Bunlara da soruşturma açılacak mı?

BDP’li Bengi Yıldız hakkında “halkı askerlikten soğuttuğu” gerekçesiyle soruşturma başlatıldı. Yıldız’a “vicdani red” çağrısı yaptığı için açılan soruşturma, ordunun ülke halkı nezdinde saygınlığını zedeleyen NATO’culara, İsrail’le işbirliğini sürdürenlere, OYAK patronu komutanlara, askerlik hizmetini yerine getiren gençlere kişisel işini yaptıranlara açılmıyor.

Batman Cumhuriyet Başsavcılığı, BDP Grup Başkan Vekili ve Batman Milletvekili Bengi Yıldız hakkında "halkı askerlikten soğuttuğu" gerekçesiyle soruşturma başlattı.

Soruşturma, Yıldız’ın Batman’da düzenlene bir mitingde yaptığı konuşma nedeniyle başlatıldı. O konuşmada, Yıldız, halktan çocuklarını askere göndermemelerini isteyerek, “Dünyada ve Avrupa’da vicdani ret kararı uygulanıyor. AİHM’e göre vicdani ret, askere gitmemek bir haktır. Bundan sonra çocuklarınızı bu kirli savaşa göndermeyin. Bu savaşın ortağı olmayın. Bu ülkeyi yönetenler, çocuklarını askere göndersin” dedi.

BDP’li Yıldız, soruşturmaya uğrarken, Türkiye’de onlarca yıldır “halkı askerlikten soğutmak” için dört elle çabalayan sivil ve asker yetkililer hakkında ne zaman soruşturma açılacağı merak konusu. Zira ordunun dış bağlantılarından, askerlerin karıştıkları suçlara, askeri personelin özlük haklarından, askerlik hizmetini yapan gençlerin yaşadıklarına kadar pek çok nedenle Türkiye’de halk, vatandaşlık ödevi sayılan “askerlik hizmetinden” soğutuldu, soğutuluyor.

12 Eylülcüler de soruşturulacak mı?

Türkiye’de işçi düşmanlığının, gericiliğin, ABD emperyalizmine teslimiyetin önünü alabildiğine açan 12 Eylül darbesi ordunun yakın siyasi tarihte işlediği suçların başında geliyor. 12 Eylül’den bu yana o günkü komuta kademesinin zihniyeti reddedilmedi, bu zihniyetin ortaya koyduğu çizgi dışına çıkmak yönünde de ciddi bir adım atılmadı. Türkiye’nin tarihine kara bir leke düşüren 12 Eylülcü askerler soruşturulmadığı gibi, onların alenen işledikleri suçlar da bugün onlarca filme, romana konu olduğu yani halkın büyük bir bölümü tarafından bilindiği halde soruşturma konusu yapılmadı.

General Kenan Evren’in verdiği kararla 17 yaşındaki Erdal Eren’in asılması bu suçlardan biriydi. Bugün 12 Eylül döneminde askerlerin işkenceden, adam öldürmeye kadar pek çok suç işledikleri bilindiği ve toplumun önemli bir kesiminin hafızasında bu suçlar henüz taze olduğu halde, bunları yapanlardan hesap sorulmadı. Yine, 12 Eylül döneminde Diyarbakır Askeri Cezaevinde yapılan işkenceler, bugün pek çokları tarafından Kürt halkının önemli bir kesimini ordudan soğutan başlıca neden olarak sıralanıyor. Ancak bu karanlık dönemde insanlık dışı işler yapanların peşine düşülmüyor.

Hem NATO ordusu, hem vatan-millet edebiyatı
Türkiye ordusunun üst düzey kademelerinde yer alanlar ABD, NATO tedrisatından geçmeden kritik görevlere atanmıyorlar. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ birkaç gün önce Çanakkale’de yaptığı açıklamada, NATO’yu överken, NATO Afganistan’da her gün yeni bir sivil katliamına imza atmayı sürdürüyordu. Üstelik NATO Türkiye’de ordunun emperyalizme bağlılığının sigortası olarak işlev görüyor kendi konseptini ulusal ordulara dayatıyor, askeri sanayiyi dışarıya bağımlı kılıyor. Ancak bu katliam örgütünün bir parçası olmaktan övünç duyan, Türkiye ordusunu bu emperyalist kuruma bağlı kılan, NATO’nun hizmetinde Afganistan’a asker göndererek ABD işgaline hizmet edenler aynı zamanda Türkiye halkının karşısına geçip “vatan-millet edebiyatı” yapabiliyorlar. Halbuki, Türkiye’nin binlerce genci Afrika’da, Balkanlarda, Asya’da askerlik hizmetini ABD’nin kan akıttığı, işgal ettiği coğrafyalarda yapmaya, başka bir deyişle ABD hizmetine girmeye zorunlu tutuluyor. Tüm bunlara rağmen, sorumluluk mevkiindeki bu kişiler de “halkı askerlikten soğutmaktan” soruşturulmuyorlar.

