Sedat Selim Ay 'yalan' diyor ama...

Terörle Mücadeleden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcılığı'na atanan Sedat Selim Ay, hakkındaki işkence iddialarına "yalan" derken, Ay’ın bir işkencesi daha ortaya çıktı. ESP Genel Başkan Yardımcısı Alp Altınörs, Sedat Selim Ay'ın da içinde olduğu TİM-3'ün işkencelerini anlattı.

1996 yılında TİM-3'ün işkencesine maruz kalan Alp Altınörs, 3 gün boyunca gördüğü sistematik işkenceyi anlatırken, "alınan raporların işkenceyle bir alakası yoktu" diyen Sedat Selim Ay'a yanıt olarak işkence raporunu gönderdi.

Altınörs'ün ETHA'ya gönderdiği mektup şöyle:

"Bir işkence tanıklığı da benden!

Sedat Selim Ay ve Bayram Kartal yönetimindeki işkence timinin halk düşmanı faaliyetleri günlerdir basın organlarında yayınlanıyor. Dönemin siyasi gerçekleri arasında yer alan sistematik işkence olgusu tanıklıklarla ortaya seriliyor. TİM-3 adı verilen bu kanlı çetenin suçlarına tanıklığımı yazmamı bu durum teşvik etti.

1996 yılının 1 Temmuz'unda İstanbul Avcılar'da yolda yürürken bir arkadaşımla birlikte gözaltına alındım. Bizleri gözaltına alan polisler, arkadaşımın üniversiteli gençlik eylemlerinden dolayı gözaltına alınmış olduğunu gördüklerinde bizi Vatan Caddesi TMŞ'ye gönderdiler. Tabii Avcılar Karakolu'nda bir ön işkence seansı yapmayı da ihmal etmediler. Süngerli bir odada pos bıyıklı bir polisin kaba dayağıyla başladı işkence.

İstanbul TMŞ'ye getirildiğimizde bizi Bayram Kartal, Sedat Selim Ay ve emirleri altındaki işkenceci sürüsü karşıladı. Burada kaba dayakla başlayan, ardından 3 gün boyunca sürecek sistemli işkenceye maruz kaldım: Düz askı, ters askı, haya burma, elektrik, askılardan sonra zorla ayakta bekletme, kaba dayak. Tabii, "şubeye" girer girmez rutin uygulamanın "sorgudakini" çırılçıplak soyma olduğunu da anımsatmak gerekir.

Bu yöntemlerin fayda getirmeyeceğini anlayan TİM-3 katilleri son olarak kendilerince 'en etkili' olan yöntemi devreye soktular: Makattan cisim sokma. Bu, erkek devrimcileri zayıf yerinden vurmak için sıkça uyguladıkları bir yöntemdi. Çok sayıda erkek devrimcinin de siyasi polisin cinsel taciz ve tecavüzüne maruz kaldığını hapishane günlerimde öğrendim.

Sanırım kalemdi soktukları cisim. Sözde beni bu tecavüzle teslim alacağını sanan işkenceci ahmak "Buradan çıktığına bana TEM'de tecavüz ettiler diye çok düşüneceksin" dedi. Oysa orada alçalan kendileriydi. Bana o işkencelerden kalan duygu alçalma değil, onların zulmü karşısında boyun eğmeme duygusuydu.

Sedat Selim Ay'ın sorgu teknikleri uzmanı olduğunu, Bayram Kartal'ın ise "gırtlakçı" olarak anıldığını anımsıyorum. Nitekim Bayram Kartal o "meşhur" (!) gırtlağa sarılma işkencesini bana da uygulamıştı. Bir de bu ikisinin dışında işkenceli sorguma katılanlardan "Atom" kod adlı bir başka şef vardı.

Bunlar "bilimsel" çalışan işkencecilerdi. Örneğin askı türlerinin süresi vardır. Düz askıda bir insan en çok 10 dakika tutulabilir. Ters askıda 7 dakika. Sedat Selim Ay ve ekibi, askının son dakikalarında sorgudakinin ayağının altına bir sandalye iter ve sorarlardı: "Biraz dinlen istersen?" Kolları askıda da olsa, bir devrimci, o anda o sandalyeyi tekmeleyecek kadar gücünü toparlardı.

