Faşizmin Eşanlamı: Auschwitz!

Auschwitz bundan tam yetmş yıl önce Kızıl Ordu tarafından kurtarılmıştı. Kızıl Ordu yetişene dek bir milyondan fazla insan yaşamını yitirmişti... Herşey plan dahilinde, herşey gayrıinsanî bir soğukanlılıkla... Bugün ise, Kızıl Ordu'nun aslında Auschwitz'i nasıl kurtarmadığına ilişkin çok yönlü bir saldırı başlatılmış durumda.

Tevfik Taş

''Horkheimer, 'totalitarizm' konusundaki bir dizi görüşe hemen karşı çıkıp, şöyle diyor: 'Kapitalizmden söz etmek istemeyen birinin, faşizm konusunda da ağzını açmaması gerekir'. Bu tamamen yanlıştır: Asıl emperyalizmden söz etmek istemeyen birinin faşizm konusunda ağzını açmaması gerekir.''
Nicos Poulantzas

Auschwitz bir insan 'imhâ' fabrikasıydı. Faşizmin barbarlık hanesine kanla yazılmış özel, özel olduğu kadar da alçakça bir 'buluş'tu. 

Tren rayları binlerce dönüm üzerine kurulmuş ölüm fabrikasının içine kadar getiriyordu kurbanları. Birkaç ay çalıştırılacak kadar gücü olanlar ayıklanıyordu. Onlar ''arbeitsverwendungsfähig'' yani çalıştırılabilir olanlardı. Verilen gündelik kaloriden ne kadar iş çıkartabilecekleri ince ince hesaplanmıştı. İşleri bitince kabinleri olmayan banyo görünümlü gaz odalarına alındılar. Zyklon B denilen haşere ilacından bozma gaz ile yirmi dakika içinde yüzlercesini, binlercesini kolayca katlettiler. 

Öldürmenin de hiyerarşisi vardı elbette.

Önce ''nicht arbeitsverwendungsfähig'' yani çalışamaz olanlar 'imhâ' edildiler. Hastalar, yaşlılar, engelliler, çocuklar ve kadınlar...

Kadınların saçlarını kesip, sanayide 'değerlendirdi'ler. Halen müze olarak kullanılan Auschwitz'de iki tona yakın insan saçı ibreti âlem olsun diye segilenmiyor mu?

Altın dişler sökülüp bir kısmı oradaki SS'ler tarafından yağmalanır, bir kısmı da Nazi barbarlığına kaynak olarak Almanya'ya gönderilirdi.

Cesetler oradaki tutsaklara taşıtılarak, krematoryumlara götürülerek, yakılır. Duygusallığa yer yoktur, çünkü duyguları zaten yoktur... 

On dört ülkeden insan getirilir: Almanya'dan, Yunanistan'dan, Fransa'dan, Norveç'ten, Romanya'dan, Macaristan'dan, Hollanda'dan, Lüksemburg'dan, Avusturya'dan, Çekoslavakya'dan, Belçika'dan, Yugoslavya'dan, Polonya'dan ve Sovyetler Birliğin'den. Yahudi olmak en büyük suçtur. Komünist olmak ya da Çingene olmak da ondan daha az suç değildir. Aydın olmak, muhalif olmak, eşcinsel olmak, katliama göz yummamak da büyük suçlardır.

Toplama kampında asla affedilmeyen suçların başında, birine herhangi bir gerekçeyle yardım etmek en kesin yasaktı. Cezası, anında ölüm! İnsanı insan yapan temel değer, dayanışma, en büyük yasak kapsamındaydı yani.

Faşizm, insan toplumu içinden insana karşı yapılmış en barbar cürümdür. 

Faşizm, tarihin gördüğü en organize vicdansızlık örneğidir...

Neden, niçin, nasıl sorularına yanıt veren onlarca, yüzlerce hatta binlerce kitap yazılmıştır. Bir kısmı çok değerlidir; bir kısmı daha az. Ama kesin olan bir şey var: Tarihin gördüğü bu en soğukkanlı, bu en barbarca, bu en planlı cürümün insanî duyarlılık dışında anlaşılma şansı yoktur. 

