Suriye'de 8. yıl: 250 milyar dolarlık 'pasta'dan pay kapma yarışı

Suriye halkının, ülkesini kana bulayan Batı destekli, cihatçı çetelere karşı yedi yıldır süren destansı direnişi, Suriye'nin yeniden inşasında ihale kapmak için rekabet eden yerli ve yabancı tekeller tarafından gölgede bırakılmış durumda.

Doğa Can Oruçoğlu

Yakın tarihin en büyük insani krizlerinden birine yol açan Suriye savaşı, özellikle 2015'teki Rus müdahalesiyle birlikte büyük güçler arasındaki küresel hegemonya kavgasının başlıca mevzilerden biri haline geldi. Yeni savaş konsepti sayılabilecek “vekalet savaşı’nın da en büyük mevziisi oldu.

Suriye halkının, ülkesini kana bulayan Batı destekli, cihatçı çetelere karşı yedi yıldır süren direnişi, Suriye'nin yeniden inşasında ihale kapmak için rekabet eden yerli ve yabancı tekeller tarafından gölgede bırakılmış durumda.

Diğer tarafta, Avrupa Birliği ve ABD, savaşı finansal yaptırımlarla sürdürmeye hazırlanıyor. Suudi Arabistan ve Türkiye gibi aktörler de, Esad hükümetinin müttefiklerinin tek başına Suriye'nin yeniden inşası için yeterli kaynağa sahip olmadığını umarak, işledikleri savaş suçlarına rağmen pastadan pay kapmayı umuyor.

Öte yandan ülkenin kuzeyi TSK ve ABD destekli Kürt güçleri tarafından işgal altında tutulurken, İdlib'de cihatçı çeteler ve Suriye ordusu arasında her an ABD ve İsrail'in dahil olabileceği şiddetli çatışmalara dönüşebilecek gergin bir bekleyiş var.

250 MİLYAR DOLARLIK PASTA

Sekizinci yılına girecek olan Suriye savaşının en az 400 bin kişinin yaşamına mal olduğu; savaş öncesi nüfusu 21 milyon olan ülkede yaklaşık 12 milyon kişinin göç etmek zorunda kaldığı tahmin ediliyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana insanlığın tanık olduğu en büyük sığınmacı krizinde, 6,1 milyon Suriyelinin ülkenin içerisinde yer değiştirdiği, 5,6 milyonunun ise ülkeyi terk ettiği kaydediliyor.

Sadece yukarıda bahsi geçen göç istatistikleri dahi ülkedeki altyapı sorunlarının boyutunu anlamak için yeterli. Gelgelelim, yeniden inşanın maliyeti için Birleşmiş Milletler (BM) raporunda telaffuz edilen rakam, durumu daha somut bir dille, paranın diliyle anlatıyor: Yaklaşık 250 milyar dolar.

FİNANSAL KUŞATMAYI DELEBİLECEK TEK GÜÇ

ABD, yaptırımlar getirerek yeniden inşa sürecini engellemeye çalışacak ve bu doğrultuda Avrupa Birliği'nin de desteğini alacak olursa, son derece istikrarsız bir bölgenin 250 milyar dolar düzeyinde bir yatırım çekmesi mümkün değil.

Rusya-İran ittifakı, askeri açıdan ABD koalisyonunu dengeleyebilecek çapta olsa da, Suriye'nin yeniden inşasının gerektirdiği ekonomik gücü temsil etmiyor. 

Bu yükü kaldırabilecek yetenekteki tek ekonominin Çin olduğu, Çin sürece kararlı bir destek verdiği takdirde ABD yaptırımlarına Avrupa ülkelerinin uymayabileceği düşünülüyor. Bazı analistler, bu durumda, ABD ve bölgedeki müttefiklerinin finansal savaşı da kaybedeceği umudunu dile getiriliyor.

SERBEST PİYASA YURTSEVERLİĞİ

Rusya, Çin, İran ve Lübnanlı şirketlerin rekabet ettiği Suriye pazarı, savaş vurgunculuğuyla iyice semirmiş yerli sermayedarların da iştahını kabartıyor. 

