Helal Gıda nedir?

Helal Gıda tartışması, yıllardır alttan alta yürütülürken, birdenbire ülkenin gündemine oturdu. Üniversitelerden bilim insanları bile "helallik" açıklamaları yapmaya başladı. Helal gıda, hükümetin gündelik yaşama şimdiye kadar yaptığı müdahalelerin tümünü aşabilecek bir etki yaratma potansiyeline sahip.

Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul ve Ankara'da, ayrı kurumların organizatörlüğüyle birtakım etkinlikler gerçekleştirildi. İstanbul, 2. Helal ve Sağlıklı Ürünler Fuarı, 4. Helal ve Sağlıklı Ürünler Konferansı ve 9. WHC (Dünya Helal Konseyi) Kongresi, Ankara ise 1. Uluslararası Helal Kongresi'ne ev sahipliği yaptı.

"Helal" ürün pazarının büyük bir rekabete konu olduğu ve "helal" ürün gamının giderek genişletildiği bir kez daha anlaşılırken, basına yansıyan "şampuan da harammış" haberleriyle ise konunun kamuoyuna daha fazla mal olmasına çalışıldığı gözlendi.

2005 yılından bu yana tartışılan ve ilk zamanlar AKP'nin elini bağlayan siyasi nedenlerle hızlı yol alınmayan, fakat en son Türk Standartları Enstitüsü'nün (TSE) Temmuz ayında yetkisini kullanmaya başladığı "helal" ürün sertifikasyonu uygulamasının sonuçları, daha çok tartışılacağa benzer.

Dünya çapında yıllık 2.1 trilyon dolar hacme sahip olduğu tahmin edilen "helal" ürün pazarında ön sıralara oynamak isteyen AKP hükümetinin ve beraberindeki dinci basının, bu gündem aracılığıyla yaşam tarzına etkide bulunacak müdahalelerde ipin ucunu kaçırıp kaçırmayacakları, akla gelen ilk soru işareti.

Şampuan vs. haram... Bir de domuz DNA'sının izi!
İslam Odaları Araştırma ve Bilgilendirme Merkezi (ICRIC) tarafından Ankara'da düzenlenen 1. Uluslararası Helal Kongresi'nde, içeriğinde, büyükbaş hayvanların yanı sıra haram kabul edilen domuzdan da elde edilen jelatin bulunması nedeniyle, şampuanın haram olduğu fetvası verildi.

ODTÜ Gıda Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatih Yıldız, yoğurt, peynir, dondurma ve meyve sularını da, kıvam artırıcı olarak jelatin kullanılması nedeniyle haram sınıfına sokarken, en ilginci de dışı jelatinli kapsülle kaplı ilaçların da dinen yasaklı ilan edilmesi oldu.

Yakın geçmişte ise bebek bezlerinin bile haram olduğu gündeme getirilmişti.

Domuz DNA'sının bile izini süren bu dinci "bilimsel" odaklar tarafından "helal" standardının kapsadığı ürün çeşidi çoğalırken, Helal Kongresi'nde, GDO'lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) ürünler hakkında da yorum yapıldı. Ege Üniversitesi'nde çalışan biyoteknolog Şebnem Kavaklı, GDO'lu ürünler hakkında, "fıkıh aleminin, GDO'lu gıdaların helal organizmadan oluşturulmuşsa helal, haram organizmadan oluşturulmuşsa haram olduğu görüşü"nü gündeme getirdi. Kavaklı, "bir domuzun DNA'sı alınıp buğdaya aktarılıyor. Bu asla helal olmaz" dedi.

Gıdada durmadı, başka her yere uzandı
"Ürünlerin İslami kurallara göre hazırlandığı"nın onayı demek olan "Helal Standardı", gıda, gıda servisinin yapıldığı mekânlar, paketleme, taşıma, markalama, etiketleme, lojistik, seyahat, otelcilik, eczacılık, kozmetik, tıbbı cihazlar ve diğer sağlık ürünlerini kapsıyor. 2.1 trilyon dolar hacmindeki pazardan Müslüman olmayan birçok ülke de pay alabilmek için fuarlara katılıyor, lobi faaliyetlerinde bulunuyor.

2004 yılında ilk kez Malezya'nın helal standardı uygulamaya başlamasıyla yol alan süreçte "helal gıda" kısmı işin sadece itici gücünü oluşturuyor. Amaçlanan, küresel bir ekonomik güç haline gelmek iken, Türkiye'deki yansıması ise, konunun, gündelik yaşamda dinin etkisinin artırılmasında itici güç haline getirilmesi oluyor.

Zira, geçtiğimiz aylarda basına yansıyan "helal AVM" benzeri haberlerin giderek yaygınlaşacağı öngörülebiliyor. Hatırlanacağı gibi haberde, Konya'da önümüzdeki yıl açılacak Kent Plaza adlı AVM'nin yönetiminin, mağaza kiralayanlara ilginç bir sözleşme imzalattığı belirtiliyordu. Sözleşmede, sadece yiyecek üzerine çalışacaklar değil, tekstilden çantacısına kadar AVM içindeki tüm mağazalar, "içki satmayacaklarını veya ikram etmeyeceklerini ve mağazaya domuz eti sokmayacakları"nı taahhüt etmek zorunda bırakıldı.