Rakamların sayı değil de, her birinin ayrı yaşanmışlığı olan somut insan(lar) olduğu gerçeğine imkân vermeyen temel önkoşul, insan onuruna verilen değerden milim taviz vermemekten geçer. Dolayısıyla bütün 'analiz'ler bu önkoşula tabî olmak durumundadır...

AUSCHWİTZ-BİRKENAU: ÖLÜM FABRİKALARININ SEMBOLÜ
27 Mayıs 1940'da SS'lerin şefi Heinrich Himmler, daha sonradan ölüm fabrikalarının komutanı olacak Rudolf Höss'e Polonya'nın yarısı Yahudi olan sakin kasabası Auschwitz'e yeni ve büyük bir toplama kampı yapılması emrini verir. Yakınlarını sonradan anlattığına göre, ailesi tarafından din adamı olması istenen Rudolf Höss, askerî kariyer yapar. Faşizmin kapı kulu insan tipinin sıradan bir örneği olan Höss, birinci Auschwitz'e 'ek kapasite' sağlaması için ikincisi ve en zalimi olan Birkenau'yu inşaa ettirir. Krematoryum ve gaz odalarından ibaret olan üçüncü Auschwitz toplama kampı da Monowitz'de kurulur. Hepsi tutsak emeğiyle yapılır. 

Nazilerin inşaa ettirdiği yüzlerce toplama kampı vardı. Hiçbiri Auschwitz Birkenau kadar çok insanı katletmemişti. Kesin 'sayı'sı bilinmemekle birlikte, bir buçuk milyondan fazla insan Auschwitz'e getirilmişti. Pawel Kurotçkin'in komutasındaki Kızıl Ordu birlikleri Auschwitz'e 27 Ocak 1945'de girdiklerinde faşistlerin öldürmeye fırsat bulamadıkları birkaç onbin insan kalmıştı.

SERMAYE VE FAŞİZM
''Happy end''e alıştırılmış hazır lokma izleyicisinin sefil beğenisine servis edilip, Thomas Keneally'in romanından beyaz perdeye Steven Spielberg rarafından aktarılan, ''Schindler'in Listesi'' filmindeki gibi değildi sermayedâr-Nazi ilişkisi.

Sermayenin olduğu yerde masumiyet aranamaz; aranmamalıdır da. İ. G. Farben şirketi yalnızca Zyklon B gazını ürtetip, Nazilere satmakla yetinmemişti. Şirket nakliye giderlerinden tasarruf etmek için Auschwitz-Monowitz'de doğrudan toplama kampının içinde sentetik kauçuk ve yakıt üretim ünitesi kurmuştu. 

Yalta Konferansı'nın karar altına alınan sonuçlarından bir de,  Alman savaş sanayiinin tasfiyesiydi. Sovyetler Birliği üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdi ve kendi denetiminde olan bölgelerde İ. G. Farben şirketini tasfiye etti. Batıda ise işler başka yürüyordu. İ. G. Farben şirketi tasfiye edilmek yerine başka adlar altında varlığını korudu. 12 'yeni' şirket olarak dönüştürülen şirket, 2012 31 Ekim'ine dek varlığını sürdürdü.

Faşist Almanya ile büyük sermaye arasındaki çok yönlü ilişkiler salt İ. G. Farben şirketi ile sınırlı değildi. Krupp, AEG, Siemens, Adam Opel AG, Daimler-Benz gibi kodamanların hepsi Nazi iktidarını destekliyorlardı. Her açıdan eklektik doktrin olan faşizm, sınıf işbirliğine sahip korporatizmi ile bünye itibariyle sermaye düzeni ile uyumluydu zaten.