Bu ülkelerin özel aktörlerini şimdilik temkinli davranmaya iten esas unsur ise, Avrupa Birliği ve ABD'nin "rejimle işbirliği" gerekçesiyle bazı sermaye gruplarına getirdiği ekonomik yaptırımların genişlemesi ve yeni şirketleri hedef alması ihtimali.

Batı yaptırımlarının en bilindik "mağdur"larından biri, Suriye'nin en zengini ve aynı zamanda Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ın anne tarafından kuzeni Rami Makhlouf. Henüz 2008 yılında ABD Hazine Bakanlığı'nın yaptırım listesine aldığı Makhlouf*, 11 Mayıs 2011'de, ilk silahlı eylemler başladıktan hemen sonra, AB'nin de ekonomik yaptırımına maruz kaldı.

Yine 2011 yılında, ülkedeki en büyük inşaat yatırımlarından biri olan lüks rezidans projesi Marota City'nin başlıca aktörlerinden biri oldu. Suriye hükümetine, "izinsiz ya da yasadışı yerleşim alanlarını yeniden dizayn etme" hakkı veren ve 2012 yılında geçirilen 66 numaralı yasa sayesinde Şam'ın, nüfusunun çoğunluğu silahlı muhalefeti destekleyen bir bölgesi bu projeye tahsis edildi.

SAVAŞ KOŞULLARINDA YETİŞEN MİLLİ PATRONLAR

Bölgede ikamet eden az sayıda ailenin, küçük meblağlarda ödemeler karşılığında terk etmeye zorlandığı, yeşilin yerini beton grisine bıraktığı bölgede yükselen rezidans inşaatı, Makhlouf kadar tanınmasa bile Suriye'nin geleceğinde onun kadar etkili olacağı anlaşılan bir başka Suriyeli patronun daha yatırımlarına ev sahipliği yapıyordu: Samir Foz.

Şam'daki lüks Four Seasons otelini Suudilerden satın alarak adını duyuran Foz da, tıpkı Makhlouf gibi ABD Hazine Bakanlığı'nın yaptırım listesinde yerini aldı. Henüz AB'nin yaptırım uygulamadığı Foz, savaş sırasında IŞİD kontrolündeki bölgelerden buğday alıp bunu hükümet kontrolündeki bölgelerde satarak servetini arttırdı.

Foz'u Suriye'nin yeniden inşası sürecinin iddialı oyuncularından biri haline getiren yatırımı ise Humus kentindeki metal fabrikası oldu. Savaşın yarattığı enkazın içerisinden topladığı demirleri eriten ve binin üzerinde işçi çalıştıran bu fabrikanın, şimdiden, yeniden inşa sürecinde önemli bir yeri olacağı anlaşılıyor.

MİLİS GÜCÜ BİLE VAR

Hükümetle son derece iyi ilişkileri olan Foz'un, pek çok şirketinin yanı sıra, patronu olduğu Lazkiye merkezli, Askeri Güvenlik Kalkanı Güçleri (Quwwat Dir‘ Al-Amn Al-Askari) adında bir milis gücü de var. Aktarıldığı kadarıyla, geçen yıl, Suriye hükümeti tarafından ülkeyi terk ettiği için kınanan sermayedar İma Ghreiwati'nin sahibi olduğu kablo fabrikası, hükümet yanlısı milislerce işgal ediliyor ve makineler yağmalanıyor. Bunun üzerine Ghreiwati, Foz'un yardımını istiyor. Ghreiwati'nin talebini geri çevirmeyen Foz, son derece indirimli bir fiyata kablo fabrikasını satın alıyor.

Savaşın ilk yıllarında ailesini Türkiye'ye kaçıran Foz'un, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ve ülkede yatırımları var. Üstelik Foz'un, kendisine 14 milyon dolar borcu olan Mısır asıllı Ukraynalı patron Remzi Matta'nın ölüm emrini verdiği suçlamasıyla görülmekte olan bir davası ve delil karartmaya çalıştığı gerekçesiyle aldığı 4 yıl 2 aylık bir hapis cezası bulunuyor. 