İsrail ordusuyla da dost

Türkiye ordusunun uzun yıllar Ortadoğu’daki en yakın partnerlerinden biri Filistinlileri katleden İsrail ordusu oldu. Hükümetler de bu işbirliğine, “stratejik ortaklık” diyerek destek verdiler. Katliamcı İsrail ordusuyla uzun süre ortak tatbikatlar düzenleyen, Türkiye’deki üsleri eğitim sahası olarak kullandıran TSK, 2002'de 170 adet tankın modernizasyonu için anlaştığı İsrailli firmaya 687.5 milyon dolar kazandırdı. Üstelik ihalenin İsrail’e verilmesinin dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Şener Eruygur’un şahsi çabalarıyla mümkün olduğu da biliniyor.

Özellikle Güneydoğu’da kullanmak üzere İsrail’den insansız hava uçakları olarak bilinen Heronları teslim alma işlemi, İsrail’in Gazze yardım filosuna yaptığı saldırıda Türkiye vatandaşlarını katletmesine rağmen iptal etmedi. Bugünlerde kalan 4 uçağın teslim alınması için kalabalık bir Türkiye heyeti İsrail’de bulunuyor.

TSK'nın Filistinleri ezen, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını katleden, katliamcı kimliği tescilli İsrail ordusuyla içine girdiği ilişkiler, “halkı ordudan soğutmanın” gerekçesi olarak görülmüyor ki, bu konuda bugüne kadar herhangi bir adım atılmış değil.

JİTEM askerlikten soğutmaz mı?

Türkiye’de halka karşı işlenen suçların önemli bir bölümünde parmağı olduğu bilinen birkaç suç örgütünden biri JİTEM adını taşıyan ve Jandarma teşkilatına bağlı olarak faaliyet gösterdiği söylenen oluşum. JİTEM son dönemde Ergenekon operasyonları kapsamında tutuklanan emekli askerlerle gündeme gelmiş olsa da, halka karşı işlediği suçlardan, Türkiye’nin aydınlarını katletmekten sorumlu tutulmadı, soruşturulmadı. Halbuki JİTEM’in kirli faaliyetleri, Türkiye’de ordunun güvenilirliğini, vatandaşının yaşam hakkını koruması gereken devletin varlık gerekçesini sorgulamak için yeterli neden sunuyor.

Köylüye dışkı yedirenler...
Türkiye tarihinde köylü, köyüne gelen jandarmanın baskısından her zaman şikayet etmiştir. Ancak Kürt hareketinin yükseldiği 1990’lı yıllarda askerlerin köylüye uyguladıkları baskının, şiddetin örnekleri insanlık adına birer utanç kaynağı oldu. 1989 yılında Şırnak’ın Cizre ilçesine bağlı Yeşilyurt köyünde bir binbaşı ve üç asker dört köylüye dışkı yedirmiş, köylüler mahkemeye başvurmuştu. Mahkeme Türk askerinin böylesine ağır bir zulüm uygulayamayacağını iddia ederek mağdurların yalnız dayak yediklerini kabul etmişti. 1996 yılında ise bu kez Hakkari’nin Bayê köyünde Özel Harekat Timleri kılık değiştirerek köylüden ekmek almış, ertesi gün askerler köyü basarak, meydanda toplandıkları köylüleri dövmüş, gözaltına aldıkları köylülerden 60 yaşındaki bir adama havyan dışkısı yedirmişti. Türkiye’deki mahkemeler tüm bu yaşananların “halkı askerlikten soğuttuğu” sonucuna varmadıkları için, iç hukuk yolları vatandaşların yüzüne kapatıldı. Üstelik bu iddiaların ortaya atılması karşısında ordu da hesap vermedi.

OYAK’ta patronlaşan komutanlar da mı soğutmuyor?
OYAK 1961 yılında özel bir yasa ile ordu mensuplarının yardımlaşma ve emeklilik fonu olarak kuruldu. Kurulduğu günden beri ordu mensuplarının maaşlarından her ay yüzde 10’luk kesinti yapılarak ve OYAK’a aktarılıyor. Her yıl 100 trilyona yakın bir paranın aktarıldığı OYAK, “milletin ordusu” olduğunu iddia eden kurumun fonlarıyla beslenerek Hollandalı ING banka satan, Fransız ortağı Renault ile otomotiv sektöründe faaliyet gösteren, Axa ile sigortacılık yapan dev bir sermaye grubuna dönüşmüş bulunuyor. Kamu kaynaklarının talanı anlamına gelen özelleştirme ihalelerine katılan OYAK, Türkiye’nin bir zamanlar “kırmızı çizgileri” nedeniyle siyasi varlığını tanımaya yanaşmadığı Kuzey Irak’taki Kürt yönetimiyle el ele yatırım yapıyor.