Ya da askının o son dakikalarında odadan çıkıp giderlerdi: "Bırakın bunu asılı kalsın. Ne zaman aklı başına gelirse geliriz." Tabii bu da ucuz bir oyundur. Dakikası dolduğunda tıpış tıpış gelip askıdan indirirlerdi.

Askı uzun kalın bir kalasa kolların battaniyeyle sarılması ile uygulanır. Kollarına kalas bağlanan kişi gri metal evrak dolaplarının üzerine asılır. O günden beri ne zaman bir devlet dairesine gidip o evrak dolaplarını görsem aklıma askıya alınan devrimciler gelir.

Askı seanslarının arasında zorla ayağa dikip arkama bir vantilatör koyarlardı. Ahmağın biri oradan pis pis gülerdi: "Buradan sağ çıksan bile karaciğerin, böbreğin çürüyecek, böbrek hastası olacaksın!"

Askıya elektrik eşlik eder. Kah hayalarda, kah dudakta, kah kafatasında dolaşır o lanet telin ucu. Vücut kaskatı kesilir. Askının acısı ağırlaşır. Kollar vücuttaki gerilmenin etkisiyle daha ağır biçimde kasılır. Elektriğin etkisini artırmak için vücuda su döker, bir daha çevirirler manyetoyu!

3 günün ardından İstanbul TMŞ günlerim bitti. Zira ben Ankaralıyım, Ankara'da üniversite okumaktaydım ve Ankara polisi de beni sorgulamak istemişti. TİM-3 şeflerinden birisi (gözüm bağlıyken) şöyle demişti: "Bak burada direndin, ifade vermedin, gidip Ankara'da çözülürsen vallaha seni bulur kafana sıkarım haa!"

Ankara'ya geldiğimizde prosedür gereği Adli Tıp'a çıkartıldım. Orada, ekte gönderdiğim işgörmez raporunu alabildim. Ki, 1996 yılında işkenceyi belgelendirecek doktor bulmak büyük bir sorundu. Hem muayenenin 3. günde yapılması (ki o zaman gözaltı süresi 15 gündü) hem de doktorun Hipokrat yeminine bağlılığı sayesinde ekteki raporu alabilmiştim. Bu raporu, "alınan raporların işkenceyle bir alakası yoktu" diye yalan söyleyen Sedat Selim Ay'a bir yanıt olarak gönderiyorum.

Ve bu işkenceler Ankara TMŞ'de de sürdü. Nihayetinde askının hiçbir etki yapmadığı noktaya geldik. Ve böylece işkence seansları son buldu. 15 Temmuz'da DGM Savcılığı'na çıkartıldım ve tutuklandım.

Benim yaşadıklarım, TMŞ polisinin 1990'lardaki rutin sorgu yöntemleriydi. Hatta ben, o dönemde gözaltına alınan pek çok devrimciye kıyasla çok az işkence gördüm. Sakat kalanlar, felç geçirenler, katledilenler, kaybedilenler oldu. TİM-3 çetesi ve başlarındaki Sedat Selim Ay, Bayram Kartal, "Atom" üçlüsü bu işkence timlerinden yalnızca birisiydi.

Ve biz, o askı tahtalarının, o elektrik manyetolarının Emniyet envanterlerinde hala tutulduğunu biliyoruz. 1990'lardaki OHAL iklimine benzer koşullarda hemen ulaşılabilecek şekilde saklanıyorlar. Siyasi polis "şimdilik" gözaltına aldığı insanları F Tipi tecritle korkutarak psikolojik işkence yapıyor. Sahte belge düzenleyerek insanları bizzat kendisi işkence olan o tecrit hücrelerine gönderiyor. Ama yarın ne getirir bilinmez!

Sonuç olarak işkence şefi Sedat Selim Ay'ın korunup kollanmasına, terfi ettirilmesine karşı bir tanıklık da ben yaptım. Bayram Kartal ve Sedat Selim Ay'ı sanık sandalyesinde görmek üzere, bu yazım bir suç duyurusu olsun."