Bu hükümet "helal" sertifikasını kendisi alabilir mi?
"İslam dininde israfın haram olduğu" veya "adaletsizliğin hiçbir çeşidinin İslama uymadığı" yönündeki dini argümantasyonların, bu devasa "helal" pazar hacmini ne şekilde etkilediğine bakıldığında ise, söylem düzeyini aşamadığı daha da açık bir şekilde görülüyor. Helal sertifikasyon uygulaması, toplumsal yaşamın dinsel esaslara göre belirlenmesine, ağır baskı ve sömürü koşullarının dini referanslarla kabullendirilmeye çalışılmasına işaret ediyor.

Bu dini referansların günlük politikada nasıl kullanıldığına ilişkin geçtiğimiz günlerde yaşanan birkaç gelişmeyi hatırlatmak yeterli oluyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan, AKP hükümetinin estirdiği zam fırtınasının ardından, geçtiğimiz günlerde partisinin Kızılcahamam'daki kampında, "kardeşim sigarayı içmezsin, olur biter. Alkolü daha az tüketirsin, olur biter" demişti. "İsrafın haram olduğu" ise Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın açıklamasında daha belirgindi. Akdağ da, ilaç başına 1 TL ek ücret ödenmesi, "katkı payı"nın 5 TL'den 6 TL'ye çıkması ve aile hekimi ücretinin 3 TL olması gibi zamların gerekçesini "sağlık ekonomisinde israfı önlemek ve ekonomiyi doğru bir zemine oturtmak" olarak açıklamıştı.

Peki, ya işçilerin emeğinin karşılığını alması için yürütülen mücadeleler ve yasal kazanımlar konusuna gelindiğinde ortada nasıl bir "dini bakış" tablosu var? Helal sertifikasyon sürecinin Türkiye ayağında yaşanan tartışmalarında "aşırı" uçların, "çalışanlarına adaletsiz ücret veren, sigortasını yapmayan, sağlıksız ortamlarda çalıştırmayanlar helal sertifika alamazlar zira adaletsizliğin hiçbir çeşidi İslam'a uymaz" demesi, yine bugünlerde AKP hükümetinin, emekçilerin çalışma sürelerinin insanlık dışı bir şekilde artırmak üzere hazırlıklarda bulunduğu haberleriyle boşa çıkarılıyor.

İllâ İslam referans alınacaksa, "helal" sertifikasına hak kazanamayacak olanların başında çok açık ki, AKP hükümeti geliyor.

Sinan Çetin TSE damgasını hak etti: Helal olsun!
Helal sertifikasyonu tartışmalarında kendini savunmak için TSE yönetiminden daha önce, "TSE, bütün İslam ülkeleri için geçerli olacak olan bir standardın hazırlanmasında görev almakta ve bu çalışmaların raportörlüğünü sürdürmektedir. Bu standart, standardizasyonun doğası gereği, mecburi olmayacaktır. Diğer İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) üyesi ülkeler gibi Türkiye de bu standardı ulusal hale getirip getirmemekte serbest olacaktır" açıklaması gelmişti.

Tartışmaların en önemli başlıklarından biri, ihracat yaparken kullanılması öngörülen bu belgenin iç pazardaki ürünlerde de kullanılma ihtimalinin gıda şirketlerinde yarattığı kaygı idi. Gıda ve içecek dernekleri dört yıl önce, "herhangi bir firmanın 'bu belgeyi ihracata verdiğim üründe kullanacağım' deyip, iç pazarda sattığı ürüne basmayacağını nereden bileceğiz. İş buralara kadar uzayabilir. O zaman pazarda 'helal'in karşısında haram ürün varmış gibi görünür" diyordu.

Bu iki ayrı açıklamanın üzerinden dört sene geçmedi, kaygı yaratan gelişmeler yaşanmaya başladı bile... Başlangıçta ihracat şirketlerinin Müslüman pazarlarındaki rekabet gücünün artırılması gerekçesiyle gündeme getirilen ve tartıştırılan "helal" sektörünün etkileri şimdi bambaşka bir düzeye, toplumsal yaşamı belirleyecek, "mahalle baskısı"nı artıracak kıvama ulaştı.

TSE tarafından verilen "helal" sertifikasını Türkiye'de ilk alan şirket ünvanına kavuşan dinci sermayeli Aytaç'ın, yayınlanmaya başlayan yeni reklam kampanyası, "Yapana da Yiyene de Helal Olsun" sloganını kullanıyor.

Aytaç'ın reklam kampanyası, Sinan Çetin'in yönetmenliğini yaptığı beş ayrı filmden oluşuyor ve sucuk, piliç, meyve suyu, doğal kaynak suyu ile bisküvi olmak üzere beş farklı ürün grubunun "doğallığı ve sağlıklı oluşu"nun yanı sıra "helalliği" vurgulanıyor.

