Korku toplumu ve alternatifsiz kaygı

Murat Demirkol

Blog: Serbest Kürsü

Freud, “Gerçekçi bir tehlike kaynağından oluşan duyguya korku; gerçek bir tehlike bulunmadığı zamanlarda oluşan duyguya da kaygı” adını verir.

Bugün birbirine karışan bu kavramlar ve güdüleme tekniklerinin etkisiyle her ikisini katıksız şekilde yaşayan bireylerle karşılaşmak mümkün…

Sonuçta yaşanmamış olayların bile, siyasi kâr uğruna yetkili ağızlarca hemen her platformda dillendirildiği bir süreci yaşamaktayız…

Konuş, gündem değişsin…
Konuş, insanlar arasındaki uçurum derinleşsin…
Konuş, toplumsal kaygılar artsın
Konuş, bireysel korkular iyice yerleşsin…
Konuş, kendini kanun yerine koyan insanlar, kendi ruh hallerine bulaşan sözde adaleti sağlasın…

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de korku ile yaşamak, iktidarların eliyle, bir şekilde doğal sürecin zayıf halkası durumuna getirilmiştir.

Savaşlar ve güvenliğimiz diye başlayan…

Olmadık düşmanların gündemi meşgul ettiği garip ruh halleri…

Çoğu zaman, çeşitli araçlarla ülkenin tehditlerle çevrili olduğunu işleyenler, ortak kaygısı olan insanları ayrıştırarak, onları karşı karşıya getirir… Bunun için en sık başvurdukları yol ise medyanın da yardımıyla korku ve endişe durumu yaratarak, iktidarları eleştirmenin ağır ve haksız olduğu inancının yerleştirilmesidir… Eleştirilerin yarattığı o sarsıntıyı da bir şekilde kıskaca alarak, en zikzaklı tebessümle süsleyip, sandıktan, iradeden söz etmesidir…  

Bu arada hâkim güç, bu gidişata karşı benim söyleyeceklerim var diyenlerin ödeyeceği bedeli, her ortamda hatırlatır…

Telefon dinlemeleri…

Basın üzerindeki çok sesli sansür…

Öğrenciler, sanatçılar, bilim insanları, memurlar, işçiler, gidişatın seyrinden şikâyetçi bireyler ve aykırı diye adlandırılan kitlenin kıstırıldığı korku çemberini daralttıkça daraltır…

Sonuçta yaratılan korku, iktidarların kendi varlığı için, hâkimiyeti altındaki insanların rızalarını kazanmada başvurduğu bir seçeneğe dönüştürülür… Bu seçenek, medya ve onun uygulayacağı üretim teknikleriyle bireyin tav olacağı şekle sokulur…

Sonuç: iktidarlara karşı korkuyla karışık, rıza ile bağlanan bireyler… Korkunun bu şiddetli sarmalında şaşıran birey, iktidarların yarattığı şiddetin etkisini gözden kaçırıp hatta doğal bir süreç gibi kanıksayabilir…

Aykırı söylem ve eylemlerden uzaklaşmakla kalmaz, iktidarın kendi varlığını ve politikalarını sürdürebilmesi adına, bu tip yolların meşruluğundan söz etmeye başlar…

Rıza gösteren bireyler çoğaltılarak, korkunun gizli baskısı git gide arttırılır… İktidarların talepleri dışına çıkan birey, düzeni bozan birey olarak adlandırılmaya başlanır… 

Kişi bu korku toplumunun içerisinde, özgürlüğünden ödün veren bir yaşam biçimine evrilir…

Sadece var olmak, toplum içerisinde özgür olmayan lakin var olmayı yaşamak sanan bireyler…

Ya da öteki olmak, toplumun dışına atılmışlık hissi, yalnızlık ve yok olma korkusu…  

Fakat bütün bu sıra dışı duruma rağmen, medya ve yetkililerin ağzına baktığınızda, başka bir zamanda, başka bir ülke de yaşadığınızı sanabilir, kendi ruh halinizden şüphelenebilirsiniz… Biraz daha ileri gidip, televizyon ayarlarını bile kontrol edebilirisiniz… Zira üç maymunun işini elinden almaya yeminli bir medya, kendi ileri demokrasi anlayışıyla yeni destanlar yazmaya devam ediyor olabilir…

Gücün yanında olma histerisi belki…
 
Ağaçsa biz dikeriz,
Protestoysa biz yaparız,
Temelse biz atarız,
Yanlışsa biz yıkarız,
Dövülecekse biz döveriz…

Dünyanın birçok yerinde oluşturulan bu yapay korkuya rağmen, yaşam umudu taşımak, bireyin yeni bir evrimsel deneyimi olabilir…

Louis Aragon’un şiirindeki gibi:

“Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
Yaz meleklerinin eteklerinden bulutlar biçer
Göklerin en mavisi buğdayların üzerinde…”