OYAK’ın yönetim kurulunda görev alan üst düzey komutanlar, bu sermaye grubunun “stratejik yatırımlarına” çoğunlukla Koç Holding’ten kendilerine transfer olan sivil yöneticilerle birlikte karar veriyorlar. OYAK’ın Genel Kurulu’nda sadece TSK mensupları değil, TOBB ve Bankalar Birliği yöneticileri de temsil ediliyor. Ordu Türkiye’nin en büyük sermaye gruplarından birine dönüşen holdinge fon aktarırken, komutanlar da burada birer patrona dönüşüyor. Muhatap olarak halkı değil ama birlikte iş yaptıkları şirketlerin patronlarını ya da CEO’larını kabul ediyorlar. Yüksek rütbeli ya da düşük rütbeli pek çok asker de emekli olur olmaz soluğu küçüklü büyüklü pek çok şirketin yönetim kurullarında alıyor.

Üstelik dağıtılan kar paylarıyla zenginleşen paralarını yatırdıkları borsayı izlemekle meşgul askeri lojmanlardan, askeri gazinolardan dışarıya çıkmayan subayların kendilerini halktan farklı, onların üstünde bir tabaka olarak görmeleri sağlanıyor. Halkın parayla bu kadar içli dışlı olan askerleri görerek “askerlikten soğuyabileceği” ise düşünülmüyor.

Ordunun da ezilenleri var: Astsubaylar
OYAK eliyle ordunun üst düzey komutanları birer patron haline gelirken, ordunun yüzde 70’ini oluşturan astsubaylar, her ay maaşlarının yüzde 10’unu verdikleri OYAK’ın yönetiminde yer alamıyorlar. Üstelik astsubaylara “güvenlik riskine” rağmen, askeri lojmanda oturma hakkı da verilmiyor. Emekli astsubaylar karşı karşıya kaldıkları sorunları ve adaletsizleri şöyle açıklıyorlar:

“Emekli Astsubayların çözüm bekledikleri onlarca sorunları var. Ama en büyük sıkıntılarından biri kıdem uygulamasında yaşıyorlar. Onlar ne kadar eğitim alırlarsa alsınlar, ne kadar uzun süreli çalışırlarlarsa çalışsınlar, devlet memurluğunda en üst seviyeye yükselemiyorlar. Bu durum da onların maaşlarından tazminatlarına kadar tüm gelirlerini olumsuz etkiliyor.

Memurlukta en üst seviyeye ulaşamadıkları gibi kendi mesleklerinde de önleri her zaman tıkalı. Astsubay olarak başladıkları mesleklerini ne kadar iyi olurlarsa olsunlar en fazla kıdem alarak bitirebiliyorlar. Astsubayların sadece % 5’i subaylığa geçebiliyor. Genelkurmay, subay ihtiyacı olduğunda ise Astsubayları terfi ettirmek yerine üniversite mezunu sözleşmeli subaylar alıyor.

Askerlikleri döneminde subaylarla beraber çalışan yeri geldiğinde onlarla beraber savaşan astsubaylar sosyal hakları konusunda ise ciddi bir adaletsizlikle karşı karşıya kalıyorlar. Emekli olduklarında ise adaletsizliğin uçurumu gittikçe büyüyor. Orduevlerine giremiyor, kamplardan yararlanamıyor, askeri hastanelerde sıkıntı çekiyorlar.”

Kendisiyle uzun yıllar omuz omuza görev yapan önemli bir kesimi bu derece ezen bir ordunun da "halkı askerlikten soğuttuğu" düşünülmüyor.

Kışlanın kapısından girince…
Askerlik hizmetini yapan pek çok genç için ise “vatani görevini yerine getirme aşkı” çoğunlukla kışlanın kapısından girilmesinin ardından büyük bir sıkıntıya, kimi zaman insan haklarına aykırı dayak ve hakarete maruz kaldıkları bir sürece dönüşüyor. Bu gençlerin önemli bir kısmı askerlik hizmetiyle yakından uzaktan ilgisi olmayan “subayların çocuklarına ders vermek”, subay eşlerinin nezaretinde “ev eşyası taşımak” gibi çeşitli işleri de yapmak zorunda bırakılıyorlar. Ancak askerliğini yapan hemen herkesin bildiği, şikayet ettiği bu yaygın uygulama da, kamuoyuna yansıyan bir soruşturmaya konu olabilmiş değil.

(soL-Haber Merkezi)