AKP Türkiyesi'ndeki "helal" serüveni
TSE yönetimi, daha önceki açıklamalarında sertifika verme yetkisini 2008 sonuna kadar üstleneceğini duyurmasına rağmen, bir devlet kurumunun "helal" standartları uygulamasına karşı dile getirilen eleştiriler üzerine, AKP hükümeti de konuyu İKT çatısı altında çözmeye karar verdi.

Kasım 2007'de İstanbul'da düzenlenen 23. İslam Konferansı Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) toplantısında, "Helal Gıda Standardı" hazırlama teklifi üye ülkelerce gündeme getirildi. Sekretaryasını TSE'nin yürütmekte olduğu İKT Standardizasyon Uzmanlar Grubu 9. Toplantısı, İKT Helal Gıda Standartlarını çalışmak ve geliştirmek üzere, TSE'nin ev sahipliğinde Nisan 2008'de Türkiye'de yapıldı. İKT Helal Gıda Standart taslağını oluşturmak, belgelendirme ve akreditasyon prosedürleri ile ilgili çalışmaları yürütmek üzere, 10 İslam ülkesinden temsilcilerin yer aldığı iki ayrı komite oluşturuldu. Her iki komitenin raportörlüğü, üye ülkelerin talebiyle Türkiye tarafından yürütüldü.

Çalışmalar, şeriat kanunlarının hüküm sürdüğü İslam ülkelerinin birtakım "aşırılıkları"nın törpülendiği tahmin edilebilecek uzun bir süre boyunca nihayete erdirilemedi.

Nihayet, 16-17 Mayıs 2011'de Kamerun'da 33 İslam ülkesinin katımıyla yapılan toplantıda, "helal ürünler"le ilgili standartlar kabul edildi ve "İslam dünyası helal gıda standartları" yayınlandı. Bu standartların Türk standardı olarak kabulüyle ilgili süreci başlatan TSE, şimdilerde de başvuran şirketlere "helal" sertifikası vermeye başladı. Sertifikayı ilk alan şirketler de Aytaç ve Beypiliç oldu.

"Gıdaya türban takmak"
Zaman gazetesi, konu hakkındaki tartışmaları, daha önceleri Türkiye'de "helal" sertifikası verecek herhangi bir kuruluş olmaması nedeniyle yerli firmaların helal ürün pazarına girmekte geç kalışını argüman olarak kullandığı haberlerinde, konu hakkındaki tartışmaları "ideolojik batak" olarak adlandırmıştı. Fakat, ihracatçı şirketlerin gerektiğinde Dış Ticaret Bakanlığı ve Diyanet'ten böyle bir belgeyi zaten alabildiğini vurgulayan bazı dernekler, hükümet ve yandaş basın tarafından sivriltilen gündemi "gıdaya türban takmak" olarak adlandırmıştı.

Şeriat iklimi: "Helal standardı devletlerin yasalarıyla bütünleşmelidir"
Şeriatla yönetilen İslam ülkelerinin yanı sıra Türkiye'de de, "helal standartlarının devletin yasalarıyla bütünleşmesi gerektiği" tartışmasını gündeme getirenler oldu.

TSE'nin yetki kullanmaya başlamasından önceki yıllarda yaşanan ve basında yer alan bir haber ise, "helal" pazarının gereklerini de gözler önüne seriyordu.

Habere göre şirketlere kurumsal danışmanlık, ISO ve CE belgelendirme gibi hizmetler veren Etika Danışmanlık adlı bir kuruluş, gıda ihracatçısı firmalardan gelen talep üzerine, Türkiye'de henüz olmadığı için "helal ürün sertifikası" veren kuruluş arayışına girmiş, ama ilginç isteklerle karşılaşmıştı. Etika'nın genel müdürü Kılınç Orhan Erdemir, başlarından geçenleri şöyle anlatmıştı:

"Helal sertifikası verme yetkisi için Avustralya'daki Halal Certification Authority International kuruluşuna müracaat ettik. Önkoşul olarak beş vakit namaz kılıp kılmadığımızı, oruç tutup tutmadığımızı sordular. Yetkiyi verecekleri şirketin yönetimi ve çalışanlarının da beş vakit namaz kılmalarını şart koşuyorlar. İslam'ın şartlarını yerine getirmeyenlere bu yetkiyi vermiyorlar. Avustralyalı kurum, genç sayılabilecek yaşlarda olduğumuzdan bizim sadece hacca gidememiş olmamızı mazur gördü."

Son çıkan haberlerle bir kez daha farkedildi ki, gıdayla sınırlı kalmayan "helal" piyasası, pek çok konuyu da içine alacak çekilde genişletilmeye çalışılacak. Market raflarında "helal" damgalı ürünler ve diğerleri arasında seçime zorlanan sıradan tüketici olgusunun yanı sıra ve daha geniş bir kapsamda, örneğin, devlet ihaleleri ve kurumlarının ürün alımlarında da "helal" belgesi isteyip istenmeyeceği sorusu akla geliyor. Helal belgesi veren TSE'nin iş yerlerinin çalışan profilini etkileme ihtimali de tartışılıyor.

(soL - Haber Merkezi)