SUÇLU

ABD Başkanı Donald Trump'ın her zamanki gibi fevri ve saldırgan olan son dış politika hamleleri, küresel mali sarsılmaların tek sorumlusu değil. Suç, aynı zamanda ABD Merkez Bankası'nın (FED) Trump'a kıyasla daha temkinli, ama aynı oranda yıkıcı olan politikalarına yöneltilebilir.

Kasım 2008'in ardından FED, diğer merkez bankalarıyla birlikte altı yıl boyunca küresel mali krizi dengelemede belirleyici bir rol üstlendi. Ortodoks iktisatçılar, “Parasal radikalizm ve mali muhafazakarlık” yolunu savundular. Siyasetçiler de uyguladılar. Böylece merkez bankaları, iflasın eşiğinde olan bankalardan hazine ve ipoteğe dayalı menkul kıymetler satın alarak bunları bilançolarına yerleştirdiler. Merkez bankaları, Mark Carney'in deyimiyle “rakipsiz” oldu. ABD Merkez Bankası, Eylül 2007'de yüzde 5,25 olan faiz oranlarını Aralık 2008'de 0,25'e düşürürken 2008'de 900 milyar dolardan az olan bilançosunu 2014'te dörde katlayarak yaklaşık 4,5 trilyon dolara çıkardı. Bu noktada parasal genişleme programının “tahvil alım azaltımı” başladı.

Bugünün mali sarsıntısının kökeni, FED’in Haziran 2017'de tahvil alımlarını aylık aşamalara yayarak azaltma ve bilanço “normalleştirme” kararına uzanıyor. Piyasaya sürülen bu aylık 10 milyar dolarlık “akış”, tahvil miktarının azalmasına ve kazançların artmasına neden oluyor. Bazı tahminler, FED tahvil portföyünün 2018'de 315 milyar dolar, 2019'da ise 437 milyar dolar düşüş göstereceği yönünde.

NORMALLEŞME BOMBAYI ETKİSİZ HALE GETİRMEYE BENZİYOR

Bu “normalleşme” süreci, basit ve sabit bir mesele değil. Piyasa uzmanı Kristina Hooper'ın deyimiyle bu, “bombayı etkisiz hale getirmeye” benziyor.

BORÇLAR KÜRESEL HASILANIN YÜZDE 318’İNE ULAŞTI

Varlık “akışı”ndan kaynaklanan gerginliklere ekleme yapılacak olursa, FED, Haziran 2018'de faiz oranlarını üç yılda yedinci kez artırdı ve Libor da (Londra temelli bankalar arası faiz oranı) bunu uyguladı. Bu yükselen faiz oranları, doların güçlenmesine ve yükselen piyasalardan sermaye kaçışına neden oldu. Ancak her şeyin ötesinde, faiz oranlarının yükselmesi ciddi şekilde borçlu olan küresel ekonomiye bir tehdit teşkil ediyor. 2000 yılında küresel özel ve kamu borç tutarı 142 trilyon dolarken bu rakam, gayrisafi küresel hasılanın yüzde 260'ına tekabül ediyordu. Bugün ise GFC'nin kalbinde kredi kabarcığı iki katına çıkarak 247 trilyon dolara, yani gayrisafi küresel hasılanın yüzde 318'ine tekabül eden bir tutara ulaştı.

Bu borçların çoğu ABD Merkez Bankası'nın cömertliğinin bir sonucu. Sermaye hareketliliği sayesinde pek çoğu Türkiye merkezli şirketler, uluslararası sermaye piyasasından dolarla düşük faizde borç alıyordu. Şimdi ise Türkiye'nin ve diğer yükselen piyasaların para biriminin değer kaybetmesiyle birlikte dolarla alınan borçların maliyeti çarpıcı bir şekilde artarak bir tehlike arz eder konuma geldi.

MAKROEKONOMİK İSTİKRARIN RESTORASYONUNDAN SADECE MERKEZ BANKALARI SORUMLU TUTULAMAZ

Ancak dünya piyasasındaki sarsıntıyı anlamak ve başka bir mali kriz tehdidine karşı uyarıda bulunmak için FED’in hamlelerine dikkat çekmenin gerekli olmasının yanısıra, makroekonomik istikrarın restorasyonunda merkez bankalarının tek başına sorumlu tutulmamaları gerektiğini bilmek gerekiyor. Bu, mali ve parasal politikaları belirleyenler arasında paylaşılan bir görev. ABD'de mali canlandırma Avro Bölgesi’nde olduğundan daha güçlü olsa da, 2011 yılından sonra kemer sıkma politikalarına başvuruldu. Avro Bölgesi 2010'da kemer sıkmaya gitme kararını zaten almıştı. Küresel mali kriz büyüdükçe hükümetler ve hazineler yaşananlara seyirci kaldılar.

ORTODOKS İKTİSADIN YETERSİZLİĞİ KÜRESEL MALİ ÇÖKÜŞE NEDEN OLABİLİR

Küresel mali krizin 10 yıl uzamasına neden olan ortodoks iktisadın yetersiz ve dengesiz yanıtı, başka bir küresel mali çöküşe neden olabilir. Her şeyden öte küresel finans sistemini yeniden düzenleme ve yeniden yapılandırmaya yöneltecek tartışmaları, uzlaşmaları ve eylemleri engelleyen olgu ortodoks iktisadın kendisi.

1929 mali krizinden sonra 1931'de Keynes, 1933'te ise Roosevelt denetimi ele almış, Erich Rauchway'in “Kazançlılar” kitabında ifade ettiği gibi altın sistemini bitirme sürecini müşterek olarak başlatmış ve yalnızca makroekonomik istikrarı değil, aynı zamanda 1945 sonrası ekonomide yaşanan “altın çağı” sağlamak için küresel finans sistemini köklü bir şekilde yeniden yapılandırmıştı. Bugün ise bir kez daha küresel mali sarsıntıyla karşı karşıyayız.

Bu, ekonomik ortodoksluğu yerin dibine gömmenin ve John Maynard Keynes'in radikal ve devrimci para teori ve politikalarını canlandırmanın tam zamanı olabilir. Yoksa iktisatçıların kendilerine gelmesi için başka bir küresel krize mi katlanmak zorunda kalacağız?