ASLAN PAYI YABANCI YATIRIMCININ OLACAK

Makhlouf ve Foz gibi, savaş döneminde servetine servet katmış ve kurduğu siyasi ilişkilerle önümüzdeki yıllarda daha da semirmesi beklenen yerli patronlar, yeniden inşa sürecinin önemli ortakları olacaklar.

Ancak aslan payının yabancı sermayeye gideceğine şüphe yok. Zira, savaştan önce de Suriye'deki önemli yatırımların pek çoğu yabancı ortaklıydı. Şimdi bu açıdan tek fark, Fransız ve İngiliz şirketlerin ülkeden kovuluyor, bunlardan boşalan yeri İran, Rusya, Çin, Hindistan ve Lübnan merkezli şirketlerin dolduruyor olması.

KOLONYAL KARDEŞLİK: YALTA VE LAZKİYE

Suriye'de yabancı sermayenin yerini çok iyi sembolize eden bir gelişme de, Kırım'ın liman kenti Yalta ile Suriye'nin liman kenti Lazkiye arasında kardeş şehir anlaşması imzalanmasıydı.

Ukrayna'da gerçekleşen AB destekli darbenin ardından Rusya Kırım'ı ilhak etmiş ve Novorossiya'daki ayrılıkçı güçlere desteğini sunmuştu. Rusya'nın ilhak ettiği Kırım'ın önemli liman kenti ile egemen Suriye'nin en önemli kentlerinden Lazkiye arasındaki kardeşlik anlaşması, Rusya ile Suriye arasındaki ilişkilerin bundan sonra nasıl olacağına ilişkin bir perspektif sunuyor. 

Ancak hepsi bu değil. Suriye ile Kırım'ın ortak bir deniz taşımacılığı şirketi kurması ve Suriye'nin Kırım Cumhuriyeti'nde bir ticaret odası oluşturması gibi girişimler de gündemde.

İRAN DEVRİM MUHAFIZLARI A.Ş.

Halep'in kurtarılmasından sonra Suriye pazarına ilgisini açıkça ifade eden dikkat çekici aktörlerden biri de İran Devrim Muhafızları oldu (IDM). 

Suriye Başbakanı İmad Hamis geçen yıl Tahran'a yaptığı ziyarette, İran hükümetiyle bir anlaşma imzalamış ve Suriye'deki cep telefonu şebekesi ihalesi IDM'nin İran Telekomünikasyon Şirketi'ne verilmişti. Geçtiğimiz Eylül ayında ise, Tahran ile Şam arasında yeni anlaşmalar imzalanmış ve Suriye'nin elektrik şebekesinin ve altyapısının yeniden inşası işi İranlı şirketlere verilmişti. Ek olarak, Venezuela ve İran'ın Suriye'de bir petrol rafinerisi kurması kararlaştırılmıştı. 

ENERJİ SEKTÖRÜNÜ DİRİLTMEK KOLAY OLMAYACAK

Suriye ekonomisindeki önemli değişikliklerden biri de, 2011 öncesinde ülkedeki petrol yataklarının en büyük hissedarı olan Total, Shell gibi şirketlerin ülkeden kovulmuş, buna karşılık Gazprom ve Çin Ulusal Petrol Şirketi'nin piyasayı ele geçirmiş olması.

Savaşın başlamasıyla birlikte, Shell, günde 110 bin varil petrol çıkardığı Al Omar sahasından; Total de günde 30 bin varillik varlığından vazgeçmek zorunda kaldı. Gelgelelim, 2011'deki örtülü dış müdahalenin başlamasından bugüne Suriye'nin enerji altyapısı büyük ölçüde zarar görmüş durumda. Ülkenin günde 400 bin varil olan petrol üretimi, 2013 yılında 58 bine inmişti.

