Cemaatin polis şefinden trajikomik istek

Ergenekon sanığı Mehmet Ali Çelebi'nin telefonuna Emniyette sonradan 139 numara kaydedilmesi skandalıyla ilgili olarak İstanbul Emniyeti İstihbarat Şefi Ali Fuat Yılmazer, "Keşke telefonu bize verselerdi" dedi. Oysa verselerdi, kanıtları yok edecekti. Bu bir itham değil, bir tecrübe...

Bilindiği gibi Ergenekon sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin telefonuna İstanbul Emniyeti’nde sonradan 139 telefon numarası yüklendiği açığa çıkmış, Organize Suçlar Şube Müdürlüğü de mahkemeye gönderdiği yazıda bu komployu kabul etmişti.

Emniyetin böyle bir komplonun aracı olması, son dönemde Ergenekon davalarının giderek düşen inandırıcılığıyla birlikte önemli bir etkide bulundu. Ancak suçu kabul eden emniyet, kendini savunmanın yollarını aramaya başladı.

Meseleyi köşesine taşıyan yazarlardan Fatih Altaylı, İstanbul’un İstihbarattan Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer tarafından arandı. Yılmazer, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın talimatı üzerine Altaylı’yı aradı.

Yılmazer, numaraların telefona Emniyet’te yüklendiğini kabul ederek, şunları söyledi:

“Biz şüpheliler üzerinde ele geçirilen telefonlara dokunmayız. Bunları bilgisayara bağlar ve bütün bilgilerini aktarırız. Bir anlamda telefonun fotoğrafını çekeriz. Aktarırken farklı dosyalar üst üste yazılmış olmalı. İki farklı telefonun kaydı birlikte görünür olmuş. İnsan hatası diye düşünüyoruz.”

Yani, telefon yasalara aykırı biçimde emniyette açılıyor ve 1 dakika 23 saniye içinde “fotoğrafı çekilirken”, sehven, yani “yanlışlıkla” telefona Hizbut Tahrir üyelerine ait telefon numaralarını “eşim, kaynanam, bacanak” gibi isimler altında kaydettiklerini iddia etti.

Savunmanın inandırıcılığı bir tarafa, Fatih Altaylı, telefonda Yılmazer’e “Bilirkişi raporu farklı. Bilgiler telefona kaydedilmiş. Sanki telefonda bunlar mevcutmuş gibi hava yaratılmış” dedi. Yılmazer, buna yanıt olarak şunları söyledi:

“Bunu biz de duyduk. Bu yüzden de mahkemeden incelenmek üzere telefon kayıtlarını istedik ancak adli emanette olduğunu söyleyip bize vermediler. Sonra bunu bilirkişiye yollamışlar. Bize yollasalardı işin aslını ortaya çıkarırdık. Gerçi telefonların hafızası kısıtlı ve geriye dönük taramada bilgisayar kadar çok bilgi vermiyor ama yine de inceleseydik bir şeyler bulurduk.”

Ardından Yılmazer, aslında bu numaraların yüklenmesinin davayı etkilemediğine, Çelebi’nin Hizbut Tahrir’le bağlantısının zaten sabit olduğuna dair iddialar öne sürdü. Yılmazer’in iddialarının büyük kısmı yanlıştı. Fakat ortada daha vahim bir durum var.

Türkiye’de son yıllarda cemaatin elindeki Emniyet Müdürlüğü, kendini hakim ve savcıların yerine koymaya, kendini öyle görmeye başladı. Öyle ki, teknik ve fiziki takibi yapan polis, iddianame yerine geçecek şekilde tasarlanan fezlekeler hazırlamaya kadar süreci yürütüyor, savcılar bu fezlekeleri iddianame diye sunuyor, hakim de davayı bunun üzerine kuruyor.