SERMAYENİN FAŞİST DOKTRİN İLE BEŞ NOKTADAKİ MUTABAKATI
Büyük sermaye ile Nazi doktrini beş temel başlıkta anlaşmıştı: 

Bir, ülke içinde yükselen işçi sınıfı hareketi bastırılıp, likide edilecek; iki, sermayenin azamî kâra olan iştahı savaş sahasına çekilerek maksimize edilecek; üç, emperyalist statüko kabul edilmeyerek yeni paylaşım için kartlar yeniden karılacak; dört, komünist devlet Sovyetler Birliği tarihten silinecek; beş, mülk sahibi Yahudilerin malları el değiştirecekti.

Faşizm, emperyalizmin 'zayıf halkası' değil miydi? 

Herşey onun ihtiyaçlarına göre biçimlendirilecekti. Öyle de yapıldı.

Demokratik Almanyalı hukukçu Karl Kaul, kendi deyimiyle, ''sınıf mücadelesini hukukî zeminde de yürütme'' çabasıyla ilk kez batı Alman coğrafyasında Auschwitz trajedisinin sermaye boyutunu gündeme getirmek ister. Tarihe ''Frankfurt Auschwitz Davası'' olarak geçen ve Başsavcı Fritz Bauer'in gerçekten de özel gayretiyle açılan 20 Aralık 1963 tarihli davada taraf olarak başvuran Karl Kaul, emperyalist sanayi lie Nazi devleti arasındaki suç ortaklığını hukuk alanına taşımak ister. Bu amaçla 5 Aralık 1963'de Franfurt Bölge Mahkemesi'ne başvurur. Tutuklu Nazi subayların avukatı Hans Laternser, Karl Kaul'un davada taraf olmasını onun ADC (Alman Demokratik Cumhuriyeti) yurttaşı olması ve komünist parti üyesi olmasından dolayı reddedilmesini ister. İstek mahkeme heyetince olumlu karşılanır.

Karl Kaul, mahkemeye şu açıklamayı yapar: ''ASBP (Alman Sosyalist Birlik Partisi) üyesi, Alman, ADC yurttaşı, Lichtenburg ve Dachau toplama kampı tutuklusu, ailesinin birçok üyesini Auschwitz'de kaybetmiş Yahudi bir ailenin üyesi ve toplama kamplarında annelerini, babalarını, çocuklarını, kardeşlerini kaybetmiş insanlar adına bu davada taraf olmak istiyorum''. (1)

Olağanüstü bir zeka, kocaman bir yürek, kararlı bir komünisttir Karl Kaut...

1963 FRANKFURT AUSCHWİTZ DAVASI
Faşist Almanya'nın yenilgisinden sonra kapitalist batıda savaş suçlusu olarak yalnızca göz önünde olan üst düzeydekiler yargılanabildi. Yahudi asıllıların, ülke içindeki solcuların, Demokratik Almanya'nın ve Sovyetler Birliği'nin ısrarlı takibi olmasaydı bunlar da büyük oranda serbest kalırlardı. 

Frankfurt'ta yargılanan 20 Nazi toplama kampı yöneticisinden biri serbest kaldı. Toplama kampındaki şahitlerin ifadesiyle ''en gaddarı'' olarak nitelenen Oswald Kaduk, bin kişiden fazla insanı işkence ederek öldürmesine karşın idam edilmedi. Toplama kampı hekimi Franz Lucas, dört bin insan üzerinde deneyler yaparak öldürdüğü iddialarına karşın üç buçuk yıl hapis cezası aldı. Bruno Schlage, şef gardiyandı  Auschwitz'de. Altı yıl hapis cezasıyla yırttı...

Savaş sonrasında sosyalist Almanya tarafında batını iki katı Nazi ele geçirilip yargılandı. Yalnızca üst düzeydekiler de değildi yargılanıp, cezalandırılanlar. 31 Aralık 1950'de demokratik Almanya yönetimi tam 12 bin 147 Naziyi yargılayıp, cezalandırdı. Bu sayının yarısı bile batıda hakim karşısına çıkartılmadı. 

Bir tek istisna vardı: Frankfurt Auschwitz Davası'nın Başsavcısı Fritz Bauer...

