SYRIZA ve reklamcılık stratejileri

Gerçekten de Adam Smith okumak çok daha verimli ve ilerici olurdu: 18. yüzyılda ilerici düşünce kabul edilenin gerisine düşmek en azından bize umut veriyor – eğer bu terimi bir kez kullanmama izin verilirse – bir gün Marx’a bile rastlanılabilir. Böyle bir umut “postmodern Sol”un uzmanlarının sonsuz yozluğuna kapılanlar için mevcut değil.

Çeviri: Tulga Buğra Işık

soL'un notu: Bu yazı, 2 Nisan 2015 tarihinde "In Defense of Greek Workers" isimli blogda yayımlanmıştır.


Bilgi-reklamlar [infomercials] bir ürünü daha etkili satmak için “bilgi” sunar gibi görünen utangaç reklamlardır. Bu sebeple iki söylem türünün füzyonudurlar, aynı zamanda da sahte bir füzyondur: “bilgi” söylemi sadece reklam söylemini korumayı ve güçlendirmeyi amaçlayan bir kabuktur.

Geleneksel olarak bilgi-reklamlardan farklı bir söylem türüne sahip olan siyaset yazıları ise genellikle iki kategoriden birine aittir: karakteristik olarak “nesnellik” bildirdiğine dair illüzyon üreten gazeteci yazımı ve yazarının kendi siyasi ilkelerini ve fikirlerini daha açık dışa vurduğu siyaset yazımı.

SİYASETTE REKLAMCILIK
Marksist siyaset yazıları doğası gereği siyaset yazılarının en açık sözlü biçimidir: Marksizm başka şeylerin yanı sıra hakim ideolojinin de eleştirisidir, yazarın sahip olduğu, tartıştığı ve karşı çıktığı veya desteklediği ideolojik varsayımlar ortadadır ve bilinçli olarak dışa vurulur.

Buradaki iddiam siyasi yazı gibi gösterilen ve hatta – açıkça veya üstü kapalı olarak- Marksist siyaset yazımı ile ilişkilendirilen pek çok yazının aslında bilgi-reklamların siyasi tartışma alanındaki uzantıları olduğudur. Bunun en sık görüldüğü konu ise yükselen bir siyasi güç ve 25 Ocak sonrasında da hükümet ortağı olan SYRIZA üzerine yazılan uluslararası yazılardır.

'UMUT' HALA CANLI MI?
Burada birkaç gün önce bu iddiamın tam örneği olan bir yazıya atıfta bulunacağım. Bahsettiğim yazı Kevin Ovenden tarafından yazılan ve Counterfire’da yayımlanan “Syriza – two months on: where is the hope?” (Syriza- iki ayın ardından: umut nerede?) başlıklı bir yazı.

Yazar SYRIZA’nın seçim sloganından (“Umut geliyor”) yola çıkıyor ve retorik bir soru soruyor, “Umut hala canlı mı?”, bu soruya da şöyle cevap veriyor, “kesinlikle ‘evet’”[1]. Bu süreçte SYRIZA’nın kendi siyasi söylemlerindeki çok temel bilgi-reklam stratejilerini sürdürüyor: olumlu anlam yüklü soyut kavramlar sıklıkla akılcı ve somut temelli iddialar yerine kullanılıyor. SYRIZA yükselişi boyunca “kopuş” [rixi], “umut” [elpida], “kırmızı çizgiler” [kokkines grammes] ya da “dayanışma” [allilegyi] gibi sözcükleri totemlere çevirdi, bu kelimelere sadece söylendikleri zaman siyasi bir gerçeklik yaratacak büyülü güç ve tesir yüklendi. Sözcüklere o kadar çok anlam yüklendi ki tıpkı reklam sloganlarındaki gibi her zaman bağlamdan kopuk olarak kullanılır hale geldiler. Örneğin SYRIZA’nın ideologları “kopuş” sözcüğünü binlerce farklı olayda kullandılar, ancak asla bu “kopuş”un neyi içerdiğini ya da neyin kırılma olduğunu açıklamaya zahmet etmediler, ya da böylesi bir “kopuş”un nasıl mümkün olacağını da söylemediler. “SYRIZA siyasi bir kopuşu temsil ediyor” gibi söylemler kullanarak kelimeyi herkesin istediği gibi yansıtabileceği, kişisel fantezilerini ve arzularının aracısı yaptığı bir boş gösterene çevirdiler. Aynı sloganların reklamcılıktaki işlevi gibi (örneğin: “Impossible is nothing” (imkansız hiçbir şeydir) ya da “Keep walking” (Yürümeye devam et)). Buna ek olarak dilin mantra [dua ederken sürekli tekrarlanan söz] benzeri kullanımı SYRIZA’nın tüm sloganlarının anlamını istediği gibi değiştirmesini ve onları farklı kitleler için değiştirebilmesini sağladı. Örneğin son zamanlarda SYRIZA’nın Avrupa Parlamentosu vekili Dimitris Papadimolis, “kopuş” sloganını şöyle parlattı: “Yolsuzluktan kopuş, Avrupa’yla çözüm” – bu hiçbir neoliberalin temelde sorgulamayacağı bir slogandı, zaten neoliberalizmin kendisi de Maliye Bakanı Yanis Varufakis’in (AB ile yapılan 20 Şubat anlaşması bağlamında) “yaratıcı muğlaklık” dediği şeye- ideolojik muğlaklığın yaratıcı gücüne, Marksist söylemle söylersek siyasi etki üretmesine dayanıyordu.