IMF'in 2015 tarihli raporuna göre, Suriye'nin petrol ve doğalgaz sektörünü yeniden inşa etmek için 27 milyar dolarlık yatırım gerekiyor; 2018 tarihli tahminlere göre ise bu meblağ 35-40 milyar dolar düzeyine çıkmış durumda. Elbette bu maliyet hesabı, Suriye'deki bütün petrol boru hatlarını ve kuyuları kapsıyor. Öte yandan, Suriye petrolünün kayda değer kısmı, ABD koalisyonunun ortağı Suriye Demokratik Güçleri ve YPG'nin kontrolündeki kuzey doğu bölgesinde bulunuyor ve bu petrol kuyularının akıbetinin ne olacağı henüz öngörülemiyor.

SURİYE PETROLÜNE RUS İLGİSİ

Bu yılın Ocak ayında Rusya ve Suriye hükümetleri, petrol ve doğalgaz konusunda anlaştı. Peki bütün maliyetine ve risklerine rağmen, Rusya neden Suriye'nin petrol ve doğalgaz sektörünü yeniden kurmakla ilgileniyor?

İlk olarak, Suriye'yi bir enerji "hub"ına dönüştürmek, Rusya'nın Orta Doğu'daki ve Doğu Akdeniz'deki pozisyonunu güçlendirmesi ve burada yerli bir oyuncuya dönüşmesi anlamına geliyor.

İkinci olarak Rusya zaten AB yaptırımlarının hedefi olduğu için, Suriye petrolüne Avrupa tarafından yaptırım uygulanmasını önemsemiyor. Rus enerji şirketleri, Suriye'den çıkardıkları petrolü Asya ülkelerine ya da Türkiye ve Lübnan gibi ülkelere satabilirler. Ayrıca, Suriye'de elektrik üretiminin temel olarak doğalgaz santralleri tarafından yapılacağı göz önüne alınırsa, belli düzeyde bir iç talebin cepte olduğu da açık.

Üçüncü olarak Suriye açıklarındaki doğalgaz ve petrol potansiyeli henüz ölçülmemiş olmakla beraber, İsrail, Mısır ya da Kıbrıs açıklarında bulunan rezervler kadar olmaması için sebep yok. ABD Jeoloji Araştırma Kurulu'nun geçmişte yaptığı tahminlere göre, Suriye karasularındaki potansiyel doğalgaz rezervi 700 milyar metre küp büyüklüğünde. Bu, Suriye'nin kara sınırları içerisindeki doğalgaz rezervinin iki katından daha fazlasına, kara sınırları içerisindeki petrol rezervinin ise altıda birine tekabül ediyor.

Lübnan ve Kuzey Irak'taki enerji pastasında payını arttıran Rusya'nın böylece Orta Doğu siyasetinde daha da etkili hale gelmesi mümkün gözüküyor.

PETROL SAHALARI VE SURİYE'NİN EGEMENLİĞİ

Bütün bunlara rağmen, Suriye'de istikrarın sağlanması için, eğer olursa, bir süre daha geçmesi gerekiyor. Kürt partisiyle hükümetin bir siyasi çözüm konusunda anlaşmasının işleri büyük ölçüde kolaylaştıracağı düşünülüyor.

Ancak Rusya'nın, tıpkı Batılı rakipleri gibi, kendi çıkarlarını gerçekleştirmeyi şansa bırakmayacağı, Suriye'de faaliyet gösteren Rus Özel Güvenlik, daha doğrusu Özel Savaş şirketlerine bakarak anlaşılabiliyor. 

Bunlardan en ilgi çekicisi Wagner adlı şirket. Sahibi, Nazi sempatizanı bir Rus olan bu şirkete bağlı 7 paralı asker, Deyrezzor'daki bir petrol kuyusunu ele geçirmek için düzenlenen operasyonda ABD uçaklarının hedefi olarak yaşamını yitirmiş, Rus hükümeti bu bilgiyi doğrulamıştı. Wagner'in Suriye'de bulunan 2 bin 500 çalışanının ayda 3 bin 800 ila 5 bin 300 İngiliz poundu aldığı belirtiliyor. 

Daha ilginci, 2007'de Rus parlamentosunun Gazprom ve Transneft gibi enerji devlerine, Rus ordusunun sağlayacağı silah ve teknolojiyle kendi askeri güçlerini kurma yetkisini veren yasayı onaylamış olması. Irak deneyimiyle geçirilen bu yasanın, Suriye'de de uygulama alanı bulabileceği iddia ediliyor.

