Çetin Doğan'ın kızı Pınar Doğan: 'Bazı yazarlara dair fikrim radikal biçimde değişti'

Balyoz davasında 20 yıl hapse mahkum olan Çetin Doğan'ın kızı ve damadı, davanın seyrini ve Yargıtay sürecini değerlendirdiler. İddianamedeki delillerin çarpıklığına rağmen çıkan sonucu eleştiren Doğan ve Rodrik, bu süre boyunca bazı liberal kalemlere bakış açılarının da değiştiğini söylediler.

Pınar Doğan ve Dani Rodrik. Balyoz davasında açıklanan karar sonucunda 20 yıl hapse mahkum olan Eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın kızı ve damadı, dava sürecinde yaşanan hukuksuzlukları ve iddianamedeki delillerin sahteliğini açtıkları blog vasıtasıyla kanıtlayarak önemli bir işe imza atmışlardı. Dava boyunca yaşananları ve Yargıtay sürecini değerlendiren Doğan ve Rodrik, bu süre zarfında, liberal olmalarına rağmen bazı liberal kalemlere bakışlarında önemli değişiklikler yaşadıklarını belirtiyorlar. Bugünkü soL Gazetesi'nde bir kısmı yayımlanan röportajın tam halini soL portal okurlarına sunuyoruz.

Davadan siyasi iktidarın istediği bir karar çıkmasına rağmen hiç de "demokrasinin zaferi" söylemi yaygın değil. Bunu neye bağlıyorsunuz?

DR: Birincisi, davadaki iddialar kanıtlanmadı, bilakis tam tersi oldu. Balyoz davasına adını veren belgelerin sahte olduğu kanıtlandı. Taraf ve Zaman gazetesi yazarları ne kadar örtbas etmeye çalışsalar da bu gerçek 2+2=4 gibi ortada duruyor.

Mahkemenin delillerin değerlendirme safhasını atlaması, sahtelik kanıtlarını tamamen es geçmesi ve avukatların tüm ısrarlarına rağmen darbeyi önlediği iddia edilen komutanı tanık olarak dinlemeyi reddetmesi savunulacak bir tarafı olan şeyler değil. Bu yüzden sonuçtan memnun olanlar dahi biraz kem küm etme durumunda kaldılar.

PD: Evet, Dani’nin dediği gibi... Davaya adını veren Balyoz belgesinin ve ilişkili diğer planların sahte olduğu alenen ortaya çıkınca bu sefer dikkatleri gerçek olan seminere çekmeye, seminere suç atfetmeye çalışmaya başladılar. Düşünün ki, Taraf gazetesinin ‘Camii bombalayacaklardı’ manşetiyle yaptığı habere kaynak olan Sakal, Çarşaf Word dokümanları sözde en son 2003’de kaydedilmiş ama içinde Office 2007 ilk kez ile kullanılmaya başlanan yazı karakterlerine referans var. Bu camilerin krokileri sözde son kez 2003’de kaydedilmiş, ama bu PowerPoint şemaların içinde ilk kez Office 2007 ile kullanılmaya başlanan XML şemalar var. Düşünün ki, Microsoft Office’in Türkiye’de ilk piyasaya sürülmesi ise Şubat 2007 yani, Hırant Dink’in öldürülmesinden bir ay sonra. Daha önce yok. Ama Hırant Dink’in ve diğer gazetecilerin hedef alınacağı belirtilen Word dokümanlarında Office 2007 ‘den önce mevcut olmayan yazı karakterlerine referans var. Yani birileri, Hırant Dink öldürüldükten sonra sucu Balyoz sanıklarına atfetmek için böyle bir belge hazırlıyor. Aksini iddia etmek için Calibri ya da Cambria gibi yazı karakterlerinin Türk Ordusu tarafından geliştirildiğine, Microsoft’un 2007’de bunu çaldığına inanmak lazım. Bu Balyoz belgelerin 2003’de hazırlandığına olan inançlarını sarsmamak için bunu bile makul görebilecek durumu hazin bir “aydın” kesimi mevcut Türkiye’de.

Şimdi, Balyoz’un sahte olduğu alenen ortaya çıkınca Taraf ve Zaman şürekâsı ‘seminer tek başına darbeyi kanıtlamaya yeter’ şeklinde yayınlar yapmaya başladılar. Oysa seminerin Balyoz ile uzaktan yakından ilgisi yok. Gizli-saklı yapılan bir seminer de değil. Ankara’dan gönderilen 15 gözlemcinin katıldığı bir seminer. Seminer ses kayıtları ve belgeleri Balyoz belgelerine gerçeklik süsü katmak için birlikte sahte Balyoz CD’leriyle paketlenip Baransu’nun bavuluna konmuş. Sormak gerekir madem seminer darbe hazırlığı idi, neden seminere katılan 162 kişiden sadece 50’si Balyoz’da sanık? Madem Balyoz davasının esasi seminer, neden seminerle uzaktan yakından ilgisi olmayan 315 kişi Balyoz davasında sanık? Sivil bir sekreterden, ofisinde Word belgesi yazdığını iddia ettikleri sırada annelik izninde çocuk emzirdiğini kanıtlayan kadın subaya kadar 330’a yakın kişi ağırlaştırılmış müebbet hapisten 15-20 yıla indirilmiş hapis cezaları aldı. Kanıt nedir? Sahte dijital Balyoz belgeleri.