OTANTİK YUNAN HALKI
Ovenden bu karakteristik stratejileri kendi yazısında da tekrarlayarak, “umut” derken ne kast ettiğini belirtmeden o zamanki “umut” iddialarının hala “canlı” olduğunu söylüyordu. “Umut” neyin umudu ve ne için umut? Bunun yerine hemen feragat etmeye geçiyor: umudunun “kolaycı iyimserlik ya da kendini kandırma” olmadığını söyleyerek bizi temin ediyor, “umut”un içeriğine dair hiçbir bulgu olmasa da, bunun yanılgı mı yoksa yanlış iyimserlik mi olduğuna dair yargı Hegelci terimlerle, “sonsuz”dur, sarı renginin “acı” olup olmadığına dair yargıda bulunulamayacağı gibi. “Umut”un temeli olarak gösterilen “girişkenlik, cesaret, halk kitlelerinin mücadelesi ve karşılıklı dayanışması” da bu sorunu tam olarak çözmüyor: “halk kitleleri” Yunan toprağının organik bir ürünü değildir; halk siyaseten farklı ve karşıt kamplarda örgütlenmiştir, halkın parçalarının farklı hedefleri vardır; halkın üyeleri dünyadaki herhangi bir insandan daha çok “karşılıklı dayanışma”niteliği taşımazlar (Yunanların özel bir “dayanışma geni” yoktur); “girişkenlik”leri asla basitçe onlara ait değildir, STK'lar tarafından finanse edilen sosyal medya çağrılarına ya da sendikalarının çağrısına cevap verseler de – başarılı veya başarısız girişkenlikleri “yukarıdan gelme”dir, örgütlü ve planının farkında karar merkezlerinden. Ovenden’ın hayal gücündeyse siyaset mitsel bir doğaya geri dönmüştür: “halk kitleleri” bir “kaynaktır” ya da kendiliğinden toplumsal hareketler, büyülü şekilde tükenmeyen hareketlilik sağlarlar, çünkü öyle varsayılmaktadır ki Yunanların herkes gibi sıradan sorunları ya da endişeleri yoktur, onlar bir şekilde “iyi”nin saf amblemleri olan “umut” ve “değişim”e adanmışlardır.

'FERAHLATICI' SİYASET
Ovenden’ın metnindeki bilgi-reklam bilinçaltının yüzeye açıkça çıkması uzun sürmüyor. Ovenden’ın SYRIZA’ya yani bilgi-reklamların kaynağına dair yaptığı siyasi değerlendirme tam da burada: “Bugünün Avrupası’nın merkez-sağ ve merkez-sol partiler etrafında kemer sıkma ve neo-liberal kapitalizm politikaları üzerinden kuvvetli uzlaşmaya vardığı ortamda SYRIZA’nın sloganının [umut geliyor] ne kadar ferahlatıcı olduğu hatırlamaya değerdir.”

Buradaki siyasi analiz bir sloganın reklamının yapılmasıdır; ancak daha da etkileyici olanı, bu reklam başka bir slogan biçiminde gerçekleşiyor: SYRIZA’nın sloganı “ferahlatıcı”ymış, içeceklerin ferahlatıcı olması gibi (sonrasında da Yunan solu kıyafet renklerine deterjanların yaptığı etkiyi anlatan sunumlardan beklenecek büyülü bir analiz ekonomisiyle “canlı” olarak tanımlanıyor). Bu sloganı “ferahlatıcı” yapan şey neydi? “Bugünün Avrupası”na hakim olan “kuvvetli uzlaşma”. Uzlaşmaya uymayan slogan “ferahlatıyor”. Kimi “ferahlatıyor”? Bu “ferahlatma” resmi rakamlara göre %26 işsizlik olan (gerçekteyse %40’a yakın), insanların çöpten yemek aradığını görebileceğiniz – ve ben gördüm- bir toplum için ne anlama geliyor? Sloganın “ferahlatıcı” özelliği okul ücretini ödüyor mu? Elektrik faturasını? Ödemiyor ancak Ovenden’ın kulağına “ferahlatıcı” geliyor çünkü bunlar Ovenden’ın sorunları değil. Onun sorunu “ferahlatıcı” bir kelime bulmak çünkü “kuvvetli” uzlaşma sıkıcı ve heyecansız ve bunlar da reklamcılığa temelden karşıt olan özellikler.