Yılmazer de bu durumun verdiği özgüvenle, “Keşke telefonu bize yollasalardı” diyor. Yani mahkeme, sonradan yükleme yapıldığından şüphelendiği telefonu, yüklemeyi yaptığından şüphelenilenlere göndermeliydi. Bir başka deyişle, sanığa, “Sen buraya numaralar yüklemişsin diyorlar, bir bak bakalım yüklemiş misin” diye sormalıydı.

Kimdi bu Yılmazer?
Yılmazer’in talebi zaten bir komedi. Ancak bu talebin, bir trajedi boyutu da var. Bu boyutu anlamak için, hafızaları biraz tazelemek ve Yılmazer’in kim olduğunu hatırlamak gerekiyor.

Ali Fuat Yılmazer, Hrant Dink suikasti işlenmeden önceki süreçte Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’nın C Şubesi müdürüydü. Azınlıklarla ilgili meselelere bu şube baktığı için, Dink’le ilgili tüm bilgiler bu şubeye geliyordu.

Yılmazer, elindeki bilgileri gizlemiş, cinayetteki ihmali sonradan yürütülen soruşturmalarda açığa çıkmıştı. Yılmazer, bu bilgileri gizleme sürecinde, önce Trabzon Emniyet Müdür, sonra da İstihbarat Daire Başkanı olan Ramazan Akyürek’le birlikte davranmıştı.

İki isim de, emniyetteki Gülen cemaati örgütlenmesinin kritik isimleriydi. Akyürek’in Gülen bağlantısı, Emniyet’in kendi raporlarına dahi geçmişti. Sonradan Ergenekon soruşturmalarında da kritik bir rol oynayacak olan Yılmazer’in durumu için ise Taraf gazetesinin polis yazarı Emrullah Uslu, 24 Ağustos 2010’daki yazısında şunları söylüyordu:

“.... Yılmazer’in arkasında Cemaat varmış. Ben Yılmazer’in Cemaat’le bir ilişkisinin olup olmadığını bilmiyorum ama onun neden güçlü olduğunu bildiğim çok net bir bilgiye sahibim. O, bu göreve getirildi çünkü onu Başbakan Tayyip Erdoğan istedi. İstanbul’a her geldiğinde de onunla mutlaka görüşüyor Erdoğan.”

İşin trajedi kısmı, şurada. Ogün Samast’ın Hrant Dink’i vurduğu anlar, Akbank’ın güvenlik kameraları tarafından kaydedilmişti. Görüntüler çok önemliydi, çünkü görgü tanıkları Samast’ın olay yerine tek başına gelmediğini, yan sokaktan caddeye dönene kadar yanında iki kişi daha olduğunu belirtiyorlardı. Bu iki kişinin kim oldukları, soruşturma açısından çok büyük önem taşıyor ve Akbank’ın kamera görüntülerinde olabilecekleri düşünülüyordu.

TBMM Dink Cinayeti’ni Araştırma Komisyonu’nun konuyla ilgili raporunda, inanılmaz gerçek ortaya çıktı:

“Cinayet günü (19 Ocak 2007) cinayet mahalline yakın Akbank’ın ATM kamera görüntülerinin saat 12:48’e kadar olan kısmı Emniyet tarafından bir daha geri dönüşümü mümkün olmayacak şekilde olay sonrası silindi.”

Emniyet, açık açık, davanın en önemli kanıtı olabilecek kamera kayıtlarını silmişti. Bunu yapan, cinayet sonrası İstanbul Emniyeti’ne İstihbarat Şube Müdürü yapılan Ali Fuat Yılmazer ile Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’in başını çektiği ekipti.

Kısacası, Yılmazer komik bir şekilde kendilerinin suçlandığı “numara kaydetme” olayında “Keşke telefonu bize verselerdi” derken komik duruma düşüyordu, fakat kendisinin daha önce Dink davası kanıtlarını ortadan kaldıran ekibin üyesi olması, olayın trajik boyutuydu. Telefon onlara verilse, elbette bu skandal asla açığa çıkmayacak, kanıtlar yok edilecekti.

Ali Fuat Yılmazer, İstanbul’un İstihbarattan Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı...

(soL - Haber Merkezi)