Fritz Bauer için Nazi basını ''Yahudi Bauer'' diyordu. Kapitalist Almanya'nın en çok hakaret mektubu alıp, en ağır tehditler ile susuturulmaya çalışan savcısıydı. Herşey unutturulmaya çalışırken orta ve alt düzey yönetici  Nazileri 1962 Aralık ayında mahkemeye çağırıyordu Fritz Bauer. Yahudi bir ailenin çocuğuydu. Sol eğilimliydi. Sekiz ay Heuberg toplama kampında tutuklu kalmıştı.

1968'de küvette ölü bulundu. İntihar dediler. Adli tıptan onay alamadılar...

2015 AUSCHWİTZ ANMALARI
Polonya Dışişleri Bakanı Grzegorz Schetyna, geçen Perşembe bir radyo röportajı veriyor. Bakana göre, Auschwitz-Birkenau'yu Sovyetler Birliği değil, Ukranya ordusu kurtarmış. Haberi ''Rossijskaja Gaseta'' yayınladı. (2)

Şimdi bu cahillik değilse, nedir?

Rus Dışişleri Bakanlığı konuya ilişkin yaptığı açıklamada, ''Bu, tarihin alaya alınmasıdır'' dedi haklı olarak. Ve Rusya'nın BM Büyükelçisi Vitali Çurkin de Polonyalı mevkidaşı Buguslav Winid'e küçük bir tarih dersi vererek, Kızıl Ordu'nun görev yaptığı bölge olan Ukranya'daki birliklerine ''1. Ukranya Cephesi'' adını verdiğini, Sovyetler Birliği ordusunda 100'den fazla etnik kökenli insanın savaştığını hatırlatmak zorunda kaldı.

Auschwitz'in Kızıl Ordu tarafından kurtuluşunu saptırmak isteyen bir başka açıklama da Ukranya Başbakanı Jazenjuk'den geldi. Alman Birinci Kanalı ARD'ye konuşan Jazenjuk, ''Sovyet yayılmacılığının Ukranya ve Almanya'ya kadar ulaştığını çok iyi hatırlıyoruz...'' diyor. ARD muhabiri tarafından düzeltilmeyen bir 'cahil'lik örneği daha mı? (3)

Bu açıklamalarda, tarih bilgisindeki arızalardan ziyade, Nazi işbirlikçisi 'büyük'lerinin izinden gitmekle ilgili bir durum olduğu çok açık olmalı...

AUSCHWİTZ'DEN 30 YIL SONRA
Esther Bejarano Almanya'nın tanımış bir antifaşistidir. Auschwitz'in hâlâ yaşayan canlı tanıklarından biri, 1924 doğumlu.Auschwitz'deki ''kadın orkestraları''nda akordiyon çalmış. Hâlâ da antifaşist yürüyüşlerde çalmaya devam ediyor. Tıpkı Bergen Belsen toplama kampında hayatta kalmasını müzikal yeteniğindeki şansa bağlayan Violette Jacquest Siberstein ya da çello sanatçısı Anita Lasker gibi.

Esther Bejarano, Auschwitz'den kurtulduktan otuz yıl sonra katıldığı bir antifaşist yürüyüşünü anılarında yazıyor. ''Neo Naziler bildiri dağıtıyorlar. Bakıyorum polisler antifaşistleri göz altına alıyorlar... Bu benim için çok fazla... Polisler Nazileri koruyorlar; olacak gibi değil! Polislere yaklaşıp dedim ki, ben toplama kampında tutuldum, anlamakta güçlük çekiyorum, nasıl oluyor da Nazileri koruyorsunuz. Bir polis bana dönüp, Rusya'da da toplama kampı vardı, dedi. Ayrıca, eve gitmem gerekiyormuş, yoksa bir daha kalp krizi geçirebilirmişim...'' (4)


(1)  http://www.jungewelt.de/2015/01-24/003.php?sstr=Auschwitz 

(2)  http://de.sputniknews.com/zeitungen/20150122/300727677.html 

(3)  Unsere Zeit (UZ), 23 Ocak 2015, s. 10 

(4)  http://auschwitzundich.ard.de/auschwitz_und_ich/geschichte/index.html