ALMANYA'YA KARŞI OLMANIN GEREKÇESİ
Yazı boyunca, ticaret diliyle eğitilmiş bir duyarlılık siyasi düşüncenin yerini alıyor: Ovenden’ın Schaeuble’a [Almanya Maliye Bakanı] karşı çıkılması gerektiğini düşündüğü noktalar onun “sıkıcı, taşralı, vergi avukatı” olması. Eğer kentli, heyecan verici bir hipster olsaydı politikaları çok daha çekici görünürdü gibi duruyor – bu o kadar da rastgele bir hipotez değil, Yanis Varufakis’in önerilerinin neoliberal karakterine rağmen “radikal” olarak kabul edilmesinin temel sebebi de görüntüsüydü – Paris-Match dergisindeki fotoğraflarında gösterdiği öğün başına 60 avroluk diyeti karşılayamayacak insanlara “kallavi bir vergi” getirmeye yönelik dahice fikrine bakın.

ARZUNUN TEZAHÜRÜ
Ovenden’ın yazısını okumaya devam etme cesareti olanların siyasi analizin tüm geleneksel işaretlerinin – zenginliğin dağıtımı ve yoksulluk, toplumsal eşitsizlikler, o veya bu ihtilaf ya da sorunun sebebi gibi- yerine kökünden kopartılmış, serbest dolaşımda bir dil etkisi veriliyor. Ovenden bize diyor ki “umut”, “öfke” ile “birlikte dokunmuştur” bu yüzden “umutsuzlukla” mücadele “haklı kızgınlık” ile yapılır. Sonrasında Ovenden “Arzunun tezahürü” isimli bölüme geçiyor (her zamanki gibi etkinin özerk varlığı kabul ediliyor, o sebeple “neyin arzusu?” diye sormak banal oluyor) ve bilgece “ihanet”ten (neyin, kim tarafından, kime göre?) ve “güvenden” (neye?) bahsediyor. Yunanların “tutkulu” ve “duygusal” bir halk olduğuna dair imajın farkındayım ancak bu bölüm biraz ileri gidiyor: toplum günlük rutin duygu gökkuşağının bir şeridinden diğerine kayan saçma bir terapi grubu düzeninde gibi gösteriliyor; akıl tuhaf bir şekilde faşist akıldışılığını anlatan bir etki tarafından gölgeleniyor; sınıf ilişkileri yok oluyor, siyasi yapıdaki yerini yeni bir tür neo-Aristotelesçi humorizm(*) alıyor.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde tüm yazıda “kapitalizm”e tek bir atıf bile yok; Ovenden’ın post modern evreninde siyaset ekonomisi eleştirisi henüz icat edilmemiş, bu sebeple Yunanistan’ın yaşamakta yalnız olmadığı kriz ve  SYRIZA’nın adımları “insani” olarak tanımlanıyor, sanki bir depremin, selin ya da “postmodern sol”un gerçekten gericiliğine ve akıldışılığına sadık kalmanın sonucuymuş, ya da Tanrı’nın Firavun Mısırı'na gönderdiği “çekirgeler”miş gibi. Eşit biçimde şaşırtıcı olmayarak, soyutluğun bu çorak manzarasında tek kurtuluş yolu şamanlardan ve onların büyülü sözler söylemelerinden geçiyor, SYRIZA-Ovenden’ın “umut” sözcüğü gururla bu yavan anlamsızlığı onur nişanı olarak taşıyor:

OVENDEN VE META FETİŞİZMİ

Ocak ayında yazdığım gibi seçim kampanyası eylemlerde ya da kendiliğinden toplanmalarda coşkulu kalabalıklara ya da neşeli umutlu patlamalara sebep olmadı. Ölçülü bir iyimserlik vardı. İnsanlar umut etmeyi umuyordu.