Petrol ve doğalgaz çıkarmak ve bunu piyasaya sürmek, Palmira'da çıkarılan fosfatı Tartus limanına taşımak için demiryolu inşa etmek kadar kolay değil. Gel gör ki, Rusya ikisini de yapıyor.

LÜBNAN'DA İŞ ÇEVRELERİ HEYECANLI

Büyük enerji oyununda Suriye'ye ilişkin Rusya, Çin ve İran hesapları boy ölçüşürken, ülkenin güney sınırının hemen 28 kilometre ötesinde heyecanlı bir bekleyiş var.

Lübnan'ın Akdeniz'e kıyı kenti Trablusşam'da, liman işletmesinin kapasitesi 400 binden 1,3 milyon konteynere, yani üç katına çıkarılmış durumda. Limandaki konteyner terminalini işleten Gulftainer Lübnan şirketinin CEO'su İbrahim Hermes, Global Finance dergisine verdiği mülakatta, "Suriye'nin yeniden inşası başlar başlamaz ticari taşımacılık patlaması bekliyoruz" diyor. 

Fransız deniz taşımacılığı devi CMA-CGM'nin yüzde 20'sini elinde tuttuğu Gulftainer Lübnan şirketi, limanın kapasitesini arttırmaya dönük yatırım için Suudi Arabistan merkezli İslami Kalkınma Bankası'ndan 86 milyon dolarlık borç almış. Genişleme yatırımının bir sonraki aşaması 160 bin metre karelik dolgu konteyner depolama alanı ve 550 bin metre karelik serbest ticaret bölgesi inşa edilmesini kapsıyor.

Kentte, Suriye'nin Humus kentine uzanan bir tren istasyonu, bir havalimanı, petrol ve doğalgaz rafinerileri bulunuyor. Üstelik, Orta Doğu'nun en önemli finans ve bankacılık merkezlerinden biri olan Lübnan, çok uluslu bankalarıyla da Suriye pazarına girmeye hazırlanıyor.

Kişi başına sığınmacı yoğunluğunda dünyada birinci, borçlanmanın Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'ya (GSYH) oranında üçüncü ülkesi, Suriye'nin yeniden inşa sürecinin kendi ekonomisini de canlandırmasını bekliyor.

ANTİ-EMPERYALİZM Mİ DEDİNİZ?

Suriye'de yüz binlerce insanın yaşamına mal olan yedi yıl, ülkedeki üretim araçlarına ve altyapıya da ağır bir darbe vurdu. Yoksulluk sınırının altındakilerin toplam nüfusa oranı bugün yüzde 80'in üzerine çıkmış, işsizlik oranı yüzde 50'yi aşmış durumda. Ülkenin 2010'da 21 milyar dolar olan dış ticaret hacmi, bugün 1 milyar dolar düzeyinde. Pirinç ve un gibi temel gereksinimlerin fiyatı 2010'daki düzeyinin iki katına, benzin fiyatı on katına çıkmış durumda.

Bu tabloya baktığında yatırım olanakları gören uluslararası şirketler, şimdi Suriye'de bir lobi savaşı veriyorlar. Diğer taraftan, savaş patlak verir vermez, hatta daha önceden sermayesini yurt dışına kaçırmış olan Suriyeli patronlar, bu büyük yatırım olanaklarını mağrur bir şekilde, hatta yurtsever maskesiyle değerlendirmek üzere ihaleler üstleniyorlar.

Bazılarının Avro-Atlantik emperyalizmine direndiğini, çıkarları "bağımsız, toprak bütünlüğünü koruyan ulus devletlerden" yana olduğunu düşündüğü Çin, Rusya, İran, Lübnan gibi güçler ise, Suriye savaşının "kötü bir yatırıma" dönüşmemesi için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.


* Makhlouf'un, Panama belgelerinde vergi kaçırdığı ve İsrailli tıbbi malzeme şirketi patronu Freddy Zinger ile ortaklığı bulunduğu da ortaya çıkmıştı.