Balyoz davasını destekleyen ama bu belgelerin sahte olduğunu anladıktan sonra biraz hız kesen kesim sormuyor: bu sahte belgeleri kim üretti!

Dava süresince avukatlarla birlikte delillere ilişkin birçok çelişki ve tutarsızlığı ortaya koydunuz. Ancak mahkeme çelişki ve tutarsızlıkları dikkate almadan kararını açıkladı. Sizce karar sürecini hızlandırmalarının nedeni neydi?

DR: Mahkeme önceden yavaş gidiyordu. Basta benim kanım bu delillerle mahkemenin – ne kadar taraflı olsa da –sanıklar aleyhine hüküm veremeyeceği, bu yüzden de süreci uzatabildiği kadar uzatacağıydı. Bir noktadan sonra, işlerin daha hızlı gitmeye başladığını, mahkemenin bu işi bitirmeye niyetli olduğunu görmeye başladık. Belki de topu Yargıtay’a atmak istediler.

Kararın ardından başta Başbakan Erdoğan olmak üzere birçok hükümet yetkilisi, "süreç tamamlanmış değil, Yargıtay'ın kararını beklemek gerek" dedi. Ancak ilgili Yargıtay Dairesi'nin üye bileşiminin siyasi iktidar tarafından değiştirildiği biliniyor. Yargıtay'dan adil bir karar çıkmasını bekliyor musunuz?

DR: Benim bu konuda beklentim sıfır. Türkiye’de yargı AKP ve cemaatin eline geçmiştir ve bu denli önemli bir davada bu iki tarafın arzularıyla çelişen bir kararın çıkması neredeyse imkânsızdır.

PD: Evet... Zaten daha yeni Yargıtay üyeleri atanmadan önce, işin ceza ile sonuçlanıp Yargıtay’a gelmesini garantilemek için Mahkeme Başkanını değiştirdiler. Balyoz duruşmaları başlamadan 24 saat önce 10. Ağır Ceza Mahkemesi apar topar Gebze’ye atandı. Yollanan eski başkan, soruşturma sürecinde kimi şüphelilerin tutukluluk kararlarına şerh düşmüştü. Bu kişiningöz göre göre sahte belgelerle insanları hapsedecek nitelik(siz)likte olmadığına kanaat getirmiş olmalılar.

Soruşturma sürecine de bakın emniyet gerçekleri ortaya çıkarmayı bir yana bırakın, ortaya çıkan gerçekleri çarpıttı, yalan ifade içeren raporlar hazırladı. Hepsi belgeli bir şekilde elimizde mevcut. Savcılar Balyoz belgelerinin sahte olduğunu gösteren yazışmaları sakladı ve iddianameye ‘yazışmalar belgelerin tutarlı olduğunu göstermiştir’ yazdı. Hem Emniyet hem Balyoz savcıları için suç duyuruları yapıldı ama nafile. Neredeyse iki sene boyunca Silivri’de tamamen göstermelik olarak toplanan mahkeme, davanın esası olan dijital belgelerin sahte olduğunu herkesin gözü önünde 5 dakika içinde ortaya koyabilecek bilirkişi atamayı reddetti, kimin hazırladığı belli olmayan imzasız dijital belgeler üzerinden insanlara ceza verdi.

Bir kaç ay önce özel yetkili savcılar MİT Müsteşarını hedef aldıkları zaman Erdoğan “devlet içinde devlet” tanımlaması yapmıştı. Çok yerinde bir tanımlama, ama bu tek bir dava ya da soruşturmaya mahsus değil ki. Sadece Balyoz’adeğil, benzer davalara bir yakından bakın Ergenekon, KCK, OdaTV, Askeri Casusluk ve Fuhuş... Yöntemler hep aynı. İsimsiz bir ihbar mektubu üzerine, isim benzerliği yüzünden yanlışlıkla başkasının evini –tabii ev sahibi evde yokken—aradığı halde ihbara konu olan CD’yi bulan polis hakkında ne düşüneceğiz? Emniyet ve yargı sistemi içinde yuvalanmış ve suç isleyen bu gücün yaptıklarından, nihai olarak buna müsaade eden Hükümet sorumludur. Sonuçta Emniyet’ten İç İşleri Bakanı sorumludur, Adalet Bakanı sorumludur, Başbakan Erdoğan sorumludur. Emniyet ve yargının, suç isleyen bu topluluktan temizlenmesi de ancak iktidar partisinin iradesi ile olur.

Yargıtay on binlerce sayfalık dava belgelerini inceleyecek. Avukatların savunmaları alınacak. Sanırım Yargıtay'ın kararını öğrenmek için yıllarca bekleyeceğiz...

DR: Muhtemelen. Belki işi Yargıtay’da bekletmeyi daha uygun buldular.

Balyoz davasının, Ergenekon, KCK, Odatv gibi davalarla birlikte siyasi rejim değişikliği sürecinde kullanılan araçlar olduğu yönünde yaygın bir görüş var. AKP'nin kuruluşunu ilan ettiği yeni rejimin geniş bir kesimde meşru görülmemesinde, bu davalarda büyük hukuksuzluklara imza atılmasının payı var mı?

DR: Doğrusu bu davalardaki hukuksuzlukların toplumun geniş bir kesiminde yankı bulduğuna emin değilim. Ne de olsa, ana medya araçları AKP ve Cemaat’in kontrolünde, ya da büyükölçüde oto-sansür uyguluyor. Yani bu konularda ne kadar farkındalık var bilemiyorum. Her şeyin iyi gitmediği, yargıda bu davalar etrafında garip şeyler döndüğü kanısı giderek yaygınlaşıyor olabilir.

Yurt dışında birçok iyi niyetli aydın ve gazetecinin Türkiye'deki siyasi davalar konusunda kafa karışıklığı yaşadığını biliyoruz. Gelinen noktada, bu davalarla ilgili düşüncelerde ciddi bir değişim var mı?

DR: Biz bu davanın gerçeklerini yurt dışında anlatmaya çalıştığımızda ilk günlerde iki önemli engel ile karşılaştık. Birincisi, ordunun darbe geleneği iddiaları inandırıcı kılıyordu. İkincisi, Türkiye’nin yurt dışındaki dostları davayla ilgili bilgileri önemli ölçüde cemaat yazarları ve “liberal”lerden alıyordu, ki bu bilgiler çoğu zaman çarpıtılmış ve (bazen) açıkça yanlış oluyordu. Dolayısıyla, bu davanın demokrasinin askeri vesayete karşı zaferi olduğu ve desteklenmesi gerektiği şeklinde yaygın bir kanı vardı.

Bugünartık durum tamamen değişti ve bu hikayeye kimse inanmıyor. Balyoz ve benzer davaların gerçek suç ve suçlularla yüzleşmek için kullanılmadığı, tam tersine yeni bir vesayet rejimi yaratmak için düşman ve muhalif olarak belirlenen kesimleri tasfiye etmek için kurgulandığı daha iyi biliniyor.

Bu dava süreci boyunca hükümet yanlısı medya sizleri sık sık hedef gösterdi. Ancak kurduğunuz site oldukça geniş bir kesimin ilgisini çekti ve dava ile ilgili kanıları etkiledi. Bundan sonra neler yapmayı planlıyorsunuz?

DR: Yalanlara karşı en iyi savaş, gerçekleri belgelendirerek ortaya sermektir. Biz bunu blogumuzda ve başka yazılarımızla yapmaya devam edeceğiz.

PD: Blog sitemizin adresini de verelim. http://www.balyozdavasivegercekler.com

İkinizin de akademisyen olduğunuzu biliyoruz. Süreç şüphesiz akademik çalışmalarınıza ayırdığınız zamanı etkilemiştir. Peki siyasi fikirlerinizi nasıl etkiledi?

DR: Ben kendimi siyasi anlamda liberal, ekonomik ve sosyal konularda ise daha çok sosyal demokrat olarak nitelendiririm. Bu inançlarımda bir değişiklik olmadı, bilakis özellikle siyasal liberalizmin önemine daha çok inandım.

PD: Benim de siyasi fikirlerim değişmedi ancak siyaset dahil olmak üzere birçok konuda fikir birliği içinde olduğum ve saygı duyduğum yazarlar hakkındaki fikirlerim radikal bir şekilde değişti. Çoğunun analitik ve ampirik düşünceden hiç feyz almadığını, ya da belli konulardaki ön kabullerinin bu kabiliyetlerini nasıl tamamen devre dışı bıraktığını gördüm. Ortaya çıkan yeni olgular ışığında inançlarını gözden geçirmek yerine, olguları çarpıtarak inanç sistemlerine uygun hale getirme çabalarına tanık oldum. ‘Belgeler sahte olamayacak kadar detaylı,’ ‘çelişkiler var ama bunları sanıklar yakalanınca belgeler sahte diyebilmek için yaratmışlardır, ‘bunlar gerçek olmayabilir ama bir de hakikat var’ gibi akıllara ziyan “argümanlar” okudum.

Yanıtlarınız için teşekkür ederim
PD - DR: Biz teşekkür ederiz.

Röportaj: Emre Deveci (soL Gazetesi)