Umudun içeriği umutmuş; ya da öbür türlü söylerken, Ovenden’ın bahsettiği umudun içeriği yoktu. Sadece biçimden ibaretti, aynı reklamcılıkta olduğu gibi. Bu umudun bozulmasının ve yoksunluğunun işareti değildir onun “düşünceli” doğasının sonucudur, ancak bir etkinin çıplak bir biçiminin tam olarak ne düşüneceği bir gizem olmayı sürdürüyor. Ancak bu yazıdaki her şeyi bir arada tutan gizeme tabiki aşinayız, meta biçiminin burjuvazinin aklındaki görüntüsünün özelliği bu:

Öyleyse, metanın gizemli bir şey olmasının temel sebebi, onun içindeki insan emeğinin toplumsal niteliğinin insana bu emeğin ürününe nesnel bir nitelik gibi damgalamış olarak görünmesine dayanmaktadır; üreticilerin kendi toplam emek ürünleri ile ilişkileri, onlarla kendi aralarındaki bir ilişki olarak değil de, emek ürünleri arasında kurulan toplumsal bir ilişki olarak görünmesindedir. Emek ürünlerinin, metaya dönüşmesinin, niteliklerinin hem duyularla kavranabilen hem de kavranamayan toplumsal şeyler haline gelmelerinin nedeni budur. Bunun gibi, bir nesneden algılanan ışın, bize, görme sinirimizin kendi etkilenmesi olarak değil de, gözün dışında bir şeyin nesnel biçimi gibi geliyor. Ancak, görme olayında her zaman, ışının bir şeyden başka bir şeye, dıştaki bir nesneden göze geçişi söz konusudur. Fiziksel şeyler arasında, fiziksel bir ilişki vardır. Ama metalarda bu farklıdır. Şeylerin, meta olarak var olması ve bunlara meta damgasını vuran emek ürünleri arasındaki değer ilişkisi ile bunların fiziksel özellikleri ve bu özelliklerden doğan maddi ilişkiler arasında mutlak bir bağ bulunmaz. Burada, insanlar arasındaki belirli toplumsal ilişki, onların gözünde, şeyler arasında hayali bir ilişki biçimine bürünüyor. [Marx, Kapital 1. Cilt, Meta Fetişizmi alt başlığı]

Siyasi analizin bilgi-reklama dönüşmesi meta fetişizminin siyasi analiz diline sızmasından başka bir şeyin işareti değildir; bu kendi içinde bir skandal değildir. Siyasi düşünce asla üretim ilişkilerinden bağımsız olarak gelişmez, bu sebeple meta ilişkilerinin siyasi tercihleri “açıklamaya” ya da analiz etmeye çalışıyor gibi yapan yazılarda yüzeye vurması mantıklıdır. Skandal olan şeyse meta fetişizmi olarak siyasetin kendisi tarafından “sol veya “radikal” olarak tanımlanmasıdır; hatta dahası kendisini gösterişli sunumuyla karşılamasıdır. Marksist gelenekteki eleştirel ya da yansıtmacı her şey onları ruhen temsil ettiğini iddia eden Ovenden’unki gibi girişimlerle siliniyor. Gerçekten de Adam Smith okumak çok daha verimli ve ilerici olurdu: 18. yüzyılda ilerici düşünce kabul edilenin gerisine düşmek en azından bize umut veriyor – eğer bu terimi bir kez kullanmama izin verilirse – bir gün Marx’a bile rastlanılabilir. Böyle bir umut “postmodern Sol”un uzmanlarının sonsuz yozluğuna kapılanlar için mevcut değil.


[1] “The SYRIZA moment: A Skeptical Argument” (SYRIZA Anı: Şüpheci Bir Tartışma) isimli başka bir İngilizce yazıdaki tamamen aynı – ve aynı şekilde anlamsız- stratejiyle karşılaştırın. Burada yazar SYRIZA’nın kendisini radikal bir sol parti olarak göstermesi sorununu tartışıyor ve SYRIZA’nın radikal olduğuna karar veriyor (“ve gerçekten radikal”), SYRIZA’nın kadrosundan Stathis Kuvelakis’in Jacobin’deki röportajında söylediklerini bunun için temel alıyor. Başka bir deyişle, bir partinin kendisini tanımladığı gibi olmasına kanıt olarak, söz konusu partinin kendisi için yaptığı tanım gösteriliyor. Ampirik mantığın temel adımlarını izlemeyi başaramadığı bu yazısını “şüpheci bir tartışma” olarak sunarak da üzerine tüy dikiyor.

(*) Antik Yunan ve Roma tıpçıları ve filozoflarınca insan bedenini oluşturan ve hastalıkların ilişkilendirildiği dört bedensel unsura dayalı tıp teorisi